28 Temmuz 2010 Çarşamba

GÜNEŞİN IŞIĞI

GÜNEŞİN IŞIĞI

her şey güneşi seviyor
hattâ denizler bile
denizlerde nefes alan sen bile
ve biz
güneşi değil ışığını seven insanlarız

güneş içime vuruyor

güneşin ışığı var
güneş yok
güneşin ışığını kim anlatabilecek

pazar pazar gezmek
dağ dağ dolaşmak
ve ormanlarda kalmak

güneşin ışığını anlatacak olanı arıyorum

güneş içime vuruyor



Asaf Halet ÇELEBİ

DOĞADAN İSTEK

DOĞADAN İSTEK

Beni geçmişin dehşetiyle besle
beni geleceğin özsuyuyla

...Küpeler tak kulaklarıma kirazlardan
mendilimi fesleğenlerle yıka

Bana çılgın bir gürleyiş bellet
yankısıyla kapan üstüme geceleri

Benimle rüzgarları tanıştır
gözlerimi boralara düğümle

Beni kankardeşi bilsin gözyaşların
beni umudunla büyüle

Bana ıssız gecelerden yıldız kaymaları sun
beni ucu kıl birbirine sürtünen çakmak taşlarının

Koynuma başakları yıkayan yağmurunla yağ
kasıklarımı zeytin yapraklarıyla yenile

Ben seni esir alayım şiirlerle
Sen beni kul bil kendine



Nihat BEHRAM

MEMLEKETİMİN ŞARKILARI

MEMLEKETİMİN ŞARKILARI

Ben, bizden olan bütün insanların dostu;
Adı, haritalarda bile bulunmayan
Bir köyündenim Anadolu'nun.
Güzel şeylere hasrettir memleketim,
Güzel şeylere hasret bu dünya.
Yıllardır, kanda ve ateşte mısralarım
Yanan şehirlerin,
Ağır tankların tekerlekleri arasında.
Biliyorum,
Yaylım ateşlere girilmiştir gönlümüzce
Pasifik kıyılarından Volga'ya kadar.
Benim arzumanım kaldı
Hürriyet boylarında tank oynatanlarda.
Bütün kıtalarda
Tulu arzda, islam içinde, küffar içinde
Mülhit, mümin ve vatanseverim.
Fakir, cefacı topraklarım içinde
Mendil tutanım, diz vuranım, baş çekenim
Zeybekte, halayda, tamzarada...
Ben küçük Yusuf'um Çit köyünde
Çapak çapak ela gözlerim;
Kıl keçim kısır, annemin memesi yara.
Benim saçlarım belik belik,
Bıyıklarım burma burma
Gözlerim kara kıyma renginde, ama
Erzincan oynamış ağlamışım
Irgatlık etmişim el kapısında.
Dolu vurmuş bahçelerimi,
Çekirge inmiş tarlarıma.
Ben bir yolcuyum hemşeri
Manisa bağlarından geçtim
Aydın incir tarlalarından.
Çığlıklar getirdim
Üzümleriyle beraber çürür gibi düşen
İnsanlarımdan.
Sıcak tuzsuz gevreklerinizi yemişim
Alaca karanlıkta... Buca'lı işçilerim.
Unutur muyum seni
Derdini, ekmeğini bölüştüğüm
Türküleriyle bizi ağlatan memleketlim.
Karadeniz'in Rumelikarı tütünü,
Bende türküler oldu ağlamaklı,
Bende türküler oldu dizim dizim.
Doldurdum sineme, ciğerlerime,
Doldurdum derdi mihneti
Pamuk tozunu, kömür tozunu;
Memleketimin şarkıları kadar acı çektim.
Ben Ahmet Çavuş'um
"Attığım kurşunlar gitmezdi boşuna
"Şimdi kuzgunlar iner taze leşime".
"İki kere kesemden everdiğim"
Dost dediğim kıydı bana.
Ben Kürtoğluyum derim ki "Yiğitlik kadim"
Ben Nazif'im "Urfa'ya karşı vurdular beni"
Ağlasın Urfa.
Ben şairim
Halkların emrinde, kolunda, safında.
Satırlarım vardır kahraman,
Satırlarım vardır cılız, cesur ve sıtmalı.
Ahdim var :
Terli atlet fanilalı göğüslerden
Püfür püfür geçeceğim.
Bir de aşıkım, kanlıbıçaklı
Yar için serden geçeceğim.
İnan ki ciğerparem, inan ki sevgilim
Bu hususta :
"Üçten, beşten, senden geride kalan değilim"

Enver Gökçe
sii-dostlari@hotmail.com

27 Temmuz 2010 Salı

ışıklarla oynamayın

başımı döndürüp bakamıyorum
nasıl kaldı gerilerde onca yıl


karanlık bir gömütlüğü düşte geçmiş gibiyim
tatmadığım bir içkiyi bir akşam
afrikasal bir törende içmiş gibiyim
birdenbire kan yağmurlu bir bulut
birdenbire kan kokulu bir duman
şaşkınlıktan gemileri yakmış gibiyim


ışıklarla oynamayın / dedim ben size
yararı yok karanlıkta sürek avının
dedim ben size
yanlış kalemlere kayar elleri yazıcıların
tutanaklar yanlış yazar
dedim ben size


karanlığı az kullanın / kirliler kokar birgün
birgün yanar bu ışıklar sırıtır suratlarınız
kirlilere sığınmayın / dedim ben size
yararı yok oynaşmanın törensel aklıklarda
kaçın kaçabilirseniz uzak sulara
ışıklarla oynamayın / dedim ben size

HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Ateşte Unutulmuş Ferman

herkes kendi ateşini başkasının cehenneminde sınar
kendi külünde söner bütün rüzgârlarına yazıldığın akşam

...ateş tadında kum tadında kalarak
derinleştirir bazı ayrılıkları zaman

al ağrını git buradan
en uzun eylülü ömrümüzün

uyutmuyor seni ne kömürleşmiş bu gurur
ne göğsündeki kaplan

seçilmiş taş milyonlarca taş arasından
başını vurduğun
çok gençti genç olmak için bile
kendi zamanına muhtaç
kendiyle dalgın

daha yolun başında görülüyordu
menzilindeki noksan

ömrünce sızlayacak
kayıplar sarayında ateşte unuttuğun ferman

Murathan Mungan

Bütün iyi kitapların sonunda

Bütün iyi kitapların sonunda
Bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda
Meltemi senden esen
...Soluğu sende olan
Yeni bir başlangıç vardır.
...
Parmağını sürsen elmaya, rengini anlarsın
Gözünle görsen elmayı, sesini duyarsın
Onu işitsen, yuvarlağı sende kalır
Her başlangıçta yeni bir anlam vardır.

Nedensiz bir çocuk ağlaması bile
Çok sonraki bir gülüşün başlangıcıdır.

Edip CANSEVER

İnsan Ve Deniz

Sen, hür adam, seveceksin denizi her zaman;
Deniz aynandır senin, kendini seyredersin
Bakarken, akıp giden dalgaların ardından.
...Sen de o kadar acı bir girdaba benzersin.

Haz duyarsın sulardaki aksine dalmaktan;
Gözlerinden, kollarından öpersin, ve kalbin
Kendi derdini duyup avunur çoğu zaman,
O azgın, o vahşi haykırışında denizin.

Kendi aleminizdesiniz ikiniz de.
Kimse bilmez, ey ruh, uçurumlarını senin;
Sırlarınız daima, daima içinizde;
Ey deniz, nerde senin iç hazinelerin?

Ama işte gene de binlerce yıldan beri
Cenkleşir durursunuz, duymadan acı, keder;
Ne kadar seversiniz çırpınmayı, ölmeyi,
Ey hırslarına gem vurulmayan kardeşler!

Charles Baudelaire

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Yine De Gülümseyerek

Ne sağnaklar görmüşüz, yarılan gökyüzünden alnımız
yıldırımlarla ağmış,
ne rüzgarlar çınlamış bağrımızda, coşkusundan kırılmış
kaburgamız,
dişlenip kayaları ne ateşler yakmışız, aşmışız ne zifir
uçurumlar,
yine de ürkütmeden öpmüşüz bir ceylanı gözlerinin
yaşından
incitmeden tutmuşuz ağzımızda yorulan kelebeği;
şimdi asmalardan korukların tadı silinmiş,
sesimizde sendeleyen bir keder,
uykusuzluk serin serin sızıyor acıyan tenimizden;
ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzde aşkın yeri çok derin.

Ne azgın canavarlar üstüne yürümüşüz bir demet
çiçek için,
neyimiz var neyimiz yok vermişiz bir narin dilek için,
yıllarını taş duvara örmüşüz ömrümüzün bir hırçın
yürek için;
şimdi çevremizde yosunlaşmış sessizlik,
yabanıyız gittiğimiz her şehrin, çiğdemsiz, kükremesiz,
kimsecikler sezmiyor boynumuzdan didişen örümceğin
zehrini;
ziyanı yok, nasıl olsa nabzımızda durulanır yaşamanın
iksiri.
Ne güzel sevmişiz, ağzımızda mavi bir tat kekremiş,
ne sızılar sarmışız yumuşacık öpüşlerin çığlığını kuşanıp,
şafaklar tutuşkunu şarkılar yuvalanıp ne mintanlar yırtmışız,
şimdi usulcacık ürpersek kara gece uykumuz kaçacak
kadar delik
üstümüz çimensiz tepeler gibi bereketsiz, örtüsüz, serin;
ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzün çayırları ipekten,
bakışımız lekesiz.

Ne masalar düzmüşüz kıvrımları gümüş, kakmaları sedeften,
ne milyonlar yanından başeğmeden geçmişiz, huyumuz
değişmemiş,
hayatımız günbegün çarpışarak yaşanılan sırların ürünüdür;
şimdi kar altında avcumuz, avurdumuz ilaçsız,
ıssızlaşmış sabahlar, yoksunluk arsızlaşmış,
kaçışır yolumuzdan gölgesini de alıp o şaklabanlar
inildesek açlıktan;
ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzün dağı taşı altından.

Ne devlerle dalaşmış kanımızı göstermeden silmişiz.
ne kudurgan günlerde elimizi dost eline titremeden vermişiz,
bir ömür seğirtmişiz bir nefes beklemeden;
şimdi nice anışların dudağı üşüyen bir çocuk kadar uçuk,
nicesi elsıkışların sahtekar çıkmış.

- Bizi eşkiyalar soymamış abi
muhabbet yıkmış!

NİHAT BEHRAM

Bir Daha Bana Benzeme Angel/şiir

Yağmura çok teşekkür ederim
Bu gece yalnızca cesedime yağdı

Bana bir şey olursa diye korktum
Seni birkaç saniye düşünürsem;
Düşünürken üşürsem diye korktum
Oturup siyah portakallar yedim
Oturup korkunç kitaplar okudum
İçimde bir sıkıntı gibi cinayet
İçimde bir sığıntı gibi telaş
İçimde felaket gibi bir merak
Bislerimin uzağına düştüm, şimdi çok üzgünüm
Şimdi çocukluğumun uzağına da düştüm
Daha da düşersem diye korktum
Seni birkaç saniye düşünürsem;
Ay kıvrılırsa diye
Kan kıvranırsa diye
Can sıçrarsa ölürken bir yerlere,
Daha da ölürsem diye korktum
Seni birkaç saniye düşünürsem;
Sessem, sersem bir heceysem eğer
Seni bir kelime edersem diye korktum
Seni kötü bir cümlede kullanırsam
Adını söylerken takılırsam, yalnış telaffuz edersem
Böyle bir günah işlersem
Tanrı affeder diye korktum

Yağmura çok teşekkür ederim
Bu gece yalnızca bu şiire yağdı

Sağol aşkım
Sağol kırık kolum, kesik bileğim, kırık yüzüm,
Kesik geleceğim, kırık sonsuzluğum

Her şeye rağmen
Yağmura bulanmış, güzel bir yazdı


Küçük İskender/1 temmuz 2004

23 Temmuz 2010 Cuma

modernliğin sonuçları

postmodern durum, bizleri, bilinen geçmişi ve tahmin edilebilir geleceği olan varlıklar olarak tarih içine yerleştiren kapsamlı 'olaylar dizisi'nin , o 'büyük anlatı'nın uçup gitmesiyle ayırt edilir. postmodern bakış açısı, bilgiye yönelik hetorejen görüşlerin çoğunluğunu kabul eder; bilimin burada ayrıcalıklı bir yeri yoktur. bir postmodernlik dönemine girmek yerine , modernliğin sonuçlarının eskisinden daha çok radikalleştiği ve evrenselleştiği bir başka döneme doğru gidiyoruz. modernliğin ötesinde oluşmakta olan yeni ve farklı bir düzenin ana hatlarını algılayabiliriz; bu düzen 'postmodern'dir , ama , şu anda birçokları tarafından 'postmodernlik' olarak adlandırılandan da oldukça farklıdır.
modernliğin üç temel kaynağı, her biri diğeriyle bağlantılı olmak üzere , ayırt edilmiş bulunmaktadır.
bunlar ;
1-zaman ve uzamın(yer) ayrılması, bu , sınırsız ölçekte zaman-uzam uzaklaşmasının bir koşuludur. zaman ve uzamın kesin biçimde dilimlenmesinin yollarını sağlar .
2-yerinden çıkarma düzeneklerinin gelişimi , toplumsal sistemlerin yerinden çıkarılması, toplumsal ilişkilerin yerel etkileşim bağlarından 'kaldırılması ' ve sonsuz uzaklıktaki 'zaman-uzam' boyunca yeniden yapılandırılması
3-bilginin düşünümsel temellükü; toplumsal yaşama ilişkin sistematik bilgi üretimi , toplumsal yaşamı geleneğin değişmezliklerinden uzaklaştırarak sistemin yeniden üretiminin bütünleyici bir parçası durumuna gelir.

burada ele alındığında, modern kurumların bu üç özelliği modern dünyada yaşamın neden dikkatlice yönlendirilen ve ustaca sürülen bir araba içinde olmaktan çok hızla giden büyük bir 'juggernaut (Hint mabudunun ismi; eskiden tekerleklerinin altına atılarak insanların kendilerini ezdirdiği bu mabudun heykeli; insanın kendisini körü körüne feda etmesini gerektiren inanç. )' üzerinde olmaya benzediğini açıklamaya yardımcı olacaktır.
kaynak/modernliğin sonuçları-anthony giddens

21 Temmuz 2010 Çarşamba

ADAGIO

ADAGIO

Yaşamın vişne rengi dudakları vardır sevgilim
öpüşün kadar sıcak ve tatlı
özgürlük türküleri de... söylenir bu dudaklarla
sevda türküleri de
vişne rengi dudakları vardır sevdanın
gülümser dudakların gibi titrek ve dokunaklı
okyanus olur sarar dünyayı
ölümün vişne rengi dudakları kimi kez
dudaklarınca içten ve inançlı
ölüm asude bahar ülkesi değildir o zaman

ölüm:
yiğit ve sevecen bir yaşamın
mutlu günlere sunulmasıdır
canlı bir gül gibi somut
ayrılık yoktur artık zaman içinden
yaşamın ve sevdanın, ölümün kimi kez de
öpüşün kadar sıcak ve tatlı
vişne rengi dudakları vardır sevgilim...

A.KADİR

BULUŞMAK ÜZERE

BULUŞMAK ÜZERE
Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda g...üneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni

Diyelim için çekti bir sabah vakti
Erkenceden denize gireyim dedin
Kulaç attıkça sen
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
Ege denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi de dibe dalayım diyorsun
İçine doğdu belki de
İşte çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüşler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni

Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya
Çakmak çakmak gözleri
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı
Herkes orda sen de ordasın
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
Özgürlüğe mutluluğa doğru
Her işin başında sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım

Can YÜCEL

şiir/BİLİYORUM SANA GİDEN

BİLİYORUM SANA GİDEN

Biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni

...Ne kadar yakından ve arada uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi

Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini

Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım
Ben artık adam olmam bu derde düşeli

Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki

Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği

Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;
Hangi şarkıyı duysam, bizimçin söylenmiş sanki

Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini

Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri

Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
Bu böyle pek de kolay değil gerçi...

Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
Bunun verdiği mutluluk da az değil ki

Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki

İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:

Bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri

CEMAL SÜREYA

17 Temmuz 2010 Cumartesi

insana mutluluk sağlayan soyut sanata insan nasıl ulaştı

insana mutluluk sağlayan soyut sanata insan nasıl ulaştı sorusunun cevabı toplumlara göre değişmektedir. ilkel toplumlarda dış dünya olaylarının gösterdiği belirsizlik ve değişiklik, onların evren hakkındaki bilgilerinin yetersizliğinden ötürü bu toplumları soyut sanata götürmüştür. çünkü, ilkel toplumlar , dünya tablosundaki bu karışıklık karşısında duydukları korku nedeniyle güvenilecek sağlam bir nokta , bir huzur noktası ararlar ve bu huzur noktasını da değişmez, mutlak biçimlerden oluşan soyut sanatta bulurlar. soyut sanat biçimlerinde buldukları bu değişmez, mutlak düzen, onlara emprik dünyanın değişmelerinden ve belirsizliklerinden kaçıp, soyut sanatın değişmez biçimlerinde huzur duymaya götürür. Worringer'e göre , bundan ötürü insanın ilk yarattığı sanat, soyut sanattır. çünkü, natüralist sanat, insanın evren ile kuracağı bir dostluk, bir sempati ilgisi ile ancak kurulabilirdi. bunun için , her şeyden önce , doğanın ve nesnelerin , bir korku objesi olmaktan çıkmaları gerekirdi. buna göre de, natüralist sanatın soyut sanattan sonra gelmesi gerekirdi.
ama buradan hiçir yolda, soyut sanatta ilkel budunların dışında uygar insan toplumlarında rastlanamaz gibi bir sonuç da çıkarmamak gerekir ve böyle bir çıkarım büyük bir yanlış olur. uygar toplumlarda da yine soyut sanat üslubuna rastlanır. ancak , ilkel toplumlarda soyut sanatı doğuran nedenler ile uygar toplumlarda soyut sanatı doğuran nedenler birbirinden farklıdır. şöyle ki; ilkel toplumlar evren hakkındaki bilgisizliklerinden ötürü soyut sanata gittikleri halde, uygar toplumlar daha başka nedenden soyut sanata giderler, çünkü onlar , bilim ve uygarlığın gelişmesi ile evren hakkında yeterince bilgi sahibidirler. worringer , uygar toplumları soyut sanata götüren nedeni felsefi bir kavram olan 'kendiliğinden şey' kavramında bulur. 'ancak insan zekası, binlerce yıllık bir gelişmeyle rationalist bilginin bütün yolunu geçtikten sonra, onda bilmenin en son alınyazısı olarak 'kendiliğinden şey' duygusu yeniden uyanır. ama daha önceden bir içtepi olan şey , şimdi bir bilgi ürünüdür. bilmenin gururundan aşağı doğru yuvarlanan inan , 'içinde yaşadığımız bu görünüş dünyasını ' maja'nın bir eseri, yaratılmış bir büyü, süreksiz, görme sanısına ve rüyaya benzeyen, kendi başına tözü olmayan bir görüntü , insan bilincini çevreleyen bir peçe olduğunu , var ya da yok dememizin kendisi için hem doğru hem yanlış olan şeyi (schopenhauer) tanıdıktan sonra , tıpkı ilkel insan gibi , dünya tablosu karşısında yitik ve çaresiz kalır. '
uygar insan da tıpkı ilkel insan gibi, bu yitiklikten , bu çaresizlikten kurtulmak için mutlak, kendi başına varlığa ulaşmak ister. bunun olanağını da , tıpkı ilkel insan gibi, soyut sanatta bulur. soyut sanatta gemometrik yasal biçimlerde ancak insan özlemini duyduuğu huzur ve mutluluğa kavuşabilir.
görüldüğü gibi worringer, soyut sanatı, bir psikolojik etken, bir içtepi ile açıklıyor. ne var ki, bu soyutlama içtepisi ilkellerde bilinçsiz bir mekanizm ile soyut sanata götürdüğü halde, uygar insanda bu içtepi , bukez bilinçli bir duyguya dönüşerek metafizik bir nitelik elde eder. çünkü, kendiliğinden şeyi, değişmeyen, mutlak varlığı arayan uygar inan, buna soyut sanatta geometrik yasal biçimlerde ulaşır. böyle bir geometrik yasal dünya, ana niteliği ile nesneler dünyasında 'kendiliğinden şeyi' bize gösteren ve daha platon'dan , aristoteles'ten beri felsefede 'eidos' , 'essentia' adı verilen metafizik şeydir. buna göre, soyut sanat, özü gereği metafizik bir sanattır. .
worringer'in , tüm soyt sanatın ana niteliği olarak gösterdiği bu empirik 'realiteden mutlak değişmeyene kaçış' , bir değişmeyen öz arama özelliği , bu metaizik özellik acaba çadaş soyut sanat için de geçerli midir? böyle bir soru, bizi soyut sanatı özce belirlemeye götürür. o halde soyut sanat özce nasıl bir sanattır?


kaynak/ismail tunalı
felsefenin ışığında
modern resimden avangard resme/devam edecek

MERAK/şiir

MERAK
siz şimdi bana bir kucak
gökyüzü getirebilir misiniz demir örgülerle parçalanmamış
suda serin suda pırıl pırıl akan bir yaprak
bana çiçek kokusu bana deniz bana toprak
boyunca mayısa batmış bir ağaç büyütebilir misiniz bana
verebilir misiniz muştusunu silahları susmuş bir dünyanın
aç doydu güneşe sarındı çıplak-diyebilir misiniz
söyleyin bana
okuyabilir misiniz kurtuluş haberlerini şiir tadında
güney afrika'da
kara öfke
kara bir kartal
gibi kondu
karanlığın gözüne
alaydınlık bir sabah doğdu
zencilerin yüzüne-
mesala

gencecik ölüp gitmek birşey değil
şu kahrolası merak olmasa

Nevzat ÇELİK

13 Temmuz 2010 Salı

soyut nedir? çağın anlayışı içinde 'soyut'un belirlenmesi

soyut nedir? çağın anlayışı içinde 'soyut'un belirlenmesi

çağın başında wilhelm worringer, sanat tarihine yeni bir araştırma mantığı getirirken, tüm sanat yaratmaları için iki kavram saptamak ister. bu iki kavram, iki temel içtepiyi, iki psikolojik fenomeni karşılar. bunlardan biri , bütün natüralist eğilimli sanat anlayışlarının dayandığı özdeşleyim içtepisi, öbürü de tüm anti-natüralist, soyut eğilimli sanat anlayışlarının dayandığı 'soyutlama' içtepisidir.
özdeşleyim kavramını, theodor lipps'den alan worringer, bununla; doğaya yönelik, doğa ile mutlu bir ilgi kurmak isteyen sanat üsluplarını açıklamak ister.şöyle ki özdeşleyimde insan, kendi varlığının dışında bulunan obje'lere yönelir, onların varlığında kendi duygularını ve tinsel etkinliğini , özgürlüğünü yaşar. ancak, bunun olabilmesi için, önce insan ile insan suje'si ile doğa ve doğal nesneler arasında bir güven ve bir sempati ilgisinin doğmuş olması gerekir. böyle bir güven ve sempati ilgisi, insanı doğaya ve nesnelere götürür. insan, karşılaştığı bu nesnelere kendi duygu ve tinsel etkinliğini yükler. estetik haz , böyle bir süreç içinde doğan bir ürün olur. çünkü, estetik haz, insanın duygularını yüklediği bir nesnede, kendi duygularını yaşamasından doğar..
ancak worringer, th. lipps'den aldığın ve lipps'in de tüm sanat yaratmalarına uyguladığı bu özdeşleyim içtepisininin tüm sanat yaratmalarına uygulanamayağını , yalnız bir tür sanat yaratmalarına , natüralist sanat yaratmalarına uygulanabileceğini saptamak ister. buna göre anti-natüralist sanat anlayışları özdeşleyim kavramı ile açıklanamaz. bu anti-natüralist sanat anlayışları ise 'soyut' kavramı altında toplanır . şu halde , soyut sanat anlayışı özdeşleyim ile açıklanamayacağına göre , soyut sanatı açıklayacak bir başka kavrama gereksinme vardır bu kavramı worringer 'soyut ' içtepisinde bulur.
buna göre , iki içtepimiz var; özdeşleyim ve soyutlama içtepileri. bir de bunların karşılıkları olan iki üslup var: natüralist ve soyut üslup . yukarıda, natüralist üslup ile arasındaki ilgiye kısaca değinmiştik. bu ilgi insan süjesi ile doğa varlığı arasında kurulan mutlu bir ilgiye dayanıyordu. şimdi, soyutlama içtepisi açısından insan ile doğa arasındaki ilginin nasıl bir ilgi olduğunu sorabiliriz. söylememiz gerekir ki , bu ilgi insanın dış dünya ve dış dünya olayları karşısında duyduğu bir iç huzursuzluğunu ve tinsel bir korkuyu dile getirir. insanın bağlamsız, karmaşık ve sınırsız dünya olayları karşısında duyabileceği en belirgin
duygu , iç huzursuzluğu ve korku duyguları olacaktır. ama öte yandan, insan, evrende güven ve huzur içinde, korkusuz yaşamak ister. insan bu huzur ve güven ihtiyacını nasıl karşılayacaktır ? insan , bu huzur ve güveni sanatta, sanat biçimlerinde bulacaktır. ancak , sanatta huzur ve güven bulma olanağı, artık özdeşleşimde olduğu gibi , "dış dünyanın nesnelerine kendini vermek onlar aracılığı ile kendi kendinden haz duymak değildir; tersine , her bir nesneyi keyfiliğinden ve görünüşteki tesadüfiliğinden kurtarma , onu soyut biçimlere yaklaştırarar ölümsüz kılma ve böylece görünüşler dünyasında sığınılacak bir huzur noktası bulmaktır. "
insanı dış dünyanın keyfilik ve korkusundan kurtaracak olan bu huzur noktası , ancak keyfi ve desadüfi olan her şeyi sanatta 'mutlak' değerlere götürmek ile elde edilebilir. bu mutlak değerler , real yaşamın dışında, soyut biçimler dünyasında , soyut sanatta ancak kavranabilir. yalnız soyut sanat biçimleri , mutlak değerler olarak, insana huzur ve mutluluk sağlarlar.
şimdi , insana mutluluk sağlayan bu soyut sanata nasıl ulaşılabildiğini sorabiliriz........


kaynak/ismail tunalı
felsefenin ışığında
modern resim

felsefe konuları

Genel Doğu felsefesi · Batı felsefesi · Felsefe tarihi: Antik · Orta Çağ · Aydınlanma ·Rönesans felsefesi ·17. yüzyıl felsefesi ·18. yüzyıl felsefesi · 19. yüzyıl felsefesi ·20. yüzyıl felsefesi
Dallar Estetik · Etik · Epistemoloji · Mantık · Metafizik · Felsefe tarihi · Eğitim felsefesi · Coğrafya felsefesi · Tarih felsefesi · Felsefi antropoloji · Dil felsefesi · Hukuk felsefesi · Matematik felsefesi · Zihin felsefesi · Meta-Felsefe · Fizik felsefesi · Siyaset felsefesi · Din felsefesi · Bilim felsefesi · Postmodern felsefe · Teknoloji felsefesi · Savaş felsefesi ·Tarih felsefesi
Ekoller Analitik felsefe · Kıta felsefesi ·Batı felsefesi · Eleştirel teori · Yapısöküm · Determinizm · Diyalektik Materyalizm · Deneycilik ·Rasyonalizm ·

Varoluşçuluk · Hegelcilik · Hermeneutik · Hümanizm · İdealizm · Mantıksal pozitivizm · Materyalizm · Yeniplatonculuk · Nihilizm · Fenomenoloji · Platonizm · Pozitivizm · Postmodernizm · Postyapısalcı felsefe · Pragmatizm · Görelilik · Skolastisizm · Septisizm · Stoisizm · Yapısalcılık ·Feminist eleştiri

Yapısal bilimler dahilindeki alanlar

Matematik | Mantık | Kaos kuramı | Oyun kuramı | Felaket kuramı | Bilişim bilimi | Bilgi kuramı | Felsefe | Sistem kuramı | Kibernetik | Sinerjetik

felsefe konusunda ele alınacak başlıklar

* Felsefe Tarihi
* Felsefi Düşünce
* Materyalist Felsefe
* Naturalist Felsefe
* Realist Felsefe
* İdealist Felsefe
* Varoluşçu Felsefe
* Spiritualist Felsefe
* Göreci Felsefe
* Bilinemezci Felsefe
* Nihilist Felsefe
* İrrasyonalist Felsefe
* Fenomenoloji
* Uzlaşımcı Felsefe
* Dogmatik Felsefe
* Hristiyan Felsefesi
* Yahudi Felsefesi
* İslam Felsefesi
* Skolastik Felsefe

felsefe sözcüğünün diğer kullanımları

Bir bilim dalı veya bir bilim disiplini olmamasına rağmen "düşün" ve "bilim" sözcüklerinin birleştirilmesiyle Türkçeleştirilmeye çalışılmış olan "felsefe" sözcüğünün birinci anlamı dışındaki anlamlarıyla ilgili olarak aşağıdakiler gösterilebilir:

* Bir filozofun, bir felsefe okulunun, bir çağın öğretisi anlamında da kullanılır. Ör: Aristo felsefesi

* Bir bilimin veya bilgi alanının temelini oluşturan ilkeler bütünü anlamında kullanılır. Ör: Matematik felsefesi

* Bir trajediye felsefi yaklaşmak, duygusal reaksiyonlar yerine, entelektüel bir mesafeden bakmak anlamına gelebilir. Bu tanım Sokrates'la ilgili bir örnekten kaynaklanmaktadır. Sokrat baldıran zehrini içmeden önce sakin bir şekilde takipcileriyle ruhun doğasını tartışmıştır.

* Halk arasındaki kullanımıyla felsefe edinilmiş bilgi, veya bir insanın hayat görüşü veya bir şeye erişmenin arkasındaki yöntem veya prensipler olarak da kullanılmaktadır. Buna aynı zamanda dünya görüşü de denilir.

* Bir konuda soyut düşünmek anlamına gelir.

bilim insanları /

Fergani
El-Kindi
Pisagor
Minkowski
Maclaurin
Leibniz
Leonhard Euler
D´Lambert
De L´Hospital
Ali Kuşcu
Gelenbevi İsmail Efendi
Kerim Erim
Salih Zeki
Vidinli Tevfik Paşa
Uluğ Bey
Ömer Hayyam
Boole (1815 - 1864)
Euclid
Laplace
Alan Turing
Peter Higgs
Samuel Morse
Feza Gürsey
Wilhelm Eduard Weber
Joseph Henry
Gustav Robert Kirchoff
Leonardo Da Vinci
Kadızâde Rûmi
Evangelista Torricelli
Batlamyus
Johann Gregor Mendel
El Biruni
Descartes
Alfred Nobel
Wright Kardeşler
Ferdinand Magellan
Henri Becquerel
Christiaan Huygens
John Dalton
Georg Friedrich Bernhard Riemann
Jean Baptiste Joseph Fourier
Francis BACON
Heinrich Rudolf Hertz
ibni Sina (lokman hekim)
Roger Penrose
Paul Dirac
Bernoulliler
Gottfried Wilhelm Leibniz
Edmond Halley
FIBONACCI
Schrödinger
De BROGLIE
Erzurumlu ibrahim hakkı
James Watt
Sir Joseph John Thomson
James Prescott Joule
George Simon Ohm
Anders Celsius
Konrad Lorenz
Robert Boyle
A. L. Lavoisier
Louis Pasteur
Werner Karl Heisenberg
Wolfgang Pauli
Lord (John William Strutt) Rayleigh
Wilhelm Conrad Röntgen
Andrei Sakharov
Erwin Schrödinger
Alan Mathison Turing
Albert Abraham Michelson
Ernest Orlando Lawrence
Paracelsus
Carl Friedrich Gauss
Andre Marie Ampere
Nicolas Copernicus
Johannes Kepler
Ernest Rutherford
Thomas Alva Edison
Marie Curie
Galileo Galilei
Michael Faraday
John Von Neumann
Richard Philip Feynman
Alexander Graham Bell
Stephen Hawking
Nikola Tesla
Max Planck
Niels Bohr
Archimedes
Aristotales
Blaise Pascal
Thales
Celsus
Isaac Newton
J. C. Maxwell
Albert Einstein

FELSEFE NEDİR

"Felsefe yapmak ölmeyi öğrenmektir."
Karl JASPERS
"Felsefe, neleri bilmediğini bilmektir."
SOKRATES
"Doğruyu bulma yolunda, düşünsel (İdealist) bir çalışmadır."
PLATON
"İlkeler ya da ilk nedenler bilimidir felsefe."
ARİSTOTELES
"Mutlu bir yaşam sağlamak için, tutarlı eylemsel bir sistemdir."
EPİKUROS
"Felsefe tanrıyı bilmektir ve gerçek felsefeyle, gerçek din özdeştir."
AUGUSTİNUS
"İnanılanı anlamaya çalışmaktır."
ANSELMUS
"İnanılanın inanılmaya değer olup olmadığını araştırmaktır."
ABAELARDUS
"Tanrıdır konusu, tanrının tanıtlanmasıdır."
A. THOMAS
"Eleştiridir."
CAMPENELLA
"Deney ve gözleme dayanan bilimsel veriler üzerinde düşünmektir."
F. BACON
"Felsefe yapmak doğru düşünmektir."
T. HOBBES
"Felsefe bir bilimdir ve geometrik yöntemi metafiziğe uygulamak gerekir, felsefeyi kesin bir bilim yapmak için."
DESCARTES

Felsefe akımları

Felsefe akımları

* Bilinemezcilik
* Diyalektik (Eytişimselcilik)
* Pragmatizm (Faydacılık, Yararcılık)
* Hedonizm (Hazcılık)
* İdealizm
* Materyalizm (Maddecilik)
* Modernizm
* Oluşturmacılık
* Postmodernizm
* Pozitivizm (Olguculuk)
* Fenomenoloji (Görüngübilim)
* Varoluşçuluk
* Yapısalcılık
* Yaraticilik

Felsefenin disiplinleri

Felsefenin disiplinleri (konu veya kategori felsefede disiplin ismini alır)

* Epistemoloji
* Estetik
* Etik
* Hukuk Felsefesi
* Metafizik
* Ontoloji
* Siyaset Felsefesi
* Teoloji
* Insan
* Zaman

Bilgi Felsefesi

Bilgi Felsefesi

Doğayı meydana getiren ana öğe (arkhe)’nin ne olduğunun merak edilip araştırılmasından itibaren ortaya çıkan felsefeye önceleri İlkçağ Felsefesi daha sonra Metafizik denilmiştir. Metafiziğin başlıca problemlerinin (Varlık, Tanrı, Ruh) duyu organlarımızın sağladığı bilgilerle çözümlenemeyeceği anlaşılınca; bu problemlerin akıl ve sezgiye başvurularak çözülebileceği görüşü ortaya çıkmıştır.
O halde bu yetiler (akıl ve sezgi ) gerçekten insan zihninde var mıdır? Varsa,varlığın gerisindekileri bilmemizi sağlar mı? Türünden sorular ortaya çıkmıştır. Bu ve buna benzer soruların cevaplarının araştırılması,bilgi felsefesini ortaya çıkaran en önemli gelişme olmuştur. Çünkü bu tür problemler bilgi felsefesini ilgilendirmektedir.
Bilgi Felsefesi;
1-Bilgi Kuramı(Epistemoloji) 2-Mantık alanlarından oluşur

1-BİLGİ KURAMI (Epistemoloji):


Bilgi Kuramının Konusu:
Bilginin; kaynağı,yapısı,metodları,imkanı,sınırları ve değeri (doğruluğu) ile ilgili problemlerin eleştirici bir gözle araştırılmasıdır.

Bilgi Kuramının Temel Kavramları:
Bilgi kuramının temel kavramları“suje”,”obje”, ve “bilgi” kavramlarının yanında; “doğruluk(hakikat,verite)”, ”gerçeklik(realite)”,”temellendirme” dir.

Doğruluk(hakikat,verite):
Algılar,kavramlar,bilimsel kuramlarla nesnel gerçek arasındaki uygunluktur.Yani bir ifadenin nesnesine uygunluğudur.Dünyadaki şeylerin ve olayların (olup bitenlerin)doğru ya da yanlış olması söz konusu değildir.Doğruluk, sadece düşüncelerin, yargıların,önermelerin özelliğidir.

Gerçeklik (realite):
Zamanda ve mekanda var olanların tümüdür.Gerçeklikle hakikati (doğruluğu) birbiriyle karıştırmamak gerekir.Çünkü gerçeklik, somut olarak var olanların bütünüdür.Hakikat (doğruluk)ise, var olana (ister gerçek var olana ister düşünsel var olana) ilişkin bilginin özelliğidir.
Örneğin;Pamuğun yumuşaklığı-Gerçeklik
Yer çekimi kanunu-Hakikat(doğruluk) tur.
Matematik ve mantık kuralları da bir hakikattir.

Temellendirme:
Bir düşüncenin, bir yargının,önermenin doğruluğunu gösterme,bu doğruluğun dayanaklarını gerekçelerini ortaya koyma demektir.
Doğrulama daha çok deneysel bilimlerin,Temellendirme ise formel bilimler ile felsefenin başvurduğu bir yoldur.
Örneğin:Felsefede önermelerin yargıların deney ve gözlem yoluyla doğrulanması söz konusu olmadığından gerekçe ve dayanak göstererek temellendirme yoluna gidilir.Bilgi Kuramı temellendirmek istediği kavram ya da soruları derinliğine,genişliğine araştırır ve aydınlatmaya çalışır.Bunu da genellikle çözümleme (analiz) ve betimleme (tasvir etme) yoluyla yapar.


Bilgi Kuramının Temel Soruları:
1-Bilginin değeri ile ilgili sorular;
Varlığın doğru bilgisi var mıdır?
Varsa bu bilgiler gerçek midir?
Elde edilen bilgiler kesin midir?
Kesin ve doğru bilgilerin ölçütü nedir?
Hakikat var mıdır?
Zihnimiz hakikate erişebilir mi?

2-Bilginin kaynağı ile ilgili sorular:
İnsanın elde ettiği bilgilerin kaynağı nedir?
Bilgilerimiz doğuştan mıdır?


Bilgi kuramının problemleri arasında, genel-geçer doğru bilgi var mıdır? sorusunun önemli bir yeri vardır.
Bu soru birbirinden farklı cevaplarverilmiştir. Bunlar:
Akla dayanan bilgi doğru bilgidir (Rasyonalizm,İnneizm,Apriorizm)
Deneye,tecrübeye dayanan bilgi doğrudur.(Empirizm)
Fayda ve başarı sağlayan bilgi doğrudur (Pragmatizm)
Olgulara dayanan bilgi doğrudur. (Pozitivizm)
Duyulara dayanan bilgi doğrudur. (Sensüalizm)
Sezgiye dayanan bilgi doğrudur. (Entüisyonizm)
İnsanın iç tecrübesinden elde ettiği bilgi doğrudur.(Mistisizm)
Vahye ve İmana dayanan bilgi doğrudur. (Fideizm)
Saf fenomenlere dayanan bilgi doğrudur. (Fenomenoloji)


2-MANTIK

Mantık;insan aklının kendi hakkındaki bilgisidir.Dar anlamda doğru düşünme kurallarını öğreten bilgidir.

Bilgi Kuramı–Mantık ilişkisi;
-Bilgi Kuramı bilginin objesi ile uygunluğunu temellendirirken mantığın kural ve ilkelerine dayanır.
-Mantık,düşüncenin akıl yürütme yoluyla ilgilenir,yargılar arası ilişkilerin doğruluğu önemlidir,
Bilgi kuramı için ise, içeriklerin doğruluğu önemlidir.



BİLGİ KURAMININ TEMEL PROBLEMLERİ

Bilgi Kuramının temel problemi Doğru bilginin imkanı (mümkün olup olmadığı) problemidir.
İlkçağ filozofları bilginin kaynağını sorgulamadan önce,bilginin değeri yani kesin doğru bilginin olup olmadığı üzerinde durmuşlardır.Bu soruya iki şekilde cevap verilmiştir:

1-Doğru Bilginin İmkansızlığı :

İlkçağ felsefesinin ilk dönemi bir doğa felsefesi niteliği gösterir.O dönemin filozofları sadece duyularla evrenin açıklamasını yapmaya çalışmışlardır.Yani naif (yöntemsiz,sistemsiz) bir empirizm (deneycilik) ile evren hakkında kesin bilgilere varılabileceğini sanmışlardır.
Evrenin oluşumu ve varlıkların kökeni ile ilgili sorulara cevap verilirken çelişkili görüşlerin ortaya çıkması,her filozofun kendi görüşlerinin doğru,diğerinin yanlış olduğunu iddia etmeleri,bu tür görüşleri şüphe(kuşku) ile karşılayan sofist denilen yeni bir grup düşünürün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Sofistler genel-geçer doğru bir bilginin varlığından ilk kez şüphe edenlerdir

SOFİSTLER SEPTİKLER



2- Doğru bilginin İmkanı

Doğru Bilginin mümkün olduğunu ileri sürenlerdir. Burada bilginin değeri ve kaynağı konusu birleştirilmiştir. Bunlara Dogmatikler de denilebilir. Dogmatizm: Bir takım ilkelerle insan bilgisinin mutlak hakikate ulaşabileceğini iddia eden anlayışa denir. Septisizmin tam zıddıdır

RASYONALİZM EMPRİZM KRİTİSİZM ENTÜİSYONİZM

POZİTİVİZM ANALİTİK FELSEFE PRAGMATİZM FENOMENOLOJİ

Felsefe Disiplinleri

şaşıp kalmak üzerine

Sevebilirim,
hem de nasıl,
dile benden ne dilersen,
canımı, gözlerimi
...
Kızabilirim,
ağzım köpürmez,
ama devenin öfkesi haltetmiş benimkinin yanında,
devenin öfkesi, kinciliği değil.

Anlayabilirim
çoğu kere burnumla,
yani en karanlığın, en uzaktakinin bile kokusunu alarak
ve döğüşebilirim,
doğru bulduğum, haklı bulduğum, güzel bulduğum herşey için, herkes için,
yaşım başım buna engel değil,
ama gel gör ki çoktan unuttum şaşıp kalmayı.
Şaşkınlık, alabildiğine yuvarlak açık ve alabildiğine genç gözleriyle bırakıp gitti beni.
Yazık.

'NAZIM HİKMET RAN'

9 Temmuz 2010 Cuma

Düşümde Gördüm Ki

Düşümde gördüm ki alıp götürüyorsun beni
beyaz bir patika üzeri
yemyeşil kırlar ortasında
mavi tepelere
dingin bir sabah vakti.

Hissettim ellerini ellerimde,
senin dost elini,
ve kız çocuğu sesin çaldı kulaklarımda
yeni bir çan gibi,
baharın şafağından
bakire bir çan gibi.
Ordaydılar, sesin ve ellerin,
düşümde, nasıl da gerçektiler!...
Sen yaşa, ey umut: Kim der ki
toprak aldı sinesine seni.

Antonio Machado

BU HEP BÖYLE OLMALI

Alıştır kendini biraz yalnızlığa...
Şöyle bir sağdan
Bir de soldan bak / Ara sıra
Yatağın senden uzun olsun
Düşlerin senden uzak
Ve /
Her bir kelime
Dilinde bir tuzak
Bak /
Yer gök yapayalnız
Lodos kendisinde
Poyraz yağmura gebe değil
Bu hep böyle ...
Ne sudan nefes aldın
Ne havayı içebildin
Sevdin / Sevdin /
Belki sevdin ama
Alıştır kendini biraz /
Yalnızlığa

FİKRET KIZILOK

EVDE YOKLAR

Durmadan avuçlarım terliyor,
İnildiyor ardımdan
Girdiğim çıktığım kapılar.
Trenim gecikmeli, yüreğim bungun,
Bir bir uzaklaşıyor sevdiğim insanlar.
Ne zaman bir dosta gitsem,
Evde yoklar.


Dolanıp duruyorum ortalıkta.
Kedim hımbıl, yaprak döküyor çiçeğim,
Rakım bir türlü beyazlaşmıyor.
Anahtarım güç dönüyor kilidinde,
Nemli aldığım sigaralar.
Ne zaman bir dosta gitsem
Evde yoklar.

Kimi zaman çocuğum,
Bir müzik kutusu başucumda
Ve ayımın gözleri saydam.
Kimi zaman gardayım
Yanımda bavulum, yılgın ve ihtiyar.
Ne zaman bir dosta gitsem,
Evde yoklar.

Bekliyorum bir kapının önünde,
Cebimde yazılmamış bir mektupla.
Bana karşı ben vardım
Çaldığım kapıların ardında,
Ben açtım, ben girdim
Selamlaştık ilk defa.

Metin ALTIOK