Psikanaliz aslında edebiyata çok şey borçludur. Freud'un temel dogması 'Oedipus Kompleksi' Yunan oyun yazarı Sofakles'in ( M.Ö 496-406 ) Oedipus Rex adlı karakterinden türemiştir.
Psikanalitik eleştiri sık sık kurgusal karakterizasyon çözümlemesine başvurur. Ve Freud'un Küçük Hans , Dora , Fare Adam gibi vaka incelemel...eri 'bilimsel' anlamda taşıdıkları değer ne olursa olsun , onun öykücülüğünün büyük örnekleridir.
eleştiriel teori /alıntı
İnsan yansıtılan dünya içerisinde kendine özgü dünyasını yaratıp o dünyayı kendine özgü kılmakla gerçek benliğine kavuşur
12 Şubat 2011 Cumartesi
'insanın ölümü'
'insanın ( ya da öznenin) ölümü' kavramı , mantığı kullanarak çevresine hakim olan ve kültürel ilerleminin merkezinde yer alan geleneksel 'aydınlanmacı 'insan ' kavramı bir yanılsamadır. bizler aslında sistemler tarafından yönetilmekteyizdir.
'yeniden düşünme 'eylemi , bireyin öz gerçekleştirmeye ve ken...dini (sanatsal veya ekonomik alanlarda ) ifade etmeye olan bağlılığı üzerine temellenmiş bütün bir kültürel geleneğe meydan okumaktır.
eleştirel teori /alıntı
'yeniden düşünme 'eylemi , bireyin öz gerçekleştirmeye ve ken...dini (sanatsal veya ekonomik alanlarda ) ifade etmeye olan bağlılığı üzerine temellenmiş bütün bir kültürel geleneğe meydan okumaktır.
eleştirel teori /alıntı
ÖZGÜRLÜK
Kuşlar özgürlüğü kanatlarıyla yazarlar
Göklerin serin mavisine
Özgürlük biraz benzer
......Güllerin çocuk yüzlü durgun güzelliğine
Özgürlük biraz benzer
Denizlerin ufuklarda başlayan bitmezliğine
Beyazlara çizilen yorgunluk
Silinir martıların korku veren sesinde
Ne varsa göklerde var
Ovalardan ufuklara kadar
Ne varsa gözlerinde
AFŞAR TİMUÇİN
Göklerin serin mavisine
Özgürlük biraz benzer
......Güllerin çocuk yüzlü durgun güzelliğine
Özgürlük biraz benzer
Denizlerin ufuklarda başlayan bitmezliğine
Beyazlara çizilen yorgunluk
Silinir martıların korku veren sesinde
Ne varsa göklerde var
Ovalardan ufuklara kadar
Ne varsa gözlerinde
AFŞAR TİMUÇİN
zamanı sorgulamak
aslına bakılırsa
insanı sorgulamaktır
bütün yaptıklarıyla
işte bunun içindir
...dilimizden düşmeyen
hani şu gündelik
saat kaç sorusunda
duyulunca ürperten
itici bir yan bulunur
kaçı kaç geçiyordur
kaç vardır ya da
alnında bir damar
birdenbire burulur
sanki sana değil de
yüreğinden sorulan
olabildiğince arsız
ve aç bir sorudur
leylaklar açtığında
kaçı kaç geçiyordur
metin altıok
insanı sorgulamaktır
bütün yaptıklarıyla
işte bunun içindir
...dilimizden düşmeyen
hani şu gündelik
saat kaç sorusunda
duyulunca ürperten
itici bir yan bulunur
kaçı kaç geçiyordur
kaç vardır ya da
alnında bir damar
birdenbire burulur
sanki sana değil de
yüreğinden sorulan
olabildiğince arsız
ve aç bir sorudur
leylaklar açtığında
kaçı kaç geçiyordur
metin altıok
SÜREYA'NIN ŞİİRİNDE NELER VAR
...............................................
................................................
yumuşak yüzlü, doğru sözlü bir ayna var;
...bakanı yüreğiyle buluşturan.
doğudan batıya esen bir ebruli rüzgar var;
eğrilmiş yedi ayrı bahardan .
soluk soluğa, ter içinde bir firari tarih var;
kurtulmuş siyaset tuzaklarından .
süreya'nın şiirinde bir saydam yürek var;
içinde göçmen kuşlar uçuşan .
................................................
yumuşak yüzlü, doğru sözlü bir ayna var;
...bakanı yüreğiyle buluşturan.
doğudan batıya esen bir ebruli rüzgar var;
eğrilmiş yedi ayrı bahardan .
soluk soluğa, ter içinde bir firari tarih var;
kurtulmuş siyaset tuzaklarından .
süreya'nın şiirinde bir saydam yürek var;
içinde göçmen kuşlar uçuşan .
feminist eleştiri
Feminist eleştiri’nin (ya da teorinin) etkileşimli ya da çelişkili farklı okulları ve akımları sözkonusudur. Marksist feminizm, radikal feminizm, psikanalitik feminizm, postyapısalcı feminizm sözkonusu olduğundan, feminist eleştiri çok genel bir başlık olarak bütün bu eleştiri geleneklerini içermektedir demek gerekir. ...Özellikle 1960'lardan sonra Fransa, Amerika ve İngiltere'de ortaya çıkan ve güçlenen yeni kuramsal akımlarla ve disiplinlerle feminist hareket de toplumsal ve siyasal bir savaşım olarak canlanma gösterir.
Felsefenin eleştirisinde, cinsiyetin politik bir konu olduğu kadar kuramsal/felsefi bir konu olduğu da belirtilir. Sözkonusu felsefe eleştirisi özellikle Batı felsefesi olarak bilinen felsefi düşünce geleneğini hedefler.
Felsefenin eleştirisinde, cinsiyetin politik bir konu olduğu kadar kuramsal/felsefi bir konu olduğu da belirtilir. Sözkonusu felsefe eleştirisi özellikle Batı felsefesi olarak bilinen felsefi düşünce geleneğini hedefler.
ezoterizm'de sembol;
Evrensel hakikatlerin, evrendeki ilke ve yasaların keşfinde birer araç olan ve kişiye “doğa-üstü” denilen âlemi anlama, kavrama olanağı sunan sembollerin hiçbiri keyfi olarak oluşturulmamış, keyfi olarak seçilmemiştir ve genellikle doğaya, doğal örneklere dayalıdırlar. Sembollere daha çok, eski uyg...arlıklara ait eserlerde çizimler, kabartmalar, freskler ve heykeller olarak,mitolojilerde, masallarda, inisiyatik ve kutsal metinlerde ise sözcük ve kavramlar olarak rastlanmaktadır. Sembol sözcüğünün kökeninin eski Mısır dilinden Grekçe'ye geçmiş symbolon sözcüğü olduğu ileri sürülür. Sözcük Latince'den Fransızca'ya ve oradan da Türkçe'ye geçmiştir.
wikipedi
wikipedi
HİPOKRAT YEMİNİ ORJİNAL HALİ
Adı, eski Yunan bilgini Hipokrat'ın (Hippokrates) adından kaynaklanan Hipokrat Yemini, ülkeden ülkeye, az da olsa değişiklikler gösterir. Orjinal metin ; "Hekim apollon aesculapions, hygia panacea ve bütün tanrı ve tanrıçalar adına!... and içerim, onları tanık ve şah...it tutarım ki, bu andımı ve verdiğim sözü gücüm kuvvetim yettiği kadar yerine getireceğim. Bu sanatta hocamı, babam gibi tanıyacağım, rızkımı onunla paylaşacağım. Paraya ihtiyacı olursa kesemi onunla bölüşeceğim. Öğrenmek istedikleri takdirde onun çocuklarına bu sanatı bir ücret veya senet almaksızın öğreteceğim. Reçetelerin örneklerini, ağızdan bilgileri şifahi malumatı ve başka dersleri evlatlarıma, hocamın çocuklarına ve hekim andı içenlere öğreteceğim. Bunlardan başka bir kimseye öğretmeyeceğim. Gücüm yettiği kadar tedavimi hiçbir vakit kötülük için değil, yardım için kullanacağım. Benden ağı ( zehir ) isteyene onu vermeyeceğim gibi, böyle bir hareket tarzını bile tavsiye etmeyeceğim. Bunun gibi gebe bir kadına çocuk düşürmesi için ilaç vermeyeceğim. Fakat hayatımı, sanatımı tertemiz bir şekilde kullanacağım. Bıçağımı mesanesinde taş olan muzdariplerde bile kullanmayacağım. Bunun için yerimi ehline terk edeceğim. Hangi eve girersem gireyim, hastaya yardım için gireceğim. Kasıtlı olan bütün kötülüklerden kaçınacağım. İster hür ister köle olsun erkek ve kadınların vücudunu kötüye kullanmaktan mazarrattan sakınacağım. Gerek sanatımın icrası sırasında, gerek sanatımın dışında insanlarla münasebette iken etrafımda olup bitenleri, görüp işittiklerimi bir sır olarak saklayacağım ve kimseye açmayacağım.
RADİKAL FEMİNİZM
Radikal feministler hangi sınıftan olursa olsun, tüm kadınların aynı erkek egemen sistemin farklı kurumları tarafından ezildiğini aslında kadınların durumlarının özünde sınıf ayrımı tanımadığını savunmuştur. Daha önceleri Vietnam sorunu sırasında siyasallaşan ve sokaklara çıkan kadınların sosyalist eğ...ilimlerine karşın, 70'ler radikal feministlerin etkisi altında gelişen, sadece kadınlara yönelik eylemlerden oluşan ve çok ses getiren hareketlere sahne olmuştur.
Ataerkil teorinin temel unsuru, toplumdaki belirli bir grubun (genel olarak erkekler) diğer bir grubu (genellikle kadınlardır) kendi menfaatleri doğrultusunda sömürdüğü iktidar ilişkisinin varlığını kabul etmektir.
Radikal Feministlere göre, Marksizmden yararlanarak kadının özgürleşmesi mümkün değildir. Bu yüzden kendilerine yeni bir yol çizerler. Tarihte ilk sömürülen grubun da kadınlar olduğunu ileri sürerler.
Ataerkil teorinin temel unsuru, toplumdaki belirli bir grubun (genel olarak erkekler) diğer bir grubu (genellikle kadınlardır) kendi menfaatleri doğrultusunda sömürdüğü iktidar ilişkisinin varlığını kabul etmektir.
Radikal Feministlere göre, Marksizmden yararlanarak kadının özgürleşmesi mümkün değildir. Bu yüzden kendilerine yeni bir yol çizerler. Tarihte ilk sömürülen grubun da kadınlar olduğunu ileri sürerler.
psikomitoloji
Insanın dogaya ve evrene anlam kazandırma çabasının bir ürünü olan mitoloji, belirli bir
toplum ya da halka özgü mitler bütünü olarak tanımlanabilmektedir. Insana özgü bir karakteristige sahip olmasının ve hayal gücünden yakıtını almasının yanı sıra zaman ve mekân sınırlarını asan bir nitelige sahiptir. Evrensel bir olg...u olarak mitoloji, kolektif yapıda varolan bir bilinçaltı mekanizması aracılıgıyla nesilden nesile aktarılmaktadır. Köklerini bilinçaltından almakta ve insanda mevcut olan içtepiler aracılıgıyla geçmisten bugüne yolculuk etmektedir. İnsanlıgın ortak mirası olarak nitelenebilen mitoloji,kültürün ve bilimin ortaya çıkısında ve gelisiminde önemli bir rol üstlenmistir. Bilimsel terminolojinin de mitsel göndermelerle dolu olduguna dikkat çekmek ve bilimsel terminolojiye tam anlamıyla hakim olmanın söz konusu simgesel dili çözümlemekle mümkün oldugunu ileri sürmek mümkündür.
toplum ya da halka özgü mitler bütünü olarak tanımlanabilmektedir. Insana özgü bir karakteristige sahip olmasının ve hayal gücünden yakıtını almasının yanı sıra zaman ve mekân sınırlarını asan bir nitelige sahiptir. Evrensel bir olg...u olarak mitoloji, kolektif yapıda varolan bir bilinçaltı mekanizması aracılıgıyla nesilden nesile aktarılmaktadır. Köklerini bilinçaltından almakta ve insanda mevcut olan içtepiler aracılıgıyla geçmisten bugüne yolculuk etmektedir. İnsanlıgın ortak mirası olarak nitelenebilen mitoloji,kültürün ve bilimin ortaya çıkısında ve gelisiminde önemli bir rol üstlenmistir. Bilimsel terminolojinin de mitsel göndermelerle dolu olduguna dikkat çekmek ve bilimsel terminolojiye tam anlamıyla hakim olmanın söz konusu simgesel dili çözümlemekle mümkün oldugunu ileri sürmek mümkündür.
konformist ( uydumcu );
konformist ( uydumcu );
bulunduğu yer, zaman,koşullar ve çevre ilişkilerine göre ; en fazla rahat, huzur ve mutluluk kavramları ile yaşamayı amaç edinmiş olup; başındanberi de "bu alışkanlığı edinmiş çevrede" , "zor" u görmemiş, bilmeyen ve anlamak da istemeyen insan tipi..
bulunduğu yer, zaman,koşullar ve çevre ilişkilerine göre ; en fazla rahat, huzur ve mutluluk kavramları ile yaşamayı amaç edinmiş olup; başındanberi de "bu alışkanlığı edinmiş çevrede" , "zor" u görmemiş, bilmeyen ve anlamak da istemeyen insan tipi..
Marksist feminizm;
Bu bakış açısına göre kadın temel üretici fakat ikincil tüketicidir. Kadının özgürleşmesi için çocukların yetiştirilmesinden ve ev işlerinden kurtulması gerektiğini savunurlar. Bunun yolu ise, ev işlerinin sosyalleştirilmesinden geçmektedir. Ev-içi üretimin üretici bir faaliyet olmadığı görüşüne kar...şı çıkarlar. Bu görüşe göre, kadının üreticiliği, erkeğin üreticiliğinin temelidir. Sermaye birikiminin de temelinde kadının ev-içi üretiminin yattığını savunurlar. Kadının ücretli işçi haline getirilmesi projesi ile sınıfsız topluma geçiş için işçi sınıfına katılmak hedeflenmektedir. Ataerkil sisteme pek önem atfetmezler.
Postmodern feminizm
Postfeminizm, feminizmin yapısalcılığını gerçekleştirmek üzerine kuruludur. Postfeminizmde toplumsal anlamda sosyal cinsiyet olduğu gibi biyolojik cinsiyet de (yani gruplandırma özelliklerinin tümü) reddedilmiştir. Postfeminizmin ana noktasında özne olarak “kadın” değil, kadının özelleştirilmesi bulu...nmaktadır.
Bu teorinin merkezinde insanlar arasındaki farklar, yani cinsiyet kimliklerini oluşturmak yatmaktadır. Cinsiyet kimliklerine göre ayrım yapmaktansa, ne kadar çok insan varsa o kadar çok kimlik vardır fikrini kabul eder. Bu noktada da yaklaşım farklılaşır ve çok cinsiyetlilik kavramı ile yer değiştirir.
Bu teorinin merkezinde insanlar arasındaki farklar, yani cinsiyet kimliklerini oluşturmak yatmaktadır. Cinsiyet kimliklerine göre ayrım yapmaktansa, ne kadar çok insan varsa o kadar çok kimlik vardır fikrini kabul eder. Bu noktada da yaklaşım farklılaşır ve çok cinsiyetlilik kavramı ile yer değiştirir.
AYDINLARIN TANINMASI/GRAMSCİ
: Gramsci', sınıf ilişkilerinin "dışında", bağımsız, yani "saf düşünce", bilgi ve bilim yayıcı kişiler olarak kabul edilen "aydınlar mitosu"nu yıkmıştır. Bütünüyle bağımsız aydın gruplarının olmadığını anlatan Gramsci, aydınların hâkim sınıfa (iktidardaki veya "yükselmekteki" sınıf) göre... asla bağımsız olmadıklarını söyler. Aydınları burjuva toplumunun altyapısını üstyapısına bağlayan ve "tarihî blok"a "egemenliğini" garanti eden öğeler olarak gören Gramsci' nin ana tezi, onların kendi başına, ayrı bir sınıf meydana getirmedikleri, fakat "egemenliğin memurları" olarak hâkim zümreye organik bağlarla bağlı olduklarıdır. Bu bağ, aydınlar temsil ettikleri sınıftan geldikleri zaman daha da sıkıdır."Aydınlar bağımsız bir sınıf değildirler. Tersine, her toplumsal zümre kendi özel aydınlar tabakasına sahiptir veya bu tabakayı yaratmaya çalışır.,."
hegomonya
Gramsci'nin 'hegomonya ' teorisinden yola çıkan Althusser , İdeolojinin Devletin İdeolojik aygıtları içinde kutsallaştırılarak en etkili haliyle düşünceler düzeyinde işleyeceğine inanıyordu. Kültür eleştirmenin görevi, sözkonusu ideolojideki boşlukları ve kusurları açığa vuran çelişkileri tanımlamak olduğu kadar , bu ...düşüncelerin nerede ve nasıl yönetici etkin amaçlarına hizmet ettiğini ortaya çıkarmak da olmalıdır. İDEOLOJİ BİZİ 'SORUŞTURUR 'YA DA 'SESLENİR 'BİZE; BİZ DE İDEOLOJİYE TUTSAK OLMAYA DEVAM ETMEK İÇİN ONLARIN İSTEDİĞİNİ YAPARAK , İDEOLOJİNİN İŞARETLERİNE KARŞILIK VERİRİZ.
ikinci Yeni,
1950'li yıllarda Edip Cansever, İlhan Berk, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Sezai Karakoç ve Ece Ayhan gibi şairlerin başını çektiği bir şiir ve edebiyat akımı.
Garipçiler'e ve 1940 Toplumcu Gercekçi Kuşağı'na tepki olarak doğmuştur. İsim babası Muzaffer İlhan Erdosttur.
...Türk şiirinde değişik imge, çağrışım ve soyutlamalarla yeni bir söyleyiş bulma amacında olan bir akımdı. Ortak ozellikleri; dilin alışılmış kalıplarını yıkmak, sözdizimini zorlamak, değiştirmek ya da bozmak oldu. Şiirde hayal gücüne ve duyguya ağırlik verdiler. Bireyin yalnızlığı, sıkıntıları, çevreye uyumsuzlukları gibi temaları sıklıkla işlediler. Söylemek istediklerini soyut bir dille anlatmaya çabaladılar, yer yer anlamın yittiği görülür şiirlerinde. Amaçları verilmek istenilen duyguyu anlatmaktan ziyade hissettirmektir.
Garipçiler'e ve 1940 Toplumcu Gercekçi Kuşağı'na tepki olarak doğmuştur. İsim babası Muzaffer İlhan Erdosttur.
...Türk şiirinde değişik imge, çağrışım ve soyutlamalarla yeni bir söyleyiş bulma amacında olan bir akımdı. Ortak ozellikleri; dilin alışılmış kalıplarını yıkmak, sözdizimini zorlamak, değiştirmek ya da bozmak oldu. Şiirde hayal gücüne ve duyguya ağırlik verdiler. Bireyin yalnızlığı, sıkıntıları, çevreye uyumsuzlukları gibi temaları sıklıkla işlediler. Söylemek istediklerini soyut bir dille anlatmaya çabaladılar, yer yer anlamın yittiği görülür şiirlerinde. Amaçları verilmek istenilen duyguyu anlatmaktan ziyade hissettirmektir.
Dışavurumculuk (ekspresyonizm),
doğanın olduğu gibi temsili yerine duyguların ve iç dünyanın ön plana çıkarıldığı 20. yüzyıl sanat akımı.
Politik istikrarsızlık ve ekonomik çöküntü ortamında Almanya'da pozitivizm ve naturalizm ve impressionizm akimlarina karsi olarak ortaya çıkmıştır.
19. yüzyıl gerçekçilik ve idealizm...ine karşıt anti-natüralist öznelliğe sahip bir bakış açısı içerir.
Ayrıca kuzeyli, Cermen halk sanatı biçimleri ve kabile sanatları da etkilendiği diğer kaynaklardır.
Dışavurumcu sanatın amacı, sanatçının duyguları ve iç dünyasını renk, çizgi, düzlem ve kütle aracılığıyla dışavurmasıdır. Bu duyguları daha iyi yansıtabilmek için sanatçı geleneksel kuralların dışına çıkarak gercegin biçimini bozma yöntemini kullanır ve sanatcinin oznel duygularina dayanmaktadir.
Politik istikrarsızlık ve ekonomik çöküntü ortamında Almanya'da pozitivizm ve naturalizm ve impressionizm akimlarina karsi olarak ortaya çıkmıştır.
19. yüzyıl gerçekçilik ve idealizm...ine karşıt anti-natüralist öznelliğe sahip bir bakış açısı içerir.
Ayrıca kuzeyli, Cermen halk sanatı biçimleri ve kabile sanatları da etkilendiği diğer kaynaklardır.
Dışavurumcu sanatın amacı, sanatçının duyguları ve iç dünyasını renk, çizgi, düzlem ve kütle aracılığıyla dışavurmasıdır. Bu duyguları daha iyi yansıtabilmek için sanatçı geleneksel kuralların dışına çıkarak gercegin biçimini bozma yöntemini kullanır ve sanatcinin oznel duygularina dayanmaktadir.
BİZ İKİMİZ İKİ KARDEŞ
Ve bir gün geleceğiz biz, biz ikimiz
Kuytularında yurdumuzun
Gecelerinde
...Yeni düşmüş yıldızlar gibi
Kentin kucağına ya da kıyılarına
Emeğin faizden ucuz olduğu canpazarına
Ya da vardiyasından dönen işçinin
Kuytu sokağına
Geleceğiz bir gün biz ikimiz
Ve biz geleceğiz bir gün, biz ikimiz
İki kardeş
Yanyana ve omuzomuza
Bileklerimizde
Kitaba ve düşünceye vurulu zincir
-le
Taşıdığımız
Kitabı, özgürlüğü ve umudu
Göklerinde
Alanlarında gibi yurdumuzun
Ilık nisan güneşini
İçerken yapraklar
Eriyen karın altından topraktan
İnce dal uçlarından ağaçların
Yürüyen kalabalığın içinden
MUZAFFER İLHAN ERDOST
Kuytularında yurdumuzun
Gecelerinde
...Yeni düşmüş yıldızlar gibi
Kentin kucağına ya da kıyılarına
Emeğin faizden ucuz olduğu canpazarına
Ya da vardiyasından dönen işçinin
Kuytu sokağına
Geleceğiz bir gün biz ikimiz
Ve biz geleceğiz bir gün, biz ikimiz
İki kardeş
Yanyana ve omuzomuza
Bileklerimizde
Kitaba ve düşünceye vurulu zincir
-le
Taşıdığımız
Kitabı, özgürlüğü ve umudu
Göklerinde
Alanlarında gibi yurdumuzun
Ilık nisan güneşini
İçerken yapraklar
Eriyen karın altından topraktan
İnce dal uçlarından ağaçların
Yürüyen kalabalığın içinden
MUZAFFER İLHAN ERDOST
Muzaffer İlhan Erdost
Muzaffer Erdost (kardeşinin öldürülmesinden sonra "Muzaffer İlhan Erdost" adını aldı) (18 Eylül 1932 Tokat Artova), Türk şair, yazar, yayıncı
Erdost, şiir, öykü, deneme ve eleştiriler yazdı. Yazılarında, toplumsal sorunlar, Türkiye ve Osmanlı tarihi, tarım, faşizm ve demokrasi konularına daha ağırlı...klı eğildi.
Kardeşi İlhan Erdost'un 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Mamak Askeri Cezaevi'nde dövülerek öldürülmesinin ardından, adına kardeşi İlhan'ın adını ekleyerek, "Muzaffer İlhan Erdost" ismini kullanmaya başladı. Erdost, Sol-Onur Yayınları'nın sahibi ve yönetmenidir. Türk şiirinde Garip Akımı'ndan sonra ortaya çıkan İkinci Yeni akımının isim babasıdır. Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHAK) girişimci ve kurucu üyesidir.
Erdost, şiir, öykü, deneme ve eleştiriler yazdı. Yazılarında, toplumsal sorunlar, Türkiye ve Osmanlı tarihi, tarım, faşizm ve demokrasi konularına daha ağırlı...klı eğildi.
Kardeşi İlhan Erdost'un 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Mamak Askeri Cezaevi'nde dövülerek öldürülmesinin ardından, adına kardeşi İlhan'ın adını ekleyerek, "Muzaffer İlhan Erdost" ismini kullanmaya başladı. Erdost, Sol-Onur Yayınları'nın sahibi ve yönetmenidir. Türk şiirinde Garip Akımı'ndan sonra ortaya çıkan İkinci Yeni akımının isim babasıdır. Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHAK) girişimci ve kurucu üyesidir.
YAVAŞ YAVAŞ GEÇTİM KALABALIKLARIN ARASINDAN
Yavaş yavaş geçtim kalabalıkların arasından
bir deniz çarpması gibi çoğalta çoğalta geçen
...geçtiği yeri
yavaş yavaş çıktım içimden. Dokundum
yavaş yavaş acıya, kuvarsa, şiire
yavaş yavaş tarttım suyu, anladım nedir ağırlık
kokular
coğrafya.
Eğildim sonra gövdeyi tanıdım ve düzenini
gördüm sessizliğin dümdüzlüğünü
gördüm yinelemedi gördüğüm hiçbir şey
böyle yavaş yavaş geçtim insandan insana
insanlaştırdım yavaş yavaş dışımı
böyle karıştım kalabalıklara
kalabalıklaştım böylece.
kül
İlhan BERK
bir deniz çarpması gibi çoğalta çoğalta geçen
...geçtiği yeri
yavaş yavaş çıktım içimden. Dokundum
yavaş yavaş acıya, kuvarsa, şiire
yavaş yavaş tarttım suyu, anladım nedir ağırlık
kokular
coğrafya.
Eğildim sonra gövdeyi tanıdım ve düzenini
gördüm sessizliğin dümdüzlüğünü
gördüm yinelemedi gördüğüm hiçbir şey
böyle yavaş yavaş geçtim insandan insana
insanlaştırdım yavaş yavaş dışımı
böyle karıştım kalabalıklara
kalabalıklaştım böylece.
kül
İlhan BERK
BERKELEY
1685-1753 yılları arasında yaşamış olan, dünyada yalnızca ruhların ve bu ruhların idelerinin varolduğunu, buna karşılık maddenin varolmadığını öne süren İngiliz düşünürdür. Dublin’deki Trinity College’de eğitim görmüş İrlandalı bir Protesandı. Bugün yakından bilinen bütün felsefi çalışmalarını henüz yirmili ya...şlarındayken yayınladı.
Yeni Dünya’da yüksek eğitimi geliştirmek için çok uğraştı. Bu amaçla üç yılını Amerikan kolonilerinde geçirdi. Rhode Island’daki çiftliğini ve kütüphanesini, 1701′de kurulan Yale Üniversitesi’ne bıraktı. Yale’in fakültelerinden birine onun adı verildi. California’daki Berkeley kenti de onun adını taşımaktadır. 67 yaşındayken Oxford’da vefat etmiştir.
Yeni Dünya’da yüksek eğitimi geliştirmek için çok uğraştı. Bu amaçla üç yılını Amerikan kolonilerinde geçirdi. Rhode Island’daki çiftliğini ve kütüphanesini, 1701′de kurulan Yale Üniversitesi’ne bıraktı. Yale’in fakültelerinden birine onun adı verildi. California’daki Berkeley kenti de onun adını taşımaktadır. 67 yaşındayken Oxford’da vefat etmiştir.
ADORNO
Frankfurt Okulu’nun ve Eleştirel teori’nin öncülerindendir.
Felsefe ve sosyal disiplinleri bir arada değerlendirerek müzikten gündelik yaşama, ahlaki sorunlardan tahakküm ilişkilerine kadar geniş bir alanda Modern kavram ve kategorileri ve onlara dayalı genel anlayışları sorunsallaştırmıştır. Toplumbilim, ruhbili...m ve müzik- bilim alanlarında da çalışmış, Frankfurt ‘ Okulu’nun “eleştirel kuram”ının felsefi mimarlarından olan Alman düşünür. Sonraları tüm felsefece görüşlerine damgasını vuracak olan Kant’ın Arı Usun Eleştirisi adli kitabını toplum eleştirmeni ve sinema kuramcısı Siegfried Kracauei ile birlikte I. Dünya Savaşı’nın bitmesine yakın her cumartesi öğleden sonraları okumaya başladı. Kracauer’in rehberliği Adorno’ya, bu kitabın yalnızca bir bilgikuramı kitabı olmadığını, aynı zamanda tinin tarihsel konumunun da okunabileceği kodlanmış bir metin olduğunu düşündürttü.
Felsefe ve sosyal disiplinleri bir arada değerlendirerek müzikten gündelik yaşama, ahlaki sorunlardan tahakküm ilişkilerine kadar geniş bir alanda Modern kavram ve kategorileri ve onlara dayalı genel anlayışları sorunsallaştırmıştır. Toplumbilim, ruhbili...m ve müzik- bilim alanlarında da çalışmış, Frankfurt ‘ Okulu’nun “eleştirel kuram”ının felsefi mimarlarından olan Alman düşünür. Sonraları tüm felsefece görüşlerine damgasını vuracak olan Kant’ın Arı Usun Eleştirisi adli kitabını toplum eleştirmeni ve sinema kuramcısı Siegfried Kracauei ile birlikte I. Dünya Savaşı’nın bitmesine yakın her cumartesi öğleden sonraları okumaya başladı. Kracauer’in rehberliği Adorno’ya, bu kitabın yalnızca bir bilgikuramı kitabı olmadığını, aynı zamanda tinin tarihsel konumunun da okunabileceği kodlanmış bir metin olduğunu düşündürttü.
Frankfutt’taki çalışmalarında Adorno, üç konuyu öne çıkartmıştır.
a) Kierkegnard’ da, öznellik kavramında olduğu gibi, varoluşsal öğeleri soyut kategorilece dönüştürmek yoluyla varoluşçuluğun somutlaşma arzusunun açığa çıkarılarak eleştirilmesi;
b) şeyleşmiş toplumsal dünyanın yani kişilerin üzerinde baskı kuran öznelli...gin savlarına kayıtsız kalan kurumlar dünyasının bir okuması;
c) tanrıbilimsel düşüncelerin tarihsel ve maddi somutlaştırılmasının sağlanması girişimi.
b) şeyleşmiş toplumsal dünyanın yani kişilerin üzerinde baskı kuran öznelli...gin savlarına kayıtsız kalan kurumlar dünyasının bir okuması;
c) tanrıbilimsel düşüncelerin tarihsel ve maddi somutlaştırılmasının sağlanması girişimi.
Ben İçeri Düştüğümden Beri
Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere d...öndü dünya Ona sorarsanız: ’Lafı bile edilemez, mikroskopik bi zaman...’ Bana sorarsanız: ‘On senesi ömrümün...’ Bir kurşun kallemim vardı, ben içeri düştüğüm sene Bir haftada yaza yaza tükeniverdi Ona sorarsanız...: ’Bütün bi hayat...’ Bana sorarsanız: ‘Adam sende bi hafta...’ Katillikten yatan Osman; ben içeri düştüğümden beri Yedibuçuğu doldurup çıktı. Dolaştı dışarda bi vakit, Sonra kaçakçılıktan tekrar düştü içeri, altı ayı doldurup çıktı tekrar. Dün mektubu geldi; evlenmiş, bi çocuğu olacakmış baharda... Şimdi on yaşına bastı, ben içeri düştüğüm sene ana rahmine düşen çocuklar. Ve o yılın titrek, uzun bacaklı tayları, Rahat, geniş sağrılı birer kısrak oldu çoktan. Fakat zeytin fidanları hala fidan, hala çocuktur. Yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde, ben içeri düştüğümden beri... Ve bizim hane halkı, bilmediğim bir sokakta, görmediğim bi evde oturuyor Pamuk gibiydi bembeyazdı ekmek, ben içeri düştüğüm sene Sonra vesikaya bindi Bizim burda, içerde Birbirini vurdu millet, yumruk kadar simsiyah bi tayin için Şimdi serbestledi yine, fakat esmer ve tatsız Ben içeri düştüğüm sene, ikincisi başlamamıştı henüz Daşov kampında fırınlar yakılmamış, atom bombası atılmamıştı Hiroşimaya Boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman Sonra kapandı resmen o fasıl, şimdi üçünden bahsediyor amerikan doları Fakat gün ışığı her şeye rağmen, ben içeri düştüğümden beri Ve karanlığın kenarından, onlar ağır ellerini kaldırımlara basıp doğruldular yarı yarıya Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya Ve aynı ihtirasla tekrar ediyorum yine ‘Onlar ki; toprakta karınca, su da balık, havada kuş kadar çokturlar. Korkak, cesur, cahil ve çocukturlar, Ve kahreden yaratan ki onlardır, Şarkılarda yalnız onların maceraları vardır’ Ve gayrısı Mesela, benim on sene yatmam Laf’ı güzaf... Nazım Hikmet Ran
Karar vermek…
Karar vermek, bazıları varoluşun özüne kadar inen pek çok nedenle
... güçtür. John Gardner’ın Grendel adlı romanında yarattığı bilge bir
adam, yaşamın gizleri üzerindeki düşüncelerini iki basit fakat korkunç
önermeyle özetler: –Her şey solup gider: her seçenek diğerlerini
safdışı bırakır.– İlk önermeden, yani ölümden, zaten söz etmiştim.
İkincisi, yani seçeneklerin birbirlerini safdışı bırakması, karar vermenin
neden güç olduğunu anlamak için önemli bir anahtardır. Her karar
kaçınılmaz bir biçimde feragate yol açar: her evet için bir de hayır
olması gerekir, her karar öbür seçenekleri safdışı bırakır ya da
öldürür. (İngilizce karar vermek anlamına gelen decide kelimesinin kökü,
hamicide (adam öldürme, katil) ve suicide (intihar) kelimelerinde olduğu
gibi –öldürmek– anlamına gelir.
irwin yalom /alıntı
... güçtür. John Gardner’ın Grendel adlı romanında yarattığı bilge bir
adam, yaşamın gizleri üzerindeki düşüncelerini iki basit fakat korkunç
önermeyle özetler: –Her şey solup gider: her seçenek diğerlerini
safdışı bırakır.– İlk önermeden, yani ölümden, zaten söz etmiştim.
İkincisi, yani seçeneklerin birbirlerini safdışı bırakması, karar vermenin
neden güç olduğunu anlamak için önemli bir anahtardır. Her karar
kaçınılmaz bir biçimde feragate yol açar: her evet için bir de hayır
olması gerekir, her karar öbür seçenekleri safdışı bırakır ya da
öldürür. (İngilizce karar vermek anlamına gelen decide kelimesinin kökü,
hamicide (adam öldürme, katil) ve suicide (intihar) kelimelerinde olduğu
gibi –öldürmek– anlamına gelir.
irwin yalom /alıntı
Septisizm;
Septisizm; her türlü bilgi savını kuşkuyla karşılayan, temellerini, etkilerini ve kesinliklerini irdeleyen, ayrıca aklın kesin bir bilgi elde edemeyeceğini hakikate erişilse dahi sürekli ve tam bir şüphe içinde kalınacağını, mutlağa ulaşmanın mümkün olmadığını savunan felsefi görüştür. Septisizm, felsefe tarihi boyunca... yerleşik kanılar ve inançları sarsmış, felsefe, bilim ve özellikle din konusunda birçok anlayışın değişmesine ortam hazırlamıştır. Antikçağ Yunan bilgiciliğinin kurucusu Protagoras tarihte ilk şüphelenen, şüpheci düşünürdür. Protagoras, “Her şeyin ölçüsü insandır. Her şey bana nasıl görünürse benim için öyledir. Üşüyen için rüzgar soğuk, üşümeyen için soğuk değildir. Her şey için birbirine zıt iki söz söylenebilir.” diyerek tümel bir hakikatin var olmadığını, her insanın kendine ait kanaat ve düşünceleri olabileceğini belirtmiştir.
Bitti O Sevda
Bitti o sevda kesildi çığlıkları martıların
Su gibi bitti, suya karşıt gibi bitti
Bİtti kıyıyı adına deniz dediğimiz şey
Unuttuk ikimiz de her türlü yetinmezliği
...Kaybetti kumarda gözlerim
Kaybetti kumarda gözleri.
Bir koru rüzgarlandı göğüs boşluğumuzda sanki
Uzaklaştı ağaçlar birbirlerinden
Yakınlaştı ağaçlar birbirlerine
Yani her soluk alıp verişimizde bizim
Bir mekik gibi kalbin
Bir mekiği gibi kalbim İşleyip durdu bu yitikliği yeniden.
Ne kaldı
Farkında mısın bilmem
Gündüzler.. Gündüzler biraz azaldı.
edip cansever
Su gibi bitti, suya karşıt gibi bitti
Bİtti kıyıyı adına deniz dediğimiz şey
Unuttuk ikimiz de her türlü yetinmezliği
...Kaybetti kumarda gözlerim
Kaybetti kumarda gözleri.
Bir koru rüzgarlandı göğüs boşluğumuzda sanki
Uzaklaştı ağaçlar birbirlerinden
Yakınlaştı ağaçlar birbirlerine
Yani her soluk alıp verişimizde bizim
Bir mekik gibi kalbin
Bir mekiği gibi kalbim İşleyip durdu bu yitikliği yeniden.
Ne kaldı
Farkında mısın bilmem
Gündüzler.. Gündüzler biraz azaldı.
edip cansever
Guernica
Guernica
Pablo Picasso, 1937
Tuval üzerine yağlıboya , 349 × 776 cm
Reina Sofía Müzesi, Madrid
...Guernica'da, acı çeken insanlar ve hayvanlar ile kaos içindeki yıkılmış binalar betimlenmiştir.
* Tüm sahne bir odanın içindedir, sol tarafta yer alan büyük gözlü boğa, kucağındaki ölü çocuğa ağlayan bir kadının üzerinde durur.
* Resmin merkezinde acı içinde yıkılmak üzere olan, mızrakla vurulmuş bir at bulunur. Atın burnu ve üst dişleri, bir insan kafatası şeklindedir.
* Atın altında bir askerin parçalanmış cesedi vardır. Asker, üzerinde çiçeklerin büyüdüğü kırılmış bir kılıç tutmaktadır.
* Acı çeken atın üzerinde, göz şeklindeki çıplak bir ampül parlamaktadır.
* Atın sağ üst tarafında, bu vahşi sahnelere tanıklık ederek camdan içeri girmekte olan, korku dolu bir kadın figürü vardır. Kadın, elinde yanan bir gaz lambası taşır.
* Korku içindeki bir başka kadın sağdan yalpalayarak merkeze doğru ilerlemektedir. Kadın, parlayan ampüle boş gözlerle bakmaktadır.
* Boğanın, atın ve çocuk için ağlayan kadının dilleri olarak çizimiş olan hançerler çığlıkları simgeler.
* Sağ uçta, dehşet içinde kollarını kaldırmış bir adam, yukarıdan ve aşağıdan ateşlerle sarılmıştır.
* Resmin sağ ucunda, açık bir kapıyla sonlanan siyah bir duvar vardır.
Pablo Picasso, 1937
Tuval üzerine yağlıboya , 349 × 776 cm
Reina Sofía Müzesi, Madrid
...Guernica'da, acı çeken insanlar ve hayvanlar ile kaos içindeki yıkılmış binalar betimlenmiştir.
* Tüm sahne bir odanın içindedir, sol tarafta yer alan büyük gözlü boğa, kucağındaki ölü çocuğa ağlayan bir kadının üzerinde durur.
* Resmin merkezinde acı içinde yıkılmak üzere olan, mızrakla vurulmuş bir at bulunur. Atın burnu ve üst dişleri, bir insan kafatası şeklindedir.
* Atın altında bir askerin parçalanmış cesedi vardır. Asker, üzerinde çiçeklerin büyüdüğü kırılmış bir kılıç tutmaktadır.
* Acı çeken atın üzerinde, göz şeklindeki çıplak bir ampül parlamaktadır.
* Atın sağ üst tarafında, bu vahşi sahnelere tanıklık ederek camdan içeri girmekte olan, korku dolu bir kadın figürü vardır. Kadın, elinde yanan bir gaz lambası taşır.
* Korku içindeki bir başka kadın sağdan yalpalayarak merkeze doğru ilerlemektedir. Kadın, parlayan ampüle boş gözlerle bakmaktadır.
* Boğanın, atın ve çocuk için ağlayan kadının dilleri olarak çizimiş olan hançerler çığlıkları simgeler.
* Sağ uçta, dehşet içinde kollarını kaldırmış bir adam, yukarıdan ve aşağıdan ateşlerle sarılmıştır.
* Resmin sağ ucunda, açık bir kapıyla sonlanan siyah bir duvar vardır.
BİRİKİME İNANMAK
Dalgayı haber veren yakamoz
kimin gözüne çarpar kıyıda?
Çiçeğe durduğunu kim ayırt eder
...tepeden tırnağa giyinmeden ağaç?
Kimin dikkatini çeker küçücük bir bulut
güneşi kapatmadan önce? Yazar
Kemal Özer
kimin gözüne çarpar kıyıda?
Çiçeğe durduğunu kim ayırt eder
...tepeden tırnağa giyinmeden ağaç?
Kimin dikkatini çeker küçücük bir bulut
güneşi kapatmadan önce? Yazar
Kemal Özer
DENİZ ORAKÇISI
Sor kendine bir sabah,
av hazırlığına başlarken;
sulara kim salar ilk güneşi
...sen kayığına binmesen,
orağını almasan eline
ilk ürünü kim biçer denizden?
Kent niye bir büyük gergeftir,
geçirmiş ilmiğini alın terine?
Niye aç ağızlardan örülü
bir martı çığlığıdır gök;
iner kalkar başının üzerinde,
küçük dalışlarla yoklar tekneni?
Bir başınasın yaşamı üretirken
zıpkın çizer, kürek acıtır, ağ yorar.
neden elleri bulunmaz elinin yanında,
yorgunluğu neden paylaşmazlar
sofrasına çökerken yeryüzünün,
sor kendine bir sabah.
Kemal Özer
av hazırlığına başlarken;
sulara kim salar ilk güneşi
...sen kayığına binmesen,
orağını almasan eline
ilk ürünü kim biçer denizden?
Kent niye bir büyük gergeftir,
geçirmiş ilmiğini alın terine?
Niye aç ağızlardan örülü
bir martı çığlığıdır gök;
iner kalkar başının üzerinde,
küçük dalışlarla yoklar tekneni?
Bir başınasın yaşamı üretirken
zıpkın çizer, kürek acıtır, ağ yorar.
neden elleri bulunmaz elinin yanında,
yorgunluğu neden paylaşmazlar
sofrasına çökerken yeryüzünün,
sor kendine bir sabah.
Kemal Özer
Heidegger’e göre insan için 2 tür yaşam olanağı vardır:
1-“Onlar Alanı”n da yaşamak.
Bu yaşam, insanın toplumsal yaşamıdır. Burada insan, kendi kendisi değildir. Bir çalkantı içinde yiter gider. “onlar alanı”, insanı törpüler, kişiliğini siler. Bu yaşamın en üst basamağında bulunan bilimler, felsefeler ve dinler de insana yalan söylemektedirler. En tepedeki din, insanı insandan saklamak için uydurulmuştur. insan bu aldatmacalardan kurtulur kurtulmaz, evrende tek başına olduğunun bilincine varır. Evrene atılmıştır. Evrenin ne olduğunu bilemez karanlıklarla çevrilidir. İçinde tasa vardır. Tasa ve iç daralması, varlığa erişmek için bir ip ucudur. İç daralmasında insan, yokluğu ve yokluktan ayrılan varlığı kavrar. Her an yokluğa gidebileceğini duyar.
2-“kararlı yaşam”:
Her yanı karanlıklarla dünyada insan, yaşamını kendi eline almalıdır. Kendi yazgısını kendi çizmeli yapacaklarına kendi karar vermelidir. Heidegger’e göre filozoflar varlığı usa vurma ile anlamaya çalışır, sonunda kup kuru soyutlamalara varırlar. Oysa anlamak, yapmaktır. Kendini tanımak, kendini eylemde ölçmektir. İnsan, kendi kararlarını uygulayarak kendini ölçer. Kendi yazgısını kahramanca eline alan insan, hiçliğin, dünyanın ve kendi kendisinin üstüne çıkar. İnsan, dünyaya anlam ve gerçeklik vererek, onun karışıklığını düzenler. Bu açıdan insan, dünyanın yapıcısıdır.
İnsan, olmuş, bitmiş bir varlık değildir. Zaman içinde açılan bir olanaktır. İnsanın içinde bulunduğu durumla gelecekte olabileceği durum arasındaki gerginlik iç daralması doğurur. İç daralması geçici bir durum değildir. Varlığın kendisindendir.
Heidegger’e göre her şey insan içindir. Bitkiler ,hayvanlar ve tüm dünya insan içindir. Ahlak ya da doğrulukta insan içindir, insan göredir genel doğru yoktur.
Bu yaşam, insanın toplumsal yaşamıdır. Burada insan, kendi kendisi değildir. Bir çalkantı içinde yiter gider. “onlar alanı”, insanı törpüler, kişiliğini siler. Bu yaşamın en üst basamağında bulunan bilimler, felsefeler ve dinler de insana yalan söylemektedirler. En tepedeki din, insanı insandan saklamak için uydurulmuştur. insan bu aldatmacalardan kurtulur kurtulmaz, evrende tek başına olduğunun bilincine varır. Evrene atılmıştır. Evrenin ne olduğunu bilemez karanlıklarla çevrilidir. İçinde tasa vardır. Tasa ve iç daralması, varlığa erişmek için bir ip ucudur. İç daralmasında insan, yokluğu ve yokluktan ayrılan varlığı kavrar. Her an yokluğa gidebileceğini duyar.
2-“kararlı yaşam”:
Her yanı karanlıklarla dünyada insan, yaşamını kendi eline almalıdır. Kendi yazgısını kendi çizmeli yapacaklarına kendi karar vermelidir. Heidegger’e göre filozoflar varlığı usa vurma ile anlamaya çalışır, sonunda kup kuru soyutlamalara varırlar. Oysa anlamak, yapmaktır. Kendini tanımak, kendini eylemde ölçmektir. İnsan, kendi kararlarını uygulayarak kendini ölçer. Kendi yazgısını kahramanca eline alan insan, hiçliğin, dünyanın ve kendi kendisinin üstüne çıkar. İnsan, dünyaya anlam ve gerçeklik vererek, onun karışıklığını düzenler. Bu açıdan insan, dünyanın yapıcısıdır.
İnsan, olmuş, bitmiş bir varlık değildir. Zaman içinde açılan bir olanaktır. İnsanın içinde bulunduğu durumla gelecekte olabileceği durum arasındaki gerginlik iç daralması doğurur. İç daralması geçici bir durum değildir. Varlığın kendisindendir.
Heidegger’e göre her şey insan içindir. Bitkiler ,hayvanlar ve tüm dünya insan içindir. Ahlak ya da doğrulukta insan içindir, insan göredir genel doğru yoktur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)