8 Şubat 2012 Çarşamba

Bir Yara Arayan Su Gibi

Bentlerin arasında bir yara arayan su gibi,
Çekingen çıkıyor
Açılıyor sonra giderek çoğalıyor
Böyle, aynı biçimde, aynı arzularla
Her duvarı yıkayarak gidiyorum
Seni benim taşkınlığımdan ayıran
Ve akarak sana geliyorum su gibi:
Başlangıçta damla damla düzensiz
Açık bir noktada ışığın habercisi
Benim hidratlı kolum son'u yarıp geçtiğinde
Mavi, son kapısı başdönmesinin
Yol alıp çıkıyorum her zaman senin ardından
Her zaman senin ardından, beni durdurmadıkça
Her zaman senin ardından, seni örtene kadar.

Antionio Lopezl
Sokrates'i çok iyi tanımayan biri ona sorar: " sen herkese konuşma sanatını öğretiyorsun da kendin niye iyi bir hatip değilsin?" " ziyanı yok" der sokrates, " bileme taşları da kendilerini bileyemezler, ama kaba demiri keskin hale getirirler."

Adlandırmak Ölümdür

Anlatıyor her şey
Her şey, her şey ay gözleyen babil'le başladı.

Adlar onu izledi.
Adlandırınca, her şey sıkıcı oldu.
Sessizlik bozuldu.

Büyük sessizlik.
Diyorsun tarihte hayvan adlarına hiç rastlanmaz.
Çiçek adlarıyla seslere de... Sesler ki... Her şeydir.
Unutmam her şey dünyanın bir ucundan tutuyordu.
Baktım zaman adını alınca tanınmaz oldu.
Adını bir türlü usunda tutamıyordu bir kuş.
Sıra dağlara geldiğinde, adlarını bilmiyordu hiçbiri.
Ne güzel.
Adlandırmak ölümdür!

Nerden baksak kendini anlatıyor her şey.
Fatih, kısa boyluydu.
Bir firavuninciri yetiştiricisiydi amos.
Farabi, esmerdi.
Ah, hiç tanışmamalıydık adlarla.
Adlarla gördüğümüz dünya, dünya değildir.
Bu yüzden yeryüzünü görmeden göçüp gidiyoruz.
Ağırlığı olmayan yoktur.
Buradan başlamalıydık.
Çılgın zaman dışarıda kaldı.
Bölündük.

Artık ne yazarsak ölümü yazarız, ölümü ve zamanı.
Neden bilmem ölümü artık dikey okuyorum.
Siz de deneyin.
Değer bu.
Burada kesiyorum.
Duydum bir ot konuşuyor kendince.
Hem kuşların doğum gününde olacağım.
Gece beni bekliyor.
Yolu biliyoruz.

/ İlhan Berk

5 Şubat 2012 Pazar

MİLONGA..

Ilık süt gibiydin

Sen , uf uff..



Benim ağzımda bir zehir vardı ,

Beni bu dünyaya ağzımda ,

Hoh ,

Bu zehirle bıraktığında

Ben senin kötü olduğunu ,

Senin kötü olduğunu

Anlamamak için ,

Çok çalıştım..



Benim seninle ilgili

Bildim her şey bir

Yalandı. Buna çalıştım..

Tersinden bir adaletsizliği

Anlamam gerekti benim ,

Ve ben

Hoh ,

Ben bunun için bir Afrikalı gibi çalıştım..



Ilık süt gibi ,

Ilık süt gibi olduğun ,

Hooohhh ,

Benim uydurmamdı..

BİRHAN KESKİN
Slavoj Zizek’in Nietzsche’nin “insan hiçbir şey istememektense, hiçliğin kendisini ister,” sözünden hareketle verdiği Diet-Cola ve kafeinsiz kahve örnekleri insanın hiçlik istencini, olmayana duyduğu arzuyu gayet net şekilde deşifre eder niteliktedir.
İçi boşaltılmış, varlık sebebinden arındırılmış ürünler sağlıklı yaşama giden yolu asfaltlama çalışmalarında kullanılmaktadır. Lâkin akılda tutulmalıdır ki ister şekerli, ister şekersiz olsun, kola son derece zararlı bir üründür ve sadece şekerden ve kafeinden arındırlmış olması onun sağlıklı bir içecek olduğu manasını taşımaz. Tüm bunların ölümsüzlük konusuyla ilgisi ise şudur , Ölümsüzlük bir ölümlü için olmayan bir şeydir. Ölümsüzlük ölümden arındırılmış yaşamdır. Gelinen noktada kapitalizm insanlara ölümsüz yaşam vaad etmektedir. Matematiksel adı sonsuzluk olan ölümsüzlük ölümlülüğün bittiği yerde, yani ölünen noktada başlar.

Zamandan ve uzamdan bağımsız bir varoluşsal durum olan ölümsüzlük felsefe tarihi boyunca ölümlü insan bilincinin tamamen dışında konumlanmış bir kendinde-şey olarak düşünülmüştür. Oysa biz biliyoruz ki aslında ölümsüzlük insanı çevreleyen değil, bilakis insanın çevrelediği bir boşluktur.

Şu anda ölümsüzlüğü düşünmekte olduğumuza ve/fakat bu söylediklerimizin doğruluğunu kanıtlayacak hiçbir dayanağımız olmadığına göre demek ki ölümsüzlüğün düşüncemizin kendisini sürdürebilmek için kendi içinde yarattığı bir boşluk olduğunu teslim etmeliyiz. Boşluklar olmayan varlıkların yokluğunu doldurduğuna göre diyebiliriz ki düşünmek ölüme ara vermek, yaşamda boşluklar yaratmaktır. Ölümlü ne demektir? Bir gün ölecek olan, yani ölümden kurtulmuş olmayan. Peki ölümsüz ne demektir? Artık ölmesi mümkün olmayan, zira hâlihazırda ölmüş olan, bu vesileyle de işte ölümden arınmış olan.
“insan hiçbir şey istememektense, hiçliğin kendisini ister,”

Nietzsche

Anlam , Bilgi , Hakikat

Anlam , Bilgi , Hakikat

Düşüncenin otomatik olmaktan çıkıp düzensiz bir biçimde dıştan gelmeye başlaması, öznenin alışılagelmiş düşünce ve his kalıplarının ötesine geçmeye başladığının göstergesidir. Yazan özne böylelikle bilinmeyene yelken açan bir gemiye dönüşür. Yolculuk son derece tehlikelidir, zira bilinenin terk edilip bilinmeyenin girdaplarında boğulma tehlikesi arz eden bir durumla karşı karşıya kalmak gerekliliği söz konusudur yolculuk süresince. Geri dönüşü olmayan bir yolculuk olabilir bu. Ne var ki bu yolculuğun amacı zaten geriye dönüşü değil, bilakis henüz olmayan yeni bir durumun yaratılmasını amaçlar. Şimdiki zaman ve şimdiki mekân geride bırakılıp yeni bir zaman ve mekân yaratabilmek için, yani statükonun ötesine geçebilmek için kişinin hiçliğin girdaplarında kaybolma riskini göze alabilmesi gerekir. Kişi bilmelidir ki eğer yeni bir oluşuma gidilmesi başarısızlıkla sonuçlanırsa geriye dönecek bir yer olmayacak, zira yeni bir oluşuma gidilmesi kararının alınması demek dönülecek yerin, yani şu an içinde bulunulan zamanın artık şimdiki zaman değil, geçmiş zaman olmuş olması olacaktır. Ve işte böylelikle de geriye dönüşü imkânsız bir yer olarak tarihin sayfalarındaki yerini almış olacaktır geride bırakılan. Ancak bu yer geride bırakıldığı anda içinde bulunulabilecek yeni bir yer yoktur. İçinde bulunulabilecek yeni bir yer, yeni bir durum ancak yoktan var edilebilir. Tabii unutulmamalıdır ki burada yok derken geride bırakılan yerin ve zamanın şimdiki zamanda, yerde ve durumda yarattığı boşluktan söz ediyorum. Geride bırakılanın şimdiki zamanda yarattığı boşluk yokluğun varlığı anlamında kullanılmıştır burada. Yani geçmişin şimdideki yokluğu şimdide bir boşluk yaratmıştır ve yeni bir şey yaratmak için öznenin elinde olan tek şey öznenin kendi içinde bulduğu bu boşluktur.

Maksimal ve Minimal Yazılar/alını

4 Şubat 2012 Cumartesi

Ey oğul bir gün yazıcı olursan
Gözü gözünde, yüreği yüreğinde, eli elinde
İnancın tadını söyle ülkemin çocuklarına
Ey oğul bir gün yazıcı olursan
Kuşkunun, birikmenin ve beklemenin yazıcısı
Sakın masal anlatma ülkemin çocuklarına
Zaman akıp gitmekte dağ taş değişmektedir
Demir paslanmakta, temel çürümektedir
Al kalemi bildiğin en gerçek sözü yaz
İşte ateş tuğlası, işte ağaçlar ve kökleri
İşte ayağımızın bukağısı sırtımızdaki hançer
İşte emeğimiz, alınterimiz, işte ülkemiz
Kadınlarımız var elmanın bir yarısı
Canevimizde, böğrümüzde, alnımızın çatında
Yazılmamış şiir, isimsiz kapalı kitap
Erkeklerimiz var elmanın bir yarısı
Biraz sabır, biraz öfke, biraz sarmaşık
Sorusu sorulmamış yanıt boynu Pîr Sultan
Ey oğul bir gün yazıcı olursan
Sesini sev, sevgini çoğalt, yüreğini aç
Onu güzel ölüyü anlat ülkemin çocuklarına...

Özdemir İNCE
...

ben yumuşak tuşlarına basacağım hayatın
sen çatıyı kur.
sırları soracağım ben,
sen hayatın anlamını ara.
yazın yönünü değiştireceğim ben
sen yolculuğa çık.
ben arka bahçeyi özleyeceğim
sen inat et...

Birhan Keskin

Rosetta Taşı

Rosetta Taşı ya da Reşid Taşı, Mısır'da kale yapımındaki bir kazı sırasında rastlantı eseri bir Fransız askeri tarafından bulunmuş, yine Mısır'da Fransızlar tarafından kurulmuş olan Enstitüye gönderilmiştir.

Taş, belli başlı üç Mısır tapınağına gönderilmek amacıyla ve üç dilde yazılmış. Bu diller: Demotik (Mısır'da halkın kullandığı dil), Hiyeroglif ve Antik Yunanca. Böylece Mısır halkı ile Mısır asilleri ve Yunanlılar bu antlaşmayı rahatlıkla okuyabilmişlerdir.

Yüzyıllar boyunca çözülemeyen bir sır olarak kalan Hiyeroglif, Napolyon'un 1798 yılındaki Mısır Seferi sırasında bulunan bu taşın yardımıyla çözülmüştür. Eski Mısır yazıları çözülmeden önce arkeologlar, Hiyerogliflerin Mısır'ın tufan'dan önceki yaşamına ait şekiller olduğunu düşünürlerdi. M.Ö. 196 yılında yazıldığı tahmin edilen bu taş adını bulunduğu Reşit (Rosetta) kasabasından almaktadır. Ağırlığı 760 kg dan daha fazla ve 114 cm uzunluğunda, 72 cm genişliğinde, 28 cm kalınlığındaki bu taş granit ya da siyah bazalttan yapılmıştır. Büyük İskender'in Mısır'ı fethinden sonra hüküm sürmeye başlayan Ptolemaios Hanedanı'nın hükümdarlarından biri tarafından yazdırılmıştır. O güne kadar okunamamış Demotik ve Hiyeroglif alfabelerinin yanı sıra, okunabilen Yunanca bir metnin de aynı taş üzerinde bulunması ile tek bir metnin üç ayrı dilde yazılmış olduğu görüşü pek çok araştırmacının ilgisini çekmiştir. Taşın ve dolayısıyla Hiyeroglifin sırrını çözen araştırmacı, 1822 yılında, eski Mısır yazılarının güncel koptik diline benzediğini ortaya koyan araştırmacı Jean-Francois Champollion olmuştur. Yazıtın Yunanca kısmını Hiyerogliflerle kıyaslayan Champollion'a Demotik alfabesini 1914 yılında çözen İngiliz Thomas Young'ın çalışmaları da yardımcı olmuştur.

Medusa bir başkaldırıdır

Aslında bu dönemi biraz da düşünce bakımından ele almakta yarar vardır. Atina’daki bu savaş, mitolojik düşünce çağının yavaş yavaş bittiği, yerine felsefe çağının baş göstermeye başladığı süreci bize gösteriyor. Anlaşılıyor ki, felsefi düşünce çağının boy göstermeye başladığı bu dönemde, geçiş süreçlerinin diyalektiksel mantığı gereği, kısmi özgürlükler sağlanmış, insanlar belli bir uyanışa geçmiş ve bunun sonucunda kadın da kendi duruşu konusunda belli bir farkındalığa erişmiştir. Burada Medusa’nın konumu, kesinlikle ferdi bir olay olmadığı anlaşılıyor. Cins sorunsallığına eğilme duruşudur. Bir başkaldırıdır.

Öteki

“Ama siz yükseleceksiniz hep bembeyaz,
Onlar aşağıda siyah kalacak!
Sizin başınız bulutlarda dursun onlar balçıkta bacak!
Siz tatlı rüyalarınızı görün, onlar kalkıp sıçrayacak!
Kavunun kabuğuna bıçağı indirin siz, onlar kaçışacak.
Genişleyin siz merkezde onlar kenarda daralacak!

Onlar seyrek bir fotoğrafta uzağa bakanlar.
Onlar bir ömür taşlara su tutanlar.
Onlar bir hatırada donmuş duranlar.
Onlar bu dünyada yanmış da külde uyuyanlar.

Siz nasıl da menekşe gözlüsünüz onlarsa hep aç gözlü!
Ah siz ölümsüzsünüz dünya üstünde, onlar ölümlü.
Ve siz nasıl da güzel kokuyorsunuz, insanın hası
Onlar kenarda kirliler; onlar atık, onlar sası.

Ah siz, nasıl da ‘siz’siniz buram buram, onlar avam.
Bu cahilin, yoksulun, barbarın ışık neyine, onlar ziyan!

Siz ‘it was very amazing’ derken ‘and fun’
Onlar özür dileyenlerdi ağacın ruhundan.

Balkonunuz çok yüksek sizin baş döndürüyor.
Dünya pek alçak bir yer olacak yakında öyle görünüyor.”

Birhan Keskin
Sanatçılar ve zanaatkarlar, bir insanın, tamamen kendine mahsus olan şeyleri bile kendine mal edemediğinin en açık kanıtını sunarlar. Sanatçının çıkardığı işler, doğduğu yuvayı terk eden kuşlar gibi elinden kaçıp giderler. (Goethe)

SEVMİYORUM SENİ

Şimdi benim buzdan bir döşekte

Üç büklüm olmuş zavallı sevdam,

Üşüyorsa ölesiye yalnızlıktan;

Bil ki senin hep böyle güvensiz,

Yaşamdan korkar oluşundan.

İşte bunun için sevmiyorum seni.

Şimdi benim bir han avlusunda

Hiç bitmeyecek umutsuz kavgam,

Soluyorsa başı önde yorgunluktan;

Bil ki senin hep böyle umarsız,

Yarını göze alamayışından.

İşte bunun için sevmeyeceğim seni.

Metin Altıok

SİSİFOS’a ÖĞÜTLER

Ne etsen yaranamazsın

Ümit tüketmek seninkisi

Anladın artık

Yanaşma pazarlığa.

Vurmuşlar taşı sırtına bir kez, mahkûmsun,

Ne övgü ne yardım beklemek boşuna

Çetelen tutulmuş, koymuşlar kafalarına

Bir rahmetlik ömrümüz var şurasında şunun

Geleceği varsa göreceği de var ölümün. Sevinme !

Vakit genç !

Çıkar yol değil umudu kemirmek

Çıkmayan yolda işimiz ne ?

Ya it ya da iblisler sevişir

Kendi kaderiyle

Bırak kayaları kopsun yerinden

Dağlayacaksa yüreğini

Güneş dağlasın bırak !

Düştüğün sarhoşluğu övme

Gazabına gazap kat dünyanın, öfkeye öfke !

Geleceği kahkahalar

Dağları hınçla deviren

Sessizce yürüyen ümitsize doğru

Ümidi dişleriyle koparırcasına söken :

İnsanlar gerek.

HANS MAGNUS ENZENSBERGER

Rollo May /Yaratma Cesareti

YILLARDIR, imgelemin yaratıcı faaliyetinde , çağdaş psikolojide varsaydığımızdan daha temel-ve daha şaşırtıcı-bir şeylerin cereyan ettiğine kanaat getirmiş bulunuyorum. Günümüzün olgulara ve katı nesnelliğe adanmışlık ortamında imgelemi aşağıladık. Bizi "gerçeklik"ten uzaklaştırıyor; eserimize "özellik" bulaştırıyor; hepsinden de kötüsü, imgelemin bilimdışı olduğunun söylenmesi. Sonuç olarak , sanat ve imgelem sık sık, güçlü bir gıdadan çok yaşamın "üstüne sıkılan krema" gibi görülmüştür. Tabii insanlar "sanat"ı , onunla aynı kökten gelen terimlerle düşünüyorlar, "yapay" olarak, ya da onu bizi kurnazca aldatan bir hile olarak tasarlıyorlar, bir "marifet " olarak. Batı tarihi boyunca ikilemimiz , imgelemin bir marifet mi, yoksa oluşun kaynağı mı olduğu yolunda olageldi.
Ya imgelem ve sanat krema değil de, insan yaşantısının pınarı iseler ? Ya mantık ve bilim sanat biçimlerinden türüyor ise ve sanat, bilim ve mantığın ürettiği eserin süsü olmak bir yana onları temelden kuruyor ise ?
Aynı sorun psikoterapiyle ilgilidir. Başka türlü söylersek , psikoterapi bir marifet, bir hüner , özniteliğini yapaylığından alan bir süreç mi , yoksa yeni bir varlığı doğurtabilen bir süreç midir?
..............
Rollo May /Yaratma Cesareti
"evren karşısındaki, kendiliğinden tavrım ne olurdu? herhalde çok karanlık bir tavır olurdu.birinci tez olarak tam bir boşunalığı ve yararsızlığı öne sürüyorum: temelde hiçbir şey var. kelimeyi gerçek anlamında kullanıyorum.sonuçta yitip giden nesnelerin kırıntıları gibi. evrene bakın, büyük bir boşluk.ama sonra şeyler nasıl ortaya çıkıyor? burada kuantum fiziğine kendiliğinden bir sempati duyuyorum.evrenin pozitif yüklü bir boşluk olduğu fikri hakim.ama sonra bazı...şeyler ortaya çıkıyor ve boşluğun dengeleri bozuluyor.bu fikir benim çok hoşuma gider.var olanın sadece hiçbir şey olmadığı,orada bazı şeylerin olduğu gerçeği.bu da bir şeylerin korkunç biçimde ters gittiği anlamına geliyor.yaratılışın bir tür kozmik dengesizlik,kozmik felaket olduğunu ve şeylerin bir hata sonucu var.olduklarını söylüyoruz.hatta ben daha da ileri giderek buna karşı koymanın tek yolunun hatayı üzerimize alıp sonuna kadar gitmekten geçtiğini öne sürüyorum.buna bir de isim bulmuşuz. sevgi diyoruz. sevgi tam da bu türden bir kozmik dengesizlik değil mi? dünyayı seviyorum veya evrensel sevgi gibisinden kavramlardan oldum olası iğrenmişimdir.ben dünyayı sevmiyorum. dünyadan nefret ediyorum ile dünyayı takmıyorum arasında bir yerlerdeyim.ama gerçekliğin tamamı bundan ibaret.çok aptalca. bu var ve ben onu umursamıyorum.benim için sevgi aşırı derecede şiddet içeren bir eylem sevgi hepinizi seviyorum demek değil.sevgi, bir şeyi seçiyorum anlamına geliyor ki burada yine o dengesizlik yapısı var.bu şey küçük bir ayrıntıdan, kırılgan bir bireyden ibaret dahi olsa...diyorum ki seni her şeyden çok seviyorum.bu gayet resmî manada, sevgi kötülüktür."

slavoj zizek
"bugünkü durumun tuhaflığını düşünün.bundan 30-40 yıl önce hâlâ geleceğin ne olacağını tartışıyorduk; komünist mi, faşist mi, kapitalist mi, her neyse.bugünse artık bunu tartışan yok. hepimiz sessizce küresel kapitalizmin kalıcı olduğunu kabullendik. öte yandan, kozmik felaketler bizde bir saplantı halini aldı. yeryüzündeki yaşamın bir virüs ya da dünyaya çarpacak bir asteroid yüzünden bütünüyle sona ereceğinden korkuyoruz. asıl paradoks şu ki yeryüzündeki yaşamın nasıl son bulacağını hayalimizde canlandırmak, kapitalizmin mütevazı bir kökten değişim geçireceğini hayalimizde canlandırmaktan çok kolay bu da "ütopya"yı yeniden icat etmemiz anlamına geliyor.ama hangi anlamda? ütopyanın iki sahte anlamı var. birincisi, ideal bir toplum hayal etme kavramı ki bunun asla gerçekleşmeyeceğini biliyoruz.diğeriyse, yeni ve sapık arzularla kendini bulan kapitalist ütopya ki bu arzuları doyurmanıza izin vermekle kalmıyor sizden onları doyurmanızı adeta rica ediyor.gerçek ütopya ise, durum meselesiz olduğunda; olası ölümün koordinatları dahilinde çözümlenebilmesinin bir
yolu bulunmadığında ortaya çıkar.saf bir hayatta kalma güdüsünden yola çıkarak yeni bir mekan icat etmek zorundasınız. ütopya özgür bir imgeleme değildir.ütopya en içten gelen bir zorunluluk meselesidir.onu tek çıkış yolu olarak hayal etmek zorunda kalırsınız ve bugün ihtiyacımız olan da budur. "

slavoj zizek

SLAVOJ ZİZEK

1949 yılında bugün Slovenya’nın başkenti olan Ljubljana’da doğdu. Zizek bir sosyal bilimci olarak kendisine kurduğu matriksi bu coğrafyaya borçludur. Üniversite eğitimine sosyoloji ve felsefe alanında başladı. Yüksek lisansını (1975) felsefe alanında doktora derecesini de (1981) yine felsefe alanında Ljubljana Sanat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde tamamladı. İkinci doktorasınıysa Paris VIII Üniversitesi’nde psikanaliz alanında 1985 yılında tamamladı. Bu dönemde Jacques Lacan’ın asistanı olan Jacques Alain Miller ile çalıştı. 1970’lerin ilk yarısında düşüncelerini şekillendiren Fransız düşünürler Lacan Derrida ve Foucault oldu. 1970’lerde Slovenya’da Kuramsal Psikanaliz Derneği’ni kurdu.
Serefini bir yana birakan inkilap, bu duygunun egemen oldugu kaynaklarina ihanet etmis olur.

Albert Camus
Resmi tarih oldum olası büyük katillerin tarihidir. Kabil, Habil'i bugün öldürmüş değil, ama bugün Kabil, Habil'i akıl uğruna öldürüyor ve onur madalyası istiyor.

albert camus