Psikanaliz aslında edebiyata çok şey borçludur. Freud'un temel dogması 'Oedipus Kompleksi' Yunan oyun yazarı Sofakles'in ( M.Ö 496-406 ) Oedipus Rex adlı karakterinden türemiştir.
Psikanalitik eleştiri sık sık kurgusal karakterizasyon çözümlemesine başvurur. Ve Freud'un Küçük Hans , Dora , Fare Adam gibi vaka incelemel...eri 'bilimsel' anlamda taşıdıkları değer ne olursa olsun , onun öykücülüğünün büyük örnekleridir.
eleştiriel teori /alıntı
İnsan yansıtılan dünya içerisinde kendine özgü dünyasını yaratıp o dünyayı kendine özgü kılmakla gerçek benliğine kavuşur
12 Şubat 2011 Cumartesi
'insanın ölümü'
'insanın ( ya da öznenin) ölümü' kavramı , mantığı kullanarak çevresine hakim olan ve kültürel ilerleminin merkezinde yer alan geleneksel 'aydınlanmacı 'insan ' kavramı bir yanılsamadır. bizler aslında sistemler tarafından yönetilmekteyizdir.
'yeniden düşünme 'eylemi , bireyin öz gerçekleştirmeye ve ken...dini (sanatsal veya ekonomik alanlarda ) ifade etmeye olan bağlılığı üzerine temellenmiş bütün bir kültürel geleneğe meydan okumaktır.
eleştirel teori /alıntı
'yeniden düşünme 'eylemi , bireyin öz gerçekleştirmeye ve ken...dini (sanatsal veya ekonomik alanlarda ) ifade etmeye olan bağlılığı üzerine temellenmiş bütün bir kültürel geleneğe meydan okumaktır.
eleştirel teori /alıntı
ÖZGÜRLÜK
Kuşlar özgürlüğü kanatlarıyla yazarlar
Göklerin serin mavisine
Özgürlük biraz benzer
......Güllerin çocuk yüzlü durgun güzelliğine
Özgürlük biraz benzer
Denizlerin ufuklarda başlayan bitmezliğine
Beyazlara çizilen yorgunluk
Silinir martıların korku veren sesinde
Ne varsa göklerde var
Ovalardan ufuklara kadar
Ne varsa gözlerinde
AFŞAR TİMUÇİN
Göklerin serin mavisine
Özgürlük biraz benzer
......Güllerin çocuk yüzlü durgun güzelliğine
Özgürlük biraz benzer
Denizlerin ufuklarda başlayan bitmezliğine
Beyazlara çizilen yorgunluk
Silinir martıların korku veren sesinde
Ne varsa göklerde var
Ovalardan ufuklara kadar
Ne varsa gözlerinde
AFŞAR TİMUÇİN
zamanı sorgulamak
aslına bakılırsa
insanı sorgulamaktır
bütün yaptıklarıyla
işte bunun içindir
...dilimizden düşmeyen
hani şu gündelik
saat kaç sorusunda
duyulunca ürperten
itici bir yan bulunur
kaçı kaç geçiyordur
kaç vardır ya da
alnında bir damar
birdenbire burulur
sanki sana değil de
yüreğinden sorulan
olabildiğince arsız
ve aç bir sorudur
leylaklar açtığında
kaçı kaç geçiyordur
metin altıok
insanı sorgulamaktır
bütün yaptıklarıyla
işte bunun içindir
...dilimizden düşmeyen
hani şu gündelik
saat kaç sorusunda
duyulunca ürperten
itici bir yan bulunur
kaçı kaç geçiyordur
kaç vardır ya da
alnında bir damar
birdenbire burulur
sanki sana değil de
yüreğinden sorulan
olabildiğince arsız
ve aç bir sorudur
leylaklar açtığında
kaçı kaç geçiyordur
metin altıok
SÜREYA'NIN ŞİİRİNDE NELER VAR
...............................................
................................................
yumuşak yüzlü, doğru sözlü bir ayna var;
...bakanı yüreğiyle buluşturan.
doğudan batıya esen bir ebruli rüzgar var;
eğrilmiş yedi ayrı bahardan .
soluk soluğa, ter içinde bir firari tarih var;
kurtulmuş siyaset tuzaklarından .
süreya'nın şiirinde bir saydam yürek var;
içinde göçmen kuşlar uçuşan .
................................................
yumuşak yüzlü, doğru sözlü bir ayna var;
...bakanı yüreğiyle buluşturan.
doğudan batıya esen bir ebruli rüzgar var;
eğrilmiş yedi ayrı bahardan .
soluk soluğa, ter içinde bir firari tarih var;
kurtulmuş siyaset tuzaklarından .
süreya'nın şiirinde bir saydam yürek var;
içinde göçmen kuşlar uçuşan .
feminist eleştiri
Feminist eleştiri’nin (ya da teorinin) etkileşimli ya da çelişkili farklı okulları ve akımları sözkonusudur. Marksist feminizm, radikal feminizm, psikanalitik feminizm, postyapısalcı feminizm sözkonusu olduğundan, feminist eleştiri çok genel bir başlık olarak bütün bu eleştiri geleneklerini içermektedir demek gerekir. ...Özellikle 1960'lardan sonra Fransa, Amerika ve İngiltere'de ortaya çıkan ve güçlenen yeni kuramsal akımlarla ve disiplinlerle feminist hareket de toplumsal ve siyasal bir savaşım olarak canlanma gösterir.
Felsefenin eleştirisinde, cinsiyetin politik bir konu olduğu kadar kuramsal/felsefi bir konu olduğu da belirtilir. Sözkonusu felsefe eleştirisi özellikle Batı felsefesi olarak bilinen felsefi düşünce geleneğini hedefler.
Felsefenin eleştirisinde, cinsiyetin politik bir konu olduğu kadar kuramsal/felsefi bir konu olduğu da belirtilir. Sözkonusu felsefe eleştirisi özellikle Batı felsefesi olarak bilinen felsefi düşünce geleneğini hedefler.
ezoterizm'de sembol;
Evrensel hakikatlerin, evrendeki ilke ve yasaların keşfinde birer araç olan ve kişiye “doğa-üstü” denilen âlemi anlama, kavrama olanağı sunan sembollerin hiçbiri keyfi olarak oluşturulmamış, keyfi olarak seçilmemiştir ve genellikle doğaya, doğal örneklere dayalıdırlar. Sembollere daha çok, eski uyg...arlıklara ait eserlerde çizimler, kabartmalar, freskler ve heykeller olarak,mitolojilerde, masallarda, inisiyatik ve kutsal metinlerde ise sözcük ve kavramlar olarak rastlanmaktadır. Sembol sözcüğünün kökeninin eski Mısır dilinden Grekçe'ye geçmiş symbolon sözcüğü olduğu ileri sürülür. Sözcük Latince'den Fransızca'ya ve oradan da Türkçe'ye geçmiştir.
wikipedi
wikipedi
HİPOKRAT YEMİNİ ORJİNAL HALİ
Adı, eski Yunan bilgini Hipokrat'ın (Hippokrates) adından kaynaklanan Hipokrat Yemini, ülkeden ülkeye, az da olsa değişiklikler gösterir. Orjinal metin ; "Hekim apollon aesculapions, hygia panacea ve bütün tanrı ve tanrıçalar adına!... and içerim, onları tanık ve şah...it tutarım ki, bu andımı ve verdiğim sözü gücüm kuvvetim yettiği kadar yerine getireceğim. Bu sanatta hocamı, babam gibi tanıyacağım, rızkımı onunla paylaşacağım. Paraya ihtiyacı olursa kesemi onunla bölüşeceğim. Öğrenmek istedikleri takdirde onun çocuklarına bu sanatı bir ücret veya senet almaksızın öğreteceğim. Reçetelerin örneklerini, ağızdan bilgileri şifahi malumatı ve başka dersleri evlatlarıma, hocamın çocuklarına ve hekim andı içenlere öğreteceğim. Bunlardan başka bir kimseye öğretmeyeceğim. Gücüm yettiği kadar tedavimi hiçbir vakit kötülük için değil, yardım için kullanacağım. Benden ağı ( zehir ) isteyene onu vermeyeceğim gibi, böyle bir hareket tarzını bile tavsiye etmeyeceğim. Bunun gibi gebe bir kadına çocuk düşürmesi için ilaç vermeyeceğim. Fakat hayatımı, sanatımı tertemiz bir şekilde kullanacağım. Bıçağımı mesanesinde taş olan muzdariplerde bile kullanmayacağım. Bunun için yerimi ehline terk edeceğim. Hangi eve girersem gireyim, hastaya yardım için gireceğim. Kasıtlı olan bütün kötülüklerden kaçınacağım. İster hür ister köle olsun erkek ve kadınların vücudunu kötüye kullanmaktan mazarrattan sakınacağım. Gerek sanatımın icrası sırasında, gerek sanatımın dışında insanlarla münasebette iken etrafımda olup bitenleri, görüp işittiklerimi bir sır olarak saklayacağım ve kimseye açmayacağım.
RADİKAL FEMİNİZM
Radikal feministler hangi sınıftan olursa olsun, tüm kadınların aynı erkek egemen sistemin farklı kurumları tarafından ezildiğini aslında kadınların durumlarının özünde sınıf ayrımı tanımadığını savunmuştur. Daha önceleri Vietnam sorunu sırasında siyasallaşan ve sokaklara çıkan kadınların sosyalist eğ...ilimlerine karşın, 70'ler radikal feministlerin etkisi altında gelişen, sadece kadınlara yönelik eylemlerden oluşan ve çok ses getiren hareketlere sahne olmuştur.
Ataerkil teorinin temel unsuru, toplumdaki belirli bir grubun (genel olarak erkekler) diğer bir grubu (genellikle kadınlardır) kendi menfaatleri doğrultusunda sömürdüğü iktidar ilişkisinin varlığını kabul etmektir.
Radikal Feministlere göre, Marksizmden yararlanarak kadının özgürleşmesi mümkün değildir. Bu yüzden kendilerine yeni bir yol çizerler. Tarihte ilk sömürülen grubun da kadınlar olduğunu ileri sürerler.
Ataerkil teorinin temel unsuru, toplumdaki belirli bir grubun (genel olarak erkekler) diğer bir grubu (genellikle kadınlardır) kendi menfaatleri doğrultusunda sömürdüğü iktidar ilişkisinin varlığını kabul etmektir.
Radikal Feministlere göre, Marksizmden yararlanarak kadının özgürleşmesi mümkün değildir. Bu yüzden kendilerine yeni bir yol çizerler. Tarihte ilk sömürülen grubun da kadınlar olduğunu ileri sürerler.
psikomitoloji
Insanın dogaya ve evrene anlam kazandırma çabasının bir ürünü olan mitoloji, belirli bir
toplum ya da halka özgü mitler bütünü olarak tanımlanabilmektedir. Insana özgü bir karakteristige sahip olmasının ve hayal gücünden yakıtını almasının yanı sıra zaman ve mekân sınırlarını asan bir nitelige sahiptir. Evrensel bir olg...u olarak mitoloji, kolektif yapıda varolan bir bilinçaltı mekanizması aracılıgıyla nesilden nesile aktarılmaktadır. Köklerini bilinçaltından almakta ve insanda mevcut olan içtepiler aracılıgıyla geçmisten bugüne yolculuk etmektedir. İnsanlıgın ortak mirası olarak nitelenebilen mitoloji,kültürün ve bilimin ortaya çıkısında ve gelisiminde önemli bir rol üstlenmistir. Bilimsel terminolojinin de mitsel göndermelerle dolu olduguna dikkat çekmek ve bilimsel terminolojiye tam anlamıyla hakim olmanın söz konusu simgesel dili çözümlemekle mümkün oldugunu ileri sürmek mümkündür.
toplum ya da halka özgü mitler bütünü olarak tanımlanabilmektedir. Insana özgü bir karakteristige sahip olmasının ve hayal gücünden yakıtını almasının yanı sıra zaman ve mekân sınırlarını asan bir nitelige sahiptir. Evrensel bir olg...u olarak mitoloji, kolektif yapıda varolan bir bilinçaltı mekanizması aracılıgıyla nesilden nesile aktarılmaktadır. Köklerini bilinçaltından almakta ve insanda mevcut olan içtepiler aracılıgıyla geçmisten bugüne yolculuk etmektedir. İnsanlıgın ortak mirası olarak nitelenebilen mitoloji,kültürün ve bilimin ortaya çıkısında ve gelisiminde önemli bir rol üstlenmistir. Bilimsel terminolojinin de mitsel göndermelerle dolu olduguna dikkat çekmek ve bilimsel terminolojiye tam anlamıyla hakim olmanın söz konusu simgesel dili çözümlemekle mümkün oldugunu ileri sürmek mümkündür.
konformist ( uydumcu );
konformist ( uydumcu );
bulunduğu yer, zaman,koşullar ve çevre ilişkilerine göre ; en fazla rahat, huzur ve mutluluk kavramları ile yaşamayı amaç edinmiş olup; başındanberi de "bu alışkanlığı edinmiş çevrede" , "zor" u görmemiş, bilmeyen ve anlamak da istemeyen insan tipi..
bulunduğu yer, zaman,koşullar ve çevre ilişkilerine göre ; en fazla rahat, huzur ve mutluluk kavramları ile yaşamayı amaç edinmiş olup; başındanberi de "bu alışkanlığı edinmiş çevrede" , "zor" u görmemiş, bilmeyen ve anlamak da istemeyen insan tipi..
Marksist feminizm;
Bu bakış açısına göre kadın temel üretici fakat ikincil tüketicidir. Kadının özgürleşmesi için çocukların yetiştirilmesinden ve ev işlerinden kurtulması gerektiğini savunurlar. Bunun yolu ise, ev işlerinin sosyalleştirilmesinden geçmektedir. Ev-içi üretimin üretici bir faaliyet olmadığı görüşüne kar...şı çıkarlar. Bu görüşe göre, kadının üreticiliği, erkeğin üreticiliğinin temelidir. Sermaye birikiminin de temelinde kadının ev-içi üretiminin yattığını savunurlar. Kadının ücretli işçi haline getirilmesi projesi ile sınıfsız topluma geçiş için işçi sınıfına katılmak hedeflenmektedir. Ataerkil sisteme pek önem atfetmezler.
Postmodern feminizm
Postfeminizm, feminizmin yapısalcılığını gerçekleştirmek üzerine kuruludur. Postfeminizmde toplumsal anlamda sosyal cinsiyet olduğu gibi biyolojik cinsiyet de (yani gruplandırma özelliklerinin tümü) reddedilmiştir. Postfeminizmin ana noktasında özne olarak “kadın” değil, kadının özelleştirilmesi bulu...nmaktadır.
Bu teorinin merkezinde insanlar arasındaki farklar, yani cinsiyet kimliklerini oluşturmak yatmaktadır. Cinsiyet kimliklerine göre ayrım yapmaktansa, ne kadar çok insan varsa o kadar çok kimlik vardır fikrini kabul eder. Bu noktada da yaklaşım farklılaşır ve çok cinsiyetlilik kavramı ile yer değiştirir.
Bu teorinin merkezinde insanlar arasındaki farklar, yani cinsiyet kimliklerini oluşturmak yatmaktadır. Cinsiyet kimliklerine göre ayrım yapmaktansa, ne kadar çok insan varsa o kadar çok kimlik vardır fikrini kabul eder. Bu noktada da yaklaşım farklılaşır ve çok cinsiyetlilik kavramı ile yer değiştirir.
AYDINLARIN TANINMASI/GRAMSCİ
: Gramsci', sınıf ilişkilerinin "dışında", bağımsız, yani "saf düşünce", bilgi ve bilim yayıcı kişiler olarak kabul edilen "aydınlar mitosu"nu yıkmıştır. Bütünüyle bağımsız aydın gruplarının olmadığını anlatan Gramsci, aydınların hâkim sınıfa (iktidardaki veya "yükselmekteki" sınıf) göre... asla bağımsız olmadıklarını söyler. Aydınları burjuva toplumunun altyapısını üstyapısına bağlayan ve "tarihî blok"a "egemenliğini" garanti eden öğeler olarak gören Gramsci' nin ana tezi, onların kendi başına, ayrı bir sınıf meydana getirmedikleri, fakat "egemenliğin memurları" olarak hâkim zümreye organik bağlarla bağlı olduklarıdır. Bu bağ, aydınlar temsil ettikleri sınıftan geldikleri zaman daha da sıkıdır."Aydınlar bağımsız bir sınıf değildirler. Tersine, her toplumsal zümre kendi özel aydınlar tabakasına sahiptir veya bu tabakayı yaratmaya çalışır.,."
hegomonya
Gramsci'nin 'hegomonya ' teorisinden yola çıkan Althusser , İdeolojinin Devletin İdeolojik aygıtları içinde kutsallaştırılarak en etkili haliyle düşünceler düzeyinde işleyeceğine inanıyordu. Kültür eleştirmenin görevi, sözkonusu ideolojideki boşlukları ve kusurları açığa vuran çelişkileri tanımlamak olduğu kadar , bu ...düşüncelerin nerede ve nasıl yönetici etkin amaçlarına hizmet ettiğini ortaya çıkarmak da olmalıdır. İDEOLOJİ BİZİ 'SORUŞTURUR 'YA DA 'SESLENİR 'BİZE; BİZ DE İDEOLOJİYE TUTSAK OLMAYA DEVAM ETMEK İÇİN ONLARIN İSTEDİĞİNİ YAPARAK , İDEOLOJİNİN İŞARETLERİNE KARŞILIK VERİRİZ.
ikinci Yeni,
1950'li yıllarda Edip Cansever, İlhan Berk, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Sezai Karakoç ve Ece Ayhan gibi şairlerin başını çektiği bir şiir ve edebiyat akımı.
Garipçiler'e ve 1940 Toplumcu Gercekçi Kuşağı'na tepki olarak doğmuştur. İsim babası Muzaffer İlhan Erdosttur.
...Türk şiirinde değişik imge, çağrışım ve soyutlamalarla yeni bir söyleyiş bulma amacında olan bir akımdı. Ortak ozellikleri; dilin alışılmış kalıplarını yıkmak, sözdizimini zorlamak, değiştirmek ya da bozmak oldu. Şiirde hayal gücüne ve duyguya ağırlik verdiler. Bireyin yalnızlığı, sıkıntıları, çevreye uyumsuzlukları gibi temaları sıklıkla işlediler. Söylemek istediklerini soyut bir dille anlatmaya çabaladılar, yer yer anlamın yittiği görülür şiirlerinde. Amaçları verilmek istenilen duyguyu anlatmaktan ziyade hissettirmektir.
Garipçiler'e ve 1940 Toplumcu Gercekçi Kuşağı'na tepki olarak doğmuştur. İsim babası Muzaffer İlhan Erdosttur.
...Türk şiirinde değişik imge, çağrışım ve soyutlamalarla yeni bir söyleyiş bulma amacında olan bir akımdı. Ortak ozellikleri; dilin alışılmış kalıplarını yıkmak, sözdizimini zorlamak, değiştirmek ya da bozmak oldu. Şiirde hayal gücüne ve duyguya ağırlik verdiler. Bireyin yalnızlığı, sıkıntıları, çevreye uyumsuzlukları gibi temaları sıklıkla işlediler. Söylemek istediklerini soyut bir dille anlatmaya çabaladılar, yer yer anlamın yittiği görülür şiirlerinde. Amaçları verilmek istenilen duyguyu anlatmaktan ziyade hissettirmektir.
Dışavurumculuk (ekspresyonizm),
doğanın olduğu gibi temsili yerine duyguların ve iç dünyanın ön plana çıkarıldığı 20. yüzyıl sanat akımı.
Politik istikrarsızlık ve ekonomik çöküntü ortamında Almanya'da pozitivizm ve naturalizm ve impressionizm akimlarina karsi olarak ortaya çıkmıştır.
19. yüzyıl gerçekçilik ve idealizm...ine karşıt anti-natüralist öznelliğe sahip bir bakış açısı içerir.
Ayrıca kuzeyli, Cermen halk sanatı biçimleri ve kabile sanatları da etkilendiği diğer kaynaklardır.
Dışavurumcu sanatın amacı, sanatçının duyguları ve iç dünyasını renk, çizgi, düzlem ve kütle aracılığıyla dışavurmasıdır. Bu duyguları daha iyi yansıtabilmek için sanatçı geleneksel kuralların dışına çıkarak gercegin biçimini bozma yöntemini kullanır ve sanatcinin oznel duygularina dayanmaktadir.
Politik istikrarsızlık ve ekonomik çöküntü ortamında Almanya'da pozitivizm ve naturalizm ve impressionizm akimlarina karsi olarak ortaya çıkmıştır.
19. yüzyıl gerçekçilik ve idealizm...ine karşıt anti-natüralist öznelliğe sahip bir bakış açısı içerir.
Ayrıca kuzeyli, Cermen halk sanatı biçimleri ve kabile sanatları da etkilendiği diğer kaynaklardır.
Dışavurumcu sanatın amacı, sanatçının duyguları ve iç dünyasını renk, çizgi, düzlem ve kütle aracılığıyla dışavurmasıdır. Bu duyguları daha iyi yansıtabilmek için sanatçı geleneksel kuralların dışına çıkarak gercegin biçimini bozma yöntemini kullanır ve sanatcinin oznel duygularina dayanmaktadir.
BİZ İKİMİZ İKİ KARDEŞ
Ve bir gün geleceğiz biz, biz ikimiz
Kuytularında yurdumuzun
Gecelerinde
...Yeni düşmüş yıldızlar gibi
Kentin kucağına ya da kıyılarına
Emeğin faizden ucuz olduğu canpazarına
Ya da vardiyasından dönen işçinin
Kuytu sokağına
Geleceğiz bir gün biz ikimiz
Ve biz geleceğiz bir gün, biz ikimiz
İki kardeş
Yanyana ve omuzomuza
Bileklerimizde
Kitaba ve düşünceye vurulu zincir
-le
Taşıdığımız
Kitabı, özgürlüğü ve umudu
Göklerinde
Alanlarında gibi yurdumuzun
Ilık nisan güneşini
İçerken yapraklar
Eriyen karın altından topraktan
İnce dal uçlarından ağaçların
Yürüyen kalabalığın içinden
MUZAFFER İLHAN ERDOST
Kuytularında yurdumuzun
Gecelerinde
...Yeni düşmüş yıldızlar gibi
Kentin kucağına ya da kıyılarına
Emeğin faizden ucuz olduğu canpazarına
Ya da vardiyasından dönen işçinin
Kuytu sokağına
Geleceğiz bir gün biz ikimiz
Ve biz geleceğiz bir gün, biz ikimiz
İki kardeş
Yanyana ve omuzomuza
Bileklerimizde
Kitaba ve düşünceye vurulu zincir
-le
Taşıdığımız
Kitabı, özgürlüğü ve umudu
Göklerinde
Alanlarında gibi yurdumuzun
Ilık nisan güneşini
İçerken yapraklar
Eriyen karın altından topraktan
İnce dal uçlarından ağaçların
Yürüyen kalabalığın içinden
MUZAFFER İLHAN ERDOST
Muzaffer İlhan Erdost
Muzaffer Erdost (kardeşinin öldürülmesinden sonra "Muzaffer İlhan Erdost" adını aldı) (18 Eylül 1932 Tokat Artova), Türk şair, yazar, yayıncı
Erdost, şiir, öykü, deneme ve eleştiriler yazdı. Yazılarında, toplumsal sorunlar, Türkiye ve Osmanlı tarihi, tarım, faşizm ve demokrasi konularına daha ağırlı...klı eğildi.
Kardeşi İlhan Erdost'un 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Mamak Askeri Cezaevi'nde dövülerek öldürülmesinin ardından, adına kardeşi İlhan'ın adını ekleyerek, "Muzaffer İlhan Erdost" ismini kullanmaya başladı. Erdost, Sol-Onur Yayınları'nın sahibi ve yönetmenidir. Türk şiirinde Garip Akımı'ndan sonra ortaya çıkan İkinci Yeni akımının isim babasıdır. Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHAK) girişimci ve kurucu üyesidir.
Erdost, şiir, öykü, deneme ve eleştiriler yazdı. Yazılarında, toplumsal sorunlar, Türkiye ve Osmanlı tarihi, tarım, faşizm ve demokrasi konularına daha ağırlı...klı eğildi.
Kardeşi İlhan Erdost'un 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Mamak Askeri Cezaevi'nde dövülerek öldürülmesinin ardından, adına kardeşi İlhan'ın adını ekleyerek, "Muzaffer İlhan Erdost" ismini kullanmaya başladı. Erdost, Sol-Onur Yayınları'nın sahibi ve yönetmenidir. Türk şiirinde Garip Akımı'ndan sonra ortaya çıkan İkinci Yeni akımının isim babasıdır. Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHAK) girişimci ve kurucu üyesidir.
YAVAŞ YAVAŞ GEÇTİM KALABALIKLARIN ARASINDAN
Yavaş yavaş geçtim kalabalıkların arasından
bir deniz çarpması gibi çoğalta çoğalta geçen
...geçtiği yeri
yavaş yavaş çıktım içimden. Dokundum
yavaş yavaş acıya, kuvarsa, şiire
yavaş yavaş tarttım suyu, anladım nedir ağırlık
kokular
coğrafya.
Eğildim sonra gövdeyi tanıdım ve düzenini
gördüm sessizliğin dümdüzlüğünü
gördüm yinelemedi gördüğüm hiçbir şey
böyle yavaş yavaş geçtim insandan insana
insanlaştırdım yavaş yavaş dışımı
böyle karıştım kalabalıklara
kalabalıklaştım böylece.
kül
İlhan BERK
bir deniz çarpması gibi çoğalta çoğalta geçen
...geçtiği yeri
yavaş yavaş çıktım içimden. Dokundum
yavaş yavaş acıya, kuvarsa, şiire
yavaş yavaş tarttım suyu, anladım nedir ağırlık
kokular
coğrafya.
Eğildim sonra gövdeyi tanıdım ve düzenini
gördüm sessizliğin dümdüzlüğünü
gördüm yinelemedi gördüğüm hiçbir şey
böyle yavaş yavaş geçtim insandan insana
insanlaştırdım yavaş yavaş dışımı
böyle karıştım kalabalıklara
kalabalıklaştım böylece.
kül
İlhan BERK
BERKELEY
1685-1753 yılları arasında yaşamış olan, dünyada yalnızca ruhların ve bu ruhların idelerinin varolduğunu, buna karşılık maddenin varolmadığını öne süren İngiliz düşünürdür. Dublin’deki Trinity College’de eğitim görmüş İrlandalı bir Protesandı. Bugün yakından bilinen bütün felsefi çalışmalarını henüz yirmili ya...şlarındayken yayınladı.
Yeni Dünya’da yüksek eğitimi geliştirmek için çok uğraştı. Bu amaçla üç yılını Amerikan kolonilerinde geçirdi. Rhode Island’daki çiftliğini ve kütüphanesini, 1701′de kurulan Yale Üniversitesi’ne bıraktı. Yale’in fakültelerinden birine onun adı verildi. California’daki Berkeley kenti de onun adını taşımaktadır. 67 yaşındayken Oxford’da vefat etmiştir.
Yeni Dünya’da yüksek eğitimi geliştirmek için çok uğraştı. Bu amaçla üç yılını Amerikan kolonilerinde geçirdi. Rhode Island’daki çiftliğini ve kütüphanesini, 1701′de kurulan Yale Üniversitesi’ne bıraktı. Yale’in fakültelerinden birine onun adı verildi. California’daki Berkeley kenti de onun adını taşımaktadır. 67 yaşındayken Oxford’da vefat etmiştir.
ADORNO
Frankfurt Okulu’nun ve Eleştirel teori’nin öncülerindendir.
Felsefe ve sosyal disiplinleri bir arada değerlendirerek müzikten gündelik yaşama, ahlaki sorunlardan tahakküm ilişkilerine kadar geniş bir alanda Modern kavram ve kategorileri ve onlara dayalı genel anlayışları sorunsallaştırmıştır. Toplumbilim, ruhbili...m ve müzik- bilim alanlarında da çalışmış, Frankfurt ‘ Okulu’nun “eleştirel kuram”ının felsefi mimarlarından olan Alman düşünür. Sonraları tüm felsefece görüşlerine damgasını vuracak olan Kant’ın Arı Usun Eleştirisi adli kitabını toplum eleştirmeni ve sinema kuramcısı Siegfried Kracauei ile birlikte I. Dünya Savaşı’nın bitmesine yakın her cumartesi öğleden sonraları okumaya başladı. Kracauer’in rehberliği Adorno’ya, bu kitabın yalnızca bir bilgikuramı kitabı olmadığını, aynı zamanda tinin tarihsel konumunun da okunabileceği kodlanmış bir metin olduğunu düşündürttü.
Felsefe ve sosyal disiplinleri bir arada değerlendirerek müzikten gündelik yaşama, ahlaki sorunlardan tahakküm ilişkilerine kadar geniş bir alanda Modern kavram ve kategorileri ve onlara dayalı genel anlayışları sorunsallaştırmıştır. Toplumbilim, ruhbili...m ve müzik- bilim alanlarında da çalışmış, Frankfurt ‘ Okulu’nun “eleştirel kuram”ının felsefi mimarlarından olan Alman düşünür. Sonraları tüm felsefece görüşlerine damgasını vuracak olan Kant’ın Arı Usun Eleştirisi adli kitabını toplum eleştirmeni ve sinema kuramcısı Siegfried Kracauei ile birlikte I. Dünya Savaşı’nın bitmesine yakın her cumartesi öğleden sonraları okumaya başladı. Kracauer’in rehberliği Adorno’ya, bu kitabın yalnızca bir bilgikuramı kitabı olmadığını, aynı zamanda tinin tarihsel konumunun da okunabileceği kodlanmış bir metin olduğunu düşündürttü.
Frankfutt’taki çalışmalarında Adorno, üç konuyu öne çıkartmıştır.
a) Kierkegnard’ da, öznellik kavramında olduğu gibi, varoluşsal öğeleri soyut kategorilece dönüştürmek yoluyla varoluşçuluğun somutlaşma arzusunun açığa çıkarılarak eleştirilmesi;
b) şeyleşmiş toplumsal dünyanın yani kişilerin üzerinde baskı kuran öznelli...gin savlarına kayıtsız kalan kurumlar dünyasının bir okuması;
c) tanrıbilimsel düşüncelerin tarihsel ve maddi somutlaştırılmasının sağlanması girişimi.
b) şeyleşmiş toplumsal dünyanın yani kişilerin üzerinde baskı kuran öznelli...gin savlarına kayıtsız kalan kurumlar dünyasının bir okuması;
c) tanrıbilimsel düşüncelerin tarihsel ve maddi somutlaştırılmasının sağlanması girişimi.
Ben İçeri Düştüğümden Beri
Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere d...öndü dünya Ona sorarsanız: ’Lafı bile edilemez, mikroskopik bi zaman...’ Bana sorarsanız: ‘On senesi ömrümün...’ Bir kurşun kallemim vardı, ben içeri düştüğüm sene Bir haftada yaza yaza tükeniverdi Ona sorarsanız...: ’Bütün bi hayat...’ Bana sorarsanız: ‘Adam sende bi hafta...’ Katillikten yatan Osman; ben içeri düştüğümden beri Yedibuçuğu doldurup çıktı. Dolaştı dışarda bi vakit, Sonra kaçakçılıktan tekrar düştü içeri, altı ayı doldurup çıktı tekrar. Dün mektubu geldi; evlenmiş, bi çocuğu olacakmış baharda... Şimdi on yaşına bastı, ben içeri düştüğüm sene ana rahmine düşen çocuklar. Ve o yılın titrek, uzun bacaklı tayları, Rahat, geniş sağrılı birer kısrak oldu çoktan. Fakat zeytin fidanları hala fidan, hala çocuktur. Yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde, ben içeri düştüğümden beri... Ve bizim hane halkı, bilmediğim bir sokakta, görmediğim bi evde oturuyor Pamuk gibiydi bembeyazdı ekmek, ben içeri düştüğüm sene Sonra vesikaya bindi Bizim burda, içerde Birbirini vurdu millet, yumruk kadar simsiyah bi tayin için Şimdi serbestledi yine, fakat esmer ve tatsız Ben içeri düştüğüm sene, ikincisi başlamamıştı henüz Daşov kampında fırınlar yakılmamış, atom bombası atılmamıştı Hiroşimaya Boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman Sonra kapandı resmen o fasıl, şimdi üçünden bahsediyor amerikan doları Fakat gün ışığı her şeye rağmen, ben içeri düştüğümden beri Ve karanlığın kenarından, onlar ağır ellerini kaldırımlara basıp doğruldular yarı yarıya Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya Ve aynı ihtirasla tekrar ediyorum yine ‘Onlar ki; toprakta karınca, su da balık, havada kuş kadar çokturlar. Korkak, cesur, cahil ve çocukturlar, Ve kahreden yaratan ki onlardır, Şarkılarda yalnız onların maceraları vardır’ Ve gayrısı Mesela, benim on sene yatmam Laf’ı güzaf... Nazım Hikmet Ran
Karar vermek…
Karar vermek, bazıları varoluşun özüne kadar inen pek çok nedenle
... güçtür. John Gardner’ın Grendel adlı romanında yarattığı bilge bir
adam, yaşamın gizleri üzerindeki düşüncelerini iki basit fakat korkunç
önermeyle özetler: –Her şey solup gider: her seçenek diğerlerini
safdışı bırakır.– İlk önermeden, yani ölümden, zaten söz etmiştim.
İkincisi, yani seçeneklerin birbirlerini safdışı bırakması, karar vermenin
neden güç olduğunu anlamak için önemli bir anahtardır. Her karar
kaçınılmaz bir biçimde feragate yol açar: her evet için bir de hayır
olması gerekir, her karar öbür seçenekleri safdışı bırakır ya da
öldürür. (İngilizce karar vermek anlamına gelen decide kelimesinin kökü,
hamicide (adam öldürme, katil) ve suicide (intihar) kelimelerinde olduğu
gibi –öldürmek– anlamına gelir.
irwin yalom /alıntı
... güçtür. John Gardner’ın Grendel adlı romanında yarattığı bilge bir
adam, yaşamın gizleri üzerindeki düşüncelerini iki basit fakat korkunç
önermeyle özetler: –Her şey solup gider: her seçenek diğerlerini
safdışı bırakır.– İlk önermeden, yani ölümden, zaten söz etmiştim.
İkincisi, yani seçeneklerin birbirlerini safdışı bırakması, karar vermenin
neden güç olduğunu anlamak için önemli bir anahtardır. Her karar
kaçınılmaz bir biçimde feragate yol açar: her evet için bir de hayır
olması gerekir, her karar öbür seçenekleri safdışı bırakır ya da
öldürür. (İngilizce karar vermek anlamına gelen decide kelimesinin kökü,
hamicide (adam öldürme, katil) ve suicide (intihar) kelimelerinde olduğu
gibi –öldürmek– anlamına gelir.
irwin yalom /alıntı
Septisizm;
Septisizm; her türlü bilgi savını kuşkuyla karşılayan, temellerini, etkilerini ve kesinliklerini irdeleyen, ayrıca aklın kesin bir bilgi elde edemeyeceğini hakikate erişilse dahi sürekli ve tam bir şüphe içinde kalınacağını, mutlağa ulaşmanın mümkün olmadığını savunan felsefi görüştür. Septisizm, felsefe tarihi boyunca... yerleşik kanılar ve inançları sarsmış, felsefe, bilim ve özellikle din konusunda birçok anlayışın değişmesine ortam hazırlamıştır. Antikçağ Yunan bilgiciliğinin kurucusu Protagoras tarihte ilk şüphelenen, şüpheci düşünürdür. Protagoras, “Her şeyin ölçüsü insandır. Her şey bana nasıl görünürse benim için öyledir. Üşüyen için rüzgar soğuk, üşümeyen için soğuk değildir. Her şey için birbirine zıt iki söz söylenebilir.” diyerek tümel bir hakikatin var olmadığını, her insanın kendine ait kanaat ve düşünceleri olabileceğini belirtmiştir.
Bitti O Sevda
Bitti o sevda kesildi çığlıkları martıların
Su gibi bitti, suya karşıt gibi bitti
Bİtti kıyıyı adına deniz dediğimiz şey
Unuttuk ikimiz de her türlü yetinmezliği
...Kaybetti kumarda gözlerim
Kaybetti kumarda gözleri.
Bir koru rüzgarlandı göğüs boşluğumuzda sanki
Uzaklaştı ağaçlar birbirlerinden
Yakınlaştı ağaçlar birbirlerine
Yani her soluk alıp verişimizde bizim
Bir mekik gibi kalbin
Bir mekiği gibi kalbim İşleyip durdu bu yitikliği yeniden.
Ne kaldı
Farkında mısın bilmem
Gündüzler.. Gündüzler biraz azaldı.
edip cansever
Su gibi bitti, suya karşıt gibi bitti
Bİtti kıyıyı adına deniz dediğimiz şey
Unuttuk ikimiz de her türlü yetinmezliği
...Kaybetti kumarda gözlerim
Kaybetti kumarda gözleri.
Bir koru rüzgarlandı göğüs boşluğumuzda sanki
Uzaklaştı ağaçlar birbirlerinden
Yakınlaştı ağaçlar birbirlerine
Yani her soluk alıp verişimizde bizim
Bir mekik gibi kalbin
Bir mekiği gibi kalbim İşleyip durdu bu yitikliği yeniden.
Ne kaldı
Farkında mısın bilmem
Gündüzler.. Gündüzler biraz azaldı.
edip cansever
Guernica
Guernica
Pablo Picasso, 1937
Tuval üzerine yağlıboya , 349 × 776 cm
Reina Sofía Müzesi, Madrid
...Guernica'da, acı çeken insanlar ve hayvanlar ile kaos içindeki yıkılmış binalar betimlenmiştir.
* Tüm sahne bir odanın içindedir, sol tarafta yer alan büyük gözlü boğa, kucağındaki ölü çocuğa ağlayan bir kadının üzerinde durur.
* Resmin merkezinde acı içinde yıkılmak üzere olan, mızrakla vurulmuş bir at bulunur. Atın burnu ve üst dişleri, bir insan kafatası şeklindedir.
* Atın altında bir askerin parçalanmış cesedi vardır. Asker, üzerinde çiçeklerin büyüdüğü kırılmış bir kılıç tutmaktadır.
* Acı çeken atın üzerinde, göz şeklindeki çıplak bir ampül parlamaktadır.
* Atın sağ üst tarafında, bu vahşi sahnelere tanıklık ederek camdan içeri girmekte olan, korku dolu bir kadın figürü vardır. Kadın, elinde yanan bir gaz lambası taşır.
* Korku içindeki bir başka kadın sağdan yalpalayarak merkeze doğru ilerlemektedir. Kadın, parlayan ampüle boş gözlerle bakmaktadır.
* Boğanın, atın ve çocuk için ağlayan kadının dilleri olarak çizimiş olan hançerler çığlıkları simgeler.
* Sağ uçta, dehşet içinde kollarını kaldırmış bir adam, yukarıdan ve aşağıdan ateşlerle sarılmıştır.
* Resmin sağ ucunda, açık bir kapıyla sonlanan siyah bir duvar vardır.
Pablo Picasso, 1937
Tuval üzerine yağlıboya , 349 × 776 cm
Reina Sofía Müzesi, Madrid
...Guernica'da, acı çeken insanlar ve hayvanlar ile kaos içindeki yıkılmış binalar betimlenmiştir.
* Tüm sahne bir odanın içindedir, sol tarafta yer alan büyük gözlü boğa, kucağındaki ölü çocuğa ağlayan bir kadının üzerinde durur.
* Resmin merkezinde acı içinde yıkılmak üzere olan, mızrakla vurulmuş bir at bulunur. Atın burnu ve üst dişleri, bir insan kafatası şeklindedir.
* Atın altında bir askerin parçalanmış cesedi vardır. Asker, üzerinde çiçeklerin büyüdüğü kırılmış bir kılıç tutmaktadır.
* Acı çeken atın üzerinde, göz şeklindeki çıplak bir ampül parlamaktadır.
* Atın sağ üst tarafında, bu vahşi sahnelere tanıklık ederek camdan içeri girmekte olan, korku dolu bir kadın figürü vardır. Kadın, elinde yanan bir gaz lambası taşır.
* Korku içindeki bir başka kadın sağdan yalpalayarak merkeze doğru ilerlemektedir. Kadın, parlayan ampüle boş gözlerle bakmaktadır.
* Boğanın, atın ve çocuk için ağlayan kadının dilleri olarak çizimiş olan hançerler çığlıkları simgeler.
* Sağ uçta, dehşet içinde kollarını kaldırmış bir adam, yukarıdan ve aşağıdan ateşlerle sarılmıştır.
* Resmin sağ ucunda, açık bir kapıyla sonlanan siyah bir duvar vardır.
BİRİKİME İNANMAK
Dalgayı haber veren yakamoz
kimin gözüne çarpar kıyıda?
Çiçeğe durduğunu kim ayırt eder
...tepeden tırnağa giyinmeden ağaç?
Kimin dikkatini çeker küçücük bir bulut
güneşi kapatmadan önce? Yazar
Kemal Özer
kimin gözüne çarpar kıyıda?
Çiçeğe durduğunu kim ayırt eder
...tepeden tırnağa giyinmeden ağaç?
Kimin dikkatini çeker küçücük bir bulut
güneşi kapatmadan önce? Yazar
Kemal Özer
DENİZ ORAKÇISI
Sor kendine bir sabah,
av hazırlığına başlarken;
sulara kim salar ilk güneşi
...sen kayığına binmesen,
orağını almasan eline
ilk ürünü kim biçer denizden?
Kent niye bir büyük gergeftir,
geçirmiş ilmiğini alın terine?
Niye aç ağızlardan örülü
bir martı çığlığıdır gök;
iner kalkar başının üzerinde,
küçük dalışlarla yoklar tekneni?
Bir başınasın yaşamı üretirken
zıpkın çizer, kürek acıtır, ağ yorar.
neden elleri bulunmaz elinin yanında,
yorgunluğu neden paylaşmazlar
sofrasına çökerken yeryüzünün,
sor kendine bir sabah.
Kemal Özer
av hazırlığına başlarken;
sulara kim salar ilk güneşi
...sen kayığına binmesen,
orağını almasan eline
ilk ürünü kim biçer denizden?
Kent niye bir büyük gergeftir,
geçirmiş ilmiğini alın terine?
Niye aç ağızlardan örülü
bir martı çığlığıdır gök;
iner kalkar başının üzerinde,
küçük dalışlarla yoklar tekneni?
Bir başınasın yaşamı üretirken
zıpkın çizer, kürek acıtır, ağ yorar.
neden elleri bulunmaz elinin yanında,
yorgunluğu neden paylaşmazlar
sofrasına çökerken yeryüzünün,
sor kendine bir sabah.
Kemal Özer
Heidegger’e göre insan için 2 tür yaşam olanağı vardır:
1-“Onlar Alanı”n da yaşamak.
Bu yaşam, insanın toplumsal yaşamıdır. Burada insan, kendi kendisi değildir. Bir çalkantı içinde yiter gider. “onlar alanı”, insanı törpüler, kişiliğini siler. Bu yaşamın en üst basamağında bulunan bilimler, felsefeler ve dinler de insana yalan söylemektedirler. En tepedeki din, insanı insandan saklamak için uydurulmuştur. insan bu aldatmacalardan kurtulur kurtulmaz, evrende tek başına olduğunun bilincine varır. Evrene atılmıştır. Evrenin ne olduğunu bilemez karanlıklarla çevrilidir. İçinde tasa vardır. Tasa ve iç daralması, varlığa erişmek için bir ip ucudur. İç daralmasında insan, yokluğu ve yokluktan ayrılan varlığı kavrar. Her an yokluğa gidebileceğini duyar.
2-“kararlı yaşam”:
Her yanı karanlıklarla dünyada insan, yaşamını kendi eline almalıdır. Kendi yazgısını kendi çizmeli yapacaklarına kendi karar vermelidir. Heidegger’e göre filozoflar varlığı usa vurma ile anlamaya çalışır, sonunda kup kuru soyutlamalara varırlar. Oysa anlamak, yapmaktır. Kendini tanımak, kendini eylemde ölçmektir. İnsan, kendi kararlarını uygulayarak kendini ölçer. Kendi yazgısını kahramanca eline alan insan, hiçliğin, dünyanın ve kendi kendisinin üstüne çıkar. İnsan, dünyaya anlam ve gerçeklik vererek, onun karışıklığını düzenler. Bu açıdan insan, dünyanın yapıcısıdır.
İnsan, olmuş, bitmiş bir varlık değildir. Zaman içinde açılan bir olanaktır. İnsanın içinde bulunduğu durumla gelecekte olabileceği durum arasındaki gerginlik iç daralması doğurur. İç daralması geçici bir durum değildir. Varlığın kendisindendir.
Heidegger’e göre her şey insan içindir. Bitkiler ,hayvanlar ve tüm dünya insan içindir. Ahlak ya da doğrulukta insan içindir, insan göredir genel doğru yoktur.
Bu yaşam, insanın toplumsal yaşamıdır. Burada insan, kendi kendisi değildir. Bir çalkantı içinde yiter gider. “onlar alanı”, insanı törpüler, kişiliğini siler. Bu yaşamın en üst basamağında bulunan bilimler, felsefeler ve dinler de insana yalan söylemektedirler. En tepedeki din, insanı insandan saklamak için uydurulmuştur. insan bu aldatmacalardan kurtulur kurtulmaz, evrende tek başına olduğunun bilincine varır. Evrene atılmıştır. Evrenin ne olduğunu bilemez karanlıklarla çevrilidir. İçinde tasa vardır. Tasa ve iç daralması, varlığa erişmek için bir ip ucudur. İç daralmasında insan, yokluğu ve yokluktan ayrılan varlığı kavrar. Her an yokluğa gidebileceğini duyar.
2-“kararlı yaşam”:
Her yanı karanlıklarla dünyada insan, yaşamını kendi eline almalıdır. Kendi yazgısını kendi çizmeli yapacaklarına kendi karar vermelidir. Heidegger’e göre filozoflar varlığı usa vurma ile anlamaya çalışır, sonunda kup kuru soyutlamalara varırlar. Oysa anlamak, yapmaktır. Kendini tanımak, kendini eylemde ölçmektir. İnsan, kendi kararlarını uygulayarak kendini ölçer. Kendi yazgısını kahramanca eline alan insan, hiçliğin, dünyanın ve kendi kendisinin üstüne çıkar. İnsan, dünyaya anlam ve gerçeklik vererek, onun karışıklığını düzenler. Bu açıdan insan, dünyanın yapıcısıdır.
İnsan, olmuş, bitmiş bir varlık değildir. Zaman içinde açılan bir olanaktır. İnsanın içinde bulunduğu durumla gelecekte olabileceği durum arasındaki gerginlik iç daralması doğurur. İç daralması geçici bir durum değildir. Varlığın kendisindendir.
Heidegger’e göre her şey insan içindir. Bitkiler ,hayvanlar ve tüm dünya insan içindir. Ahlak ya da doğrulukta insan içindir, insan göredir genel doğru yoktur.
22 Ocak 2011 Cumartesi
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe
Mitolojinin Kullanılması
Psychomythological Terms: Use of Mythology in
Psychology Literature
Yard. Doç. Dr. Emet GÜREL*
Aras. Gör. Canan MUTER **
Özet: Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması” baslıklı
bu çalısma kapsamında, insan dogasına özgü bir semboller sistemi olan mitolojinin, psikoloji
literatürüne yönelik yansımaları konu edilmektedir. Bu baglamda öncelikli olarak
mitoloji olgusuna açıklık getirilmekte ve mitoloji ile bilim baglantısı incelenmektedir. Ardından
psikoloji literatüründe genis bir kullanım alanı bulan mitsel ögeler örnekler dahilinde
ayrıntılandırılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Psikoloji, Mitoloji, Psikomitoloji, Bilinçaltı, Arketip.
Abstract: In scope of this study which is titled “Psychomythological Terms: Use of
Mythology in Psychology Literature”, the reflections of mythology, a system of symbols
specific to human nature, on the psychological literature are examined. In this regard,
firstly the mythology phenomenon is explained and the relationship between mythology
and science is focused on. Then, the mythical elements that are commonly used in
psychological literature are exemplified.
Key Words: Psychology, Mythology, Psychomythology, Unconscious, Archetyp.
537
* Ege Üniversitesi Iletisim Fakültesi Halkla Iliskiler ve Tanıtım Bölümü E.Ü. Kampüsü 35100 Bornova / IZMIR
Tel: 0232 3884000 - 1564 Faks: 0 232 3886758 E-mail: emet.gurel@ege.edu.tr
** Celal Bayar Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu MANISA
Tel: 0236 2371828 - 14 E-mail: cananmuter@yahoo.com
1. GIRIS
Dogaya ve insana özgü hayal ürünü öyküler toplamı olan mitoloji, tıpkı bilim gibi insanın
evreni ve dünyayı algılama, açıklama ve anlamlandırma çabasının bir ürünüdür. Mitoloji ve
bilim etkilesimi, uygarlık tarihinin baslangıcından bu yana varlıgını sürdürmektedir. Insan
yaratıcılıgının dısavurumu olan mitoloji, günümüz biliminde özellikle terminolojik baglamda
yogun olarak kullanılmaktadır. Bu noktada mitolojik semboller; insan varolussal olusumuna
ısık tuttukları ve anlatım kolaylıgı sagladıkları için tıp, psikoloji, sosyoloji, iletisim ve
yönetim basta olmak üzere pek çok disiplin tarafından yeglenmektedirler.
2. KOLEKTIF BILINÇALTININ ÜRÜNÜ OLARAK MITOLOJI
Doga güçlerini ve dogaüstü varlıkları konu alan hayal ürünü öykü anlamına gelen ‘mythos’
ile söz ya da akıl anlamına gelen ‘logos’ kelimelerinden olusan mitoloji -mythology-, insanlıgın
geçirdigi gelisim asamalarını ve düsünme atılımlarını gösteren en önemli bilgi kaynagıdır.
Insanın evrensel bilinçle iletisime geçme arzusundan beslenen mitoloji, neden ve
nasıl gibi sorulara yönelik yanıt arayısını sembolize etmektedir.
Insan, varolusundan bu yana, arayıs içinde olmustur. Soru sormaya basladıgı andan itibaren,
gerekli cevapları kendisine saglayacak verilere ihtiyaç duymus ve hayal gücünün eseri
olsalar da bunlara inanma egiliminde olmustur. Düsünen ve yasamına bir anlam arayan
insanın kendisini doga ile özdeslestirmesiyle vücut bulan mitler; bir süre sonra kendilerini
üretenlere ait olmaktan çıkarak, baskalarına da ait olmaya baslamıs, zaman ve mekân sınırlarını
asan bir nitelige bürünmüstür.
Dogum-yasam-ölüm döngüsüne bir açıklama getirmek isteyen insan, evrene ve dogaya
iliskin deneyim ve fikirlerini paylasma yoluna gitmis ve elde ettigi yanıtları önce sözlü daha
sonra yazılı kültür aracılıgıyla kusaktan kusaga aktararak günümüze ulastırmıstır. Evrim
süreci boyunca insanla birlikte yolculuk eden mitler; insanların fantezilerinde, bilinçaltında
ve fikir sisteminde canlı bir sekilde yasamaya ve zenginlesmeye devam etmislerdir. Bu
noktada mitleri salt anlatı olarak nitelemek, sahip oldukları önemi yadsımak anlamına gelecektir.
Jack Roubaud’un da vurguladıgı gibi mitler dilsel biçimleri, kozmolojik düslemi,
ahlâki ve dinsel kabulleri içermektedir (Vernant, 2001, s.15).
Albert Camus’un deyimiyle hayal gücü onları canlı tutsun diye var olan mitler, insanoglunun
yaratıcılıgının ve üretkenliginin dısa vurumudur. Mitlerin, insan yaratıcılıgı açısından
belirleyici bir rol üstlendigini ileri süren Moles, insanın bir canlı olarak sınırlarını asmasından
ve doga güçlerine yönelik mücadele arzusundan hareket ederek dinamik mitler kavramını
ortaya atmıstır. Söz konusu kavramının altını çizen bir diger isim olan Naaskow ise;
dinamik mitolojinin nereden geldigimizi, su anda nerede oldugumuzu ve nereye gidecegimizi
göstererek kendimizi evrende bir yere oturtmamızı saglayan, yasayan hikayeler sistemi
olduguna dikkat çekmektedir (http://www.zuvuya.net/sites/raveon/boom2002/english/
story.htm, 16.06.2005).
Insan dogasına özgü semboller toplamı olarak tanımlanabilen mitoloji; kültürün ana dinamikleri
olarak niteleyebilecegimiz din, bilim ve sanatın gelisiminde öncü bir rol üstlenmistir.
Bu baglamda psikolojinin bir bilim dalı olarak var olmasından önce; insanların mitler
aracılıgıyla içsel tepilerine ve yasam dinamiklerine iliskin ipuçları sunduklarını ve insan
dogasına iliskin bulguların sistematize edilmesi sürecine ısık tuttuklarını ileri sürmek mümkündür.
Bu noktada mitolojiyi, ‘ilkel psikoloji’ ya da ‘arke psikolojisi’ olarak degerlendirmek
yanlıs olmayacaktır.
538
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
Psikolojinin bir bilim dalı olarak kabul görmesiyle birlikte, mitler mercek altına alınmaya
ve arastırmalara konu olmaya baslamıstır. Bu baglamda Freud, mitlerin insanların kolektif
ve süregelen rüyaları oldugunu ileri sürmüstür. “Jung ise, mitlerin evrensel, kolektif ve
estetik bir nitelige sahip olduklarına dikkat çekerek rüya ve efsanelerde ortaya çıktıklarını
ifade etmistir. Jung’a göre dinamik mitler, kolektif bilinçaltının arketipleridir ve her ne kadar
insan ürünü olsalar da insanda daima, korku ile arzu arasında gidip gelen çift yönlü
duygular yaratmaktadırlar” (Bilgin, 2003, s.91).
Jung; kisisel bilinçaltının derinlerinde bulunan kolektif bilinçaltının, insanın insan olma
evresine ulasmasından çok daha önceki dönemlere ait gizli bellek kalıntılarından olustugununu
vurgulamaktadır. Kisilerinin bilinçaltlarının ya da içgüdüsel benliklerinin toplamı
olarak tanımlanabilen kolektif bilinçaltı, kalıtımla gelen evrensel bir düsünme biçimini ve
ırkın dünya ile olan yasantısının bir ürünü olan arketipleri içermektedir. Arketipler psikolojik
anlamda, insanın kisisel deneyimini, dolayısıyla davranısını sekillendiren duygusalbilissel,
daha özele inmek gerekirse duygusal-düssel zihin yapılarıdır (Maloney, 1999,
s.103).
Jung; arketipleri insanın sahip oldugu, hayvanların ise sahip olmadıgı içgüdüsel düsünce
ve davranıs kalıpları olarak nitelemekte ve arketipler ile içgüdüler arasında paralellik oldugunu
ileri sürmektedir (Jung, 1982, s.103 - 107). Pietikainen ise, arketiplerin sembolik
formlar oldugunu ve biyolojik olmanın ötesinde kültürel bir nitelige sahip olduklarını vurgulamaktadır.
Buna göre arketipler genlerle degil ama, kültür aracılıgıyla nesilden nesile
tasınmaktadırlar. Insanın kültür içinde dogması, kültürel belirteçlerin bilinçaltında yüklü
oldugu anlamına gelmemektedir. Insan kolektif bilinçaltıyla dogmamakla birlikte, kültürel
bir ortamda büyüyerek, kültüre islenmis olan baskın bazı ortak özellikleri ve inançları farkında
olmadan içsellestirmektedir (Pietikainen, 1998, s.333).
Arketipler, tarih boyunca tekrar yoluyla insanlıgın aklına kazınmıs olan deneyimleri ifade
etmektedir (Nuttall, 2002, s.34). Bu bakıs açısı uyarınca insanoglunun dogasında içkin olan
tüm duygu ve arzuların, atalarından kendisine miras kaldıgını ve kusaklar boyunca kendisini
takip ettigini ileri sürmek olanaklıdır. Dolayısıyla mitleri, kolektif bilinçaltının ürünü
ve tüm insanlıgın ortak mirası olarak nitelemek mümkündür.
4. PSIKOLOJI LITERATÜRÜNDE MITOLOJIK ÖGELERIN
KULLANILMASI
Mitoloji ve bilim arasındaki semantik ortaklıktan hareketle, tıp ve psikoloji basta olmak
üzere bilimsel terminolojide mitsel sembollerin genis kullanıma sahip oldugunu ileri sürmek
mümkündür. Bu anlamıyla bilimsel terminolojide mitsel ögelerin kullanılması; anlatım
kolaylıgı saglamasının ve insanlıgın ortak dilinden yararlanma olanagı sunmasının yanı
sıra mitleri somutlastırmakta, yasama gücü kazandırmakta ve farklı düzlemlerde varlık
göstermelerine aracılık etmektedir.
Mitler, bizi kendimiz hakkındaki en soylu ve en samimi dogrulara götüren ruhani metaforlardır.
Hillman psikenin, diger bir deyisle Jung’un ortaya attıgı bilinç ve bilinçdısını içeren
kisiligin temelinin mitlerden olustuguna dikkat çekmekte ve bu baglamda psikolojinin
de nihayetinde bir nevi mitoloji oldugunu ileri sürmektedir (http://mythicjourneys.
org/passages/septoct2003/newsletterp4.html, 20.04.2005). Bilinçaltının mitolojik boyutundan
kaynaklanan bu ve benzeri söylemler, psikoloji literatüründe mitsel ögelerin
539
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
yeglenmesi sonucunu dogurmaktadır. Bu baglamda psikoloji literatüründe genis bir kullanım
alanına sahip olan ve psikomitolojinin temelini teskil eden mitsel ögeler su sekilde
özetlenebilmektedir:
• Adonis Kompleksi: Sümer ve Hitit kökenli bir efsane olan Adonis, özünde toprak-
bereket temalı bir öyküdür. Suriye Kralı Thesias’ın ya da Kıbrıs Kralı Kinyras’ın kızı
olan Myrrha ya da diger ismiyle Smyrna, Ask ve Güzellik Tanrıçası Afrodit’in lanetine ugrayarak
babasına asık olmustur. Dadısının kurdugu bir düzen sonucunda oniki gece boyunca
babasıyla birlikte olan genç kadın, bu birliktelikten hamile kalmıstır. Ancak son gece,
birlikte oldugu kadının öz kızı oldugunu anlayan ve içinde bulundugu büyük günahın farkına
varan babası tarafından öldürülmek istenmistir. Myrrha’nın düstügü duruma üzülen ve
onu babasının haklı gazabından kurtarmak isteyen Tanrılar, genç kadını mersin agacına çevirmislerdir.
Bir süre sonra mersin agacının kabugundan çok güzel bir bebek dünyaya gelmistir.
Adonis ismi verilen bebegin güzelligine hayran kalan Afrodit, onu büyütmesi için Yeraltı
Tanrıçası Persephone’ye verse de, geçen zaman zarfında Adonis’e sahip olmak isteyen iki
Tanrıça birbirine düsmüstür. Tanrıçalar arasındaki kavgaya yargıçlık eden Zeus; artık bir
delikanlı olan Adonis’in yılın ilk dört ayı Persephone’nin, sonraki dört ayı da Afrodit’in yanında
geçirecegi, kalan zamanda da istedigi yerde yasayabilecegi kararını vermistir. Adonis’in
kalan zamanı da Afrodit’in yanında geçirmek istemesi diger Tanrıların kıskançlıga ve
Adonis’in üzerine bir yaban domuzu salmalarına neden olmustur. Kasıgından yaralanan
Adonis, kanaya kanaya can vermis ve topragı sulayan kanları Manisa Lalesi olarak adlandırılan
bahar çiçeklerinin yetismesini saglamıstır.
Anadolu ve Suriye basta olmak üzere tüm Güney Akdeniz kültürlerine konu olan bu mit;
kısın yeraltında saklanan, baharın gelisiyle birlikte fıskırarak hayat bulan bitkisel varlıgı
simgelemektedir. Essiz bir güzellige sahip olan ve kasıgından aldıgı ölümcül yara nedeniyle
can veren Adonis, insan anatomisine de konu olmus ve kasıkla karın arasında yer alan
kasa ismini vermistir. Birçok siir ve masala esin kaynagı olan bu mitolojik kahramana, psikofarmakoloji
literatüründe de rastlamak mümkündür. Bu baglamda sakinlestirici surup
yapımında tat verici -excipient- madde olarak kullanılan ve botanik biliminde ‘adonis vernalis’
olarak bilinen bitki, ismini Adonis’den almaktadır. Asya’nın ılıman bölgelerinde ve
Avrupa’da yetisen bu bitki, Türkiye’de ‘kanavcı otu’, ‘avcı otu’ ya da ‘keklik gözü’ olarak
tanınmaktadır (Birand, 1952, s.73).
Adonis miti, psikoloji literatüründe erkeklerin vücutları ile ilgili takıntılarını ifade eden
Adonis Kompleksi -Adonis Complex- ile karsılık bulmaktadır. Çagcıl erkegin bedeni ile ilgili
takıntılarını ve kimlik bunalımlarını ifade eden Adonis Kompleksi, kas dismorfofobisini
de kapsayan bir nitelige sahiptir (Pope vd., 2002).
• Androgynos: Canlıların dualizmini ifade eden en ünlü mittir. Aristophanes, eskiden
insan soyunun simdiki gibi kadın ve erkek diye ikiye ayrılmadıgını ve androgynos
denilen her iki cinsi de içine olan bir üçüncü cinsin yasadıgından söz etmektedir. Bugün
ortadan kalkan ve geride saygınlıgını yitirmis adı kalan bu insanlar dört el ve ayaga, iki yüze
ve iki üreme organına sahip olmalarının yanı sıra yarısı digerinin üzerine kapanmıs yuvarlak
bir küre seklindedir. Olaganüstü güçlü ve cesur olan androgynler bir gün Tanrılara
saldırınca, Tanrılar tarafından cezalandırılmıs ve ortadan ikiye bölünmüslerdir. Böylece her
yarı androgyn, umutsuzca öbür yarısını aramaya baslamıstır. Karsılastıklarında birbirlerine
duydukları sefkat, güven ve sevgi olaganüstüdür. Tek istedikleri birbirlerinden hiç ayrılma-
540
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
mak, sevilen nesneyle kaynasmak, onun içinde erimek ve iki yerine tek olabilmektir (Platon,
2002, s.36-39).
Psikoloji literatüründe androjen kelimesi -ki androjen, aynı zamanda erkeklik hormonudur-;
hem kadın, hem de erkek karakteristiklerine sahip olmak anlamına gelmektedir. Androjen
kisi, cinsiyetinin gerektirdigi baskın davranısları göstermeyip karsı cinsle ortak denebilecek
davranıs özellikleri sergilemektedir.
• Andromeda Kompleksi: Psikoloji literatüründe Andromeda; içinde bulundugu
zor kosullardan ve kendisini baglayan sorumluluklardan uzaklasmak için, karsısına çıkan
ilk erkegin etkileyici sözlerine inanarak hayatlarını mutlu geçirme hayalleri kuran kadınları
tanımlamak için kullanmaktadır. Neredeyse tüm kadınların bilinçli ya da bilinçsiz bir
sekilde Andromeda Kompleksi yasadıklarını ileri sürmek mümkündür. Bu kompleks; kadınların
tüm yasamlarını kısıtlamakta, yasamdan aldıkları doyumu azaltmakta, iliskilerinin
sınırlarını belirlemekte, zorluklarla savasmak yerine yasamlarını bir erkek tarafından kurtarılmayı
bekleyerek geçirmeleri ve evlenmis olmak için evlenmeleri sonucunu dogurmaktadır.
Mitoloji literatüründe Andromeda, Aithiopia Kralı Kepheus ile Kassiepeia’nın kızıdır. Andromeda’nın
güzel ve kibirli olan annesi Kassiepeia, tüm Nereus kızlarından daha güzel
olmakla övündügü için Nereus kızları tarafından Deniz Tanrısı Poseidon’a sikayet edilmistir.
Bunun üzerine Tanrı, Aithiopia’ya korkunç bir ejder göndererek tüm ülkeyi birbirine
katmıstır. Içine düstügü kötü durumdan kurtulmak isteyen ve kahine basvuran kral, tek çözümün
kızını ejdere kurban etmesi oldugunu ögrenmistir. Çaresizligi ve halk tarafından da
zorlanması, kralın kızını ejder tarafından yenmek üzere bir kayaya baglamasına neden
olmustur. Ancak canavar Andromeda’yı parçalamak üzereyken, Pegasus -kanatlı at- üzerinde
gökyüzünde dolasan Perseus yere inmis ve canavar Gorgo’yu öldürmüstür. Kayaya
baglı güzel Andromeda’yı gören Perseus, ona asık olmus ve kralın da izniyle onunla evlenmistir.
Andromeda ile sözlü olan ve aynı zamanda amcası olan Phineus, adamlarını toplayarak
dügün gecesi Perseus’a saldırsa da, Gorgo’nun kafasını kendilerine dogru tutan
Perseus tarafından adamlarıyla birlikte tasa dönüstürülmüstür. Tüm bunların sonucundaysa
Andromeda, kendisini tüm baglarından ve güçlerden kurtaran Perseus ile uzun ve mutlu
bir ömür geçirmistir (Grimal, 1997, s.71; Erhat, 2003, s.38).
Bir diger rivayete göre ise, Habesistan Kralı Kepheus’un esi olan Kraliçe Kassiepeia’nın
güzelligini Nereus kızlarının güzelliginden daha üstün tutması Tanrıları öfkelendirmis ve
insan yiyen bir ejderi ülkeye göndermelerine neden olmustur. Ejderin geri dönmesi için
tek sart, Kepheus ile Kassiepeia’nın kızları Andromeda’yı yemesidir. Güç durumda kalan
Kepheus, halkın istegine boyun egerek kızını ejdere vermeyi kabul etmistir.Tesadüfen
Kepheus’un ülkesinden geçen Perseus, Andromeda’yı görür görmez asık olmus ve ejderi
öldürerek Andromeda ile evlenmistir (Hamilton, 2001, s.104 - 105).
Bu baglamda kadınların yetisme tarzlarına iliskin her seyin, onlara bir baskasının parçası
olacaklarının, ölene dek mutlu evlilikle korunacaklarının, destekleneceklerinin ve dibe
vurmaktan kurtulacaklarının altını çizdigini ifade eden Dowling, Andromeda Kompleksi’ne
paralel bu durumu bir masal kahramanı olan Sindrella aracılıgıyla açıklamaktadır.
“Kadını, aklını ve yaratıcılıgını tam olarak kullanmaktan alıkoyan ve büyük ölçüde bastırılmıs
tutum ve korkulardan olusan olgu, Sindrella Kompleksi olarak tanımlanabilmektedir.
Sindrella gibi günümüz kadını da hala dısarıdan bir seylerin kendi yasamını dönüstürmesi
beklentisi içindedir” (Dowling, 1999, s.26).
541
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
• Asil Sendromu: Yunan mitolojisinin en önemli karakterlerinden biri olan ve
edebiyat tarihinin en önemli eserlerinden Ilyada’ya konu olan Asil -Akhilleus -, özgür ruhlu
ve savasçı bir kahramandır. Öyle ki basarılarına ve basarısızlıklarına eslik eden trajik
yazgısı ile Truva Savası’na da damgasını vurmustur (Homeros, 1996). Peleus ile Thetis’in
oglu olan Asil, küçüklügünde kendisini ölümsüz kılmak isteyen annesi tarafından ölüler ülkesinin
ırmagı Styx’e batırılmıstır. Tüm vücudu tıpkı zırhla kaplanmıs gibi, silah geçirmez
hale gelirken; topugundan tutularak ırmagın sularına sokuldugu için topugu, yara alabilecegi
zayıf noktası olarak kalmıstır. Öyle ki Asil, Truva Savası sırasında, Paris tarafından topugundan
vurularak öldürülmüstür.
Bu baglamda Asil topugu -Achille’s heel-, her insanın küçük ama önemli bir kusuru oldugunu
anlatmak için kullanılan bir ifadedir. Insan kisiliginin yaralanabilir ve hassas yönünü
simgeleyen Asil topugu, aynı zamanda tıp literatüründe de kullanılan bir terimdir. Ortopedide
topugun üst kısmındaki kas tendonu, Asil tendonu olarak adlandırılmaktadır. Konuyla
ilgili bir diger tıbbi terim olan Asil refleksi -Achille’s reflex- ise, nörolojide kullanılan
bir terimdir ve ayak bilegi refleksi olarak da bilinmektedir.
Psikoloji literatüründe ise Asil Sendromu -Achille’s Syndrome-, sözde yetkinlik sendromu
olarak açımlanabilmektedir. “Sözde yetkinlik, belli bir alanda kisinin kendi hakkındaki -
düsük- degerlendirmesi ile baskalarının onun hakkındaki -yüksek- fikirleri arasındaki büyük
farkı ifade etmektedir” (Clarkson, 1999, s.12). Bazı kisilerin yasamlarını kendilerine
iliskin sahip oldukları derin kusur ve yetersizlik duygularını ödünlemek için genis çaplı bir
psikolojik zırh olusturmaya adadıklarına dikkat çeken Clarkson, sözde yetkinlik sendromu
olarak adlandırdıgı bu sendromu nitelemek için ölümsüz görünen ve her savası kazanan,
ancak gizli ve ölümcül bir hassasiyete sahip bir kahraman olan Asil imgesinden yararlanmıstır.
• Atreus Kompleksi: Zeus’un ölümlü çocuklarından biri olan Tantalos, oglu Pelops’u
öldürüp pisirdikten sonra Tanrılara yedirmek istemistir. Tantalos’un niyetini anlayan
Tanrılar kendilerine sunulan yemegi reddedetmisler, ancak ziyafette bulunan Toprak
ve Bereket Tanrıçası Demeter dalgınlıgı nedeniyle Tantalos’un oyununa yenik düserek yemek
olarak önüne getirilen Pelops’un omzunu yemistir. Daha sonra Tanrılar, Pelops’u diriltmis
ve Demeter tarafından yenen omzunu fildisinden yapmıslardır. Pelops ile baslayan
bu aile içi cinayetler, tüm soy boyunca devam etmis ve mitolojiye Atreusogulları Laneti
olarak geçmistir. Kelimenin mitolojik kökeninden hareketle; bir babanın çocuklarını bilinçdısı
olarak öldürme istegi, psikoloji literatüründe ‘Atreus Kompleksi’ olarak adlandırılmaktadır.
• Catharsius: Catharsius, Yunan mitolojisinin özünü teskil eden oniki büyük Olympos
Tanrısı’nın en kudretlisi olan ve Roma mitolojisine ‘Jüpiter’ ya da ‘Jove’ olarak geçmis
olan Zeus’un sıfatlarından biridir (Mercatante, 1988, s.695). Tanrılar Tanrısı Zeus’u tanımlamak
için kullanılan bu sıfat, sosyal olguların analizinde kullanılan bir kavram olarak
günümüze dek gelmistir. Genel anlamda arınma ve temizlenme anlamlarına gelen katharsis
-catharsis-; gerilimi sona erdirme, rahatlama ve bosalma süreçlerine isaret etmektedir.
Antik dönemde, dinsel inisiyasyon sürecinde ruhun arındırılmasını ifade eden katharsis,
sosyal psikoloji literatüründe özellikle saldırganlık ile baglantılı olarak kullanılmaktadır.
Freud tarafından bireyin saldırganlık duygularından arındırılması amacıyla kullanılan ve
serbest çagrısıma dayanan bir yöntem olan katharsis, psikanaliz tedavisinde tamamen
spontane bir sekilde gelisen konusmalar sonucunda gündeme gelen baglantılarla bazı bi-
542
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
linçaltı süreçlerin bilinç üstüne çıkarılmasına dayanmaktadır. Bu anlamıyla katharsis, psikenin
içinde biriken baskının ortadan kaldırılması amacına hizmet etmektedir (Bushman,
2002, s.724 -731).
• Daphne Miti: Thessalia’da bulunan Peneus Irmagı’nın kızı olan, güzel nympha
Daphne, kendisini Tanrıça Gaia’ya adadıgı için erkeklerden kaçmaktadır. Ancak Tanrı
Apollon, Daphne’ye asık olmus ve pesine düsmüstür. Apollon tarafından yakalanmak
üzereyken babası olan ırmaga kendini kurtarması için yalvaran Daphne, defne agacına dönüsmüstür.
Bu olaydan çok etkilenen Tanrı Apollon ise, defne agacını kutsal agaç olarak
benimsemis ve dallarından yaptıgı çelenkleri basından eksik etmemistir.
Daphne miti, psikoloji literatüründe frijtitligi simgelemektedir. Genel anlamıyla frijitlik,
kadının cinsel uyaranlara karsı tepkisiz kalma ve cinsel iliskiden haz almaması durumunu
ifade etmektedir. Bu dogrultuda en kronik haliyle frijitlik, kadının cinsel hazzı tanımaması
ve cinsel iliskiye girmemesini anlamını tasımaktadır. Bunun yanı sıra daha ılımlı bir bakıs
açısıyla ise, seksüel açıdan normal olan bir kadının cinsel birlesmede genellikle cinsel
hazza varamaması durumunu da tanımlamak için de kullanılabilmektedir (Pettijohn vd.,
1986, s.112).
• DorAskı:M. Ö. 1200 yılında Yunanistan’a yerlesen Dorlar, Akalılar’ın egemenligine
son vermis ve Yunan dünyasının kendine özgü niteliklerinin sekillendigi bir dönemi
baslatmıslardır. Psikoloji literatüründe çocuklara cinsel ilgi duyma durumu olan ‘pederastia’,
diger bir deyisle ‘pedofili’, Dorlar ile iliskilendirilmektedir. Bu baglamda Stekel,
eriskin bir kimsenin aynı ya da karsı cinsteki çocukları cinsel açıdan çekici duyması ve
onlara cinsel egilim duyması olarak tanımlanabilen pedofiliyi, ‘Dor askı’ terimi ile açıklamaktadır.
Bu benzetmenin nedeni, Eski Yunan uygarlıgında pedofilinin, isgalci bir ulus
olan Dorlar tarafından baslatılması ve yayılmasıdır (Dinçmen, 1997, s.47 - 48).
• Echo: Echo, Yunan mitolojisinde yankıyı simgeleyen nymphadır. Efsaneye göre
Bas Tanrı Zeus ile evli olan Tanrıça Hera, onun nymphalardan biriyle iliskisi oldugunu
ögrenmis ve kim oldugunu bulmak için nympha’ların yasadıkları korulara gitmistir.
Kıskanç ve geçimsiz bir kisilige sahip olan Hera’yı gören nympha’lar dört bir yana kaçısmıs,
içlerinden sadece Echo yerinden kıpırdamamıstır. Güzel nympha’nın bu tepkisizligini
ve korkusuzlugunu Zeus’la muhtemel iliskisine baglayan Hera; Echo’yu cezalandırmıs ve
onu konusamamaya, ancak karsısındaki kisinin söylediklerinin son kelime ya da hecesini
tekrarlamaya mahkum etmistir.
Sizofreninin katonia tipini tanımlayan tipik belirtilerden üç tanesi, Echo’dan esinlenerek
isimlendirilmistir: Ekhomimia, Ekhopraxia, Ekholalia. Her üçünde de hasta, bir eko -yankı-
gibi, kendisine yapılan bir mimik ya da hareketi, söylenen bir söz ya da kelimeyi aynen
tekrarlamaktadır (Dinçmen, 1997, s.48). Bu baglamda sizofreninin tezahür sekillerinden
biri olan ‘ekolali’, kisinin karsısındakinin söyledigi kelimeleri veya cümleleri veya
yaptıgı davranıs ve hareketleri, anlamsız ve isteksiz bir sekilde tekrarlanması anlamına gelmektedir.
Ve bu durum genellikle psikoz veya ciddi beyin hasarının göstergesi olarak kabul
edilmektedir (Statt, 1990, s.42).
• Elektra Kompleksi:Yunan mitolojisinde Agamemnon ile Klytaimnastra’nın kızı
olan Elektra -Electra-; insanüstü bazı yasaları korumayı, ilke ve amaçların gerçeklesmeleri
için tek basına eyleme geçmeyi göze alan bir kisiliktir (Erhat, 2003, s.100). Pek çok
efsaneye konu olmasının yanı sıra tragedyalarda en çok söz edilen kahramanlardan biridir.
543
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
Öyle ki Aiskhylos’un Agamemnon Üçlüsü, Sophokles’in Elektra ve Euripides’in Elektra
ile Orestes tragedyalarına konu olmustur.
Agamemnon Truva Savası’na çıktıgı zaman, Elis’te rüzgârın esmesini saglamak için kızı
Iphigenia’yı kurban etmistir. Yasananları affedemeyen Klytaimnastra, Atreus ogullarının
bas düsmanı Aigithos’la birlikte olarak kocasını aldatmıs ve yıllar sonra savastan dönen
Agamemnon iki asık tarafından bıçaklanmıstır. Bunun üzerine Elektra, delikanlılık çagına
gelen kardesi Orestes’i babasının öcünü almak üzere yetistirmis ve onun Aigithos ile
Klytaimnastra’yı öldürmesine yardım etmistir.
Kan davasının ve intikamın en belirgin simgelerinden biri olarak kabul gören Elektra, psikanalizin
önemli ismi Freud tarafından psikoloji literatürüne dahil edilmistir. Bu baglamda
“Elektra Kompleksi -Electra Complex-, fallik dönem boyunca kız çocugunun babasına
baglanmasını ve penise sahip olmayan, dolayısıyla eksik olan annesine düsmanlık beslemesini,
ondan korkmasını ve kendisini ister istemez annesiyle özdeslestirmesini ifade etmektedir”
(Gleitman, 1995, s.679).
Elektra ismi, Yunanca ‘parlak’ anlamına gelmektedir. Bu baglamda kehribar -amber-, elektron
ve elektrik gibi kelimelerin de kökenini teskil etmektedir. Dolayısıyla Elektra, psikoloji
literatürünün yanı sıra fizik literatüründe de varlıgını hissettiren bir mitolojik kahramandır.
• Ephialtes: Babaları bir ölümlü olan Aloeus nedeniyle Aloeusogulları olarak adlandırılan
dev Ephialtes ve kardesi Otos, dokuz yasına geldiklerinde Tanrılara karsı çıkmaya
ve savas açmaya karar vermis ve Tanrılara Osso Dagı’nı, Olympos’u ve Pelion Dagı’nı
üstüste koyarak göge tırmanacaklarını, denizleri toprakla örtüp kurutacaklarını, denizle karanın
yerini degistireceklerini bildirmislerdir. Ayrıca asık oldukları Tanrıça Hera ile Artemis’i
de kaçırmayı planlamıslar. Bu fütursuz davranıslar, Tanrıları kızdırmıstır. Zeus ile
Apollon tarafından türlü sekillerde cezalandırılan iki kardesin cezaları Hades’te de sürmüs
ve bir sütuna yılanlarla baglanarak sonsuza dek bir baykusun ulumasını dinlemeye mahkum
edilmislerdir.
Ephialtes psikoloji literatürüne, sıkıntılı ya da korkulu düs olarak tanımlanabilen ‘karabasan’
teriminin karsılıgı olarak girmistir. Buna göre kisi, genellikle ahlâki benligi kabul etmedigi
için bastırdıgı isteklerini bilinçaltına atmakta ve bunları rüyalarında dısa vurmaktadır.
Ancak rüya tamamlanmak ve benligin arzu etmedigi olay gerçeklesmek üzereyken, kisi
korku ve panik içinde uyanmaktadır. Bu baglamda uyku sırasında bilincin sansürünün
ortadan kalkması, kisinin bilinçaltında gerçeklesmesini istedigi olayın ‘gerçeklesmis gibi
algılamasına’ neden olmakta ve süperegonun yetiserek kisiyi uyandırması sansür sürecinin
yeniden faaliyete geçmesini saglamakta ve bastırılan istekler yeniden bilinçaltının karanlıklarına
gönderilerek ego korunmaktadır.
• Eros: Yunan mitolojisinin önemli karakterlerinden biri olan Eros, ilk çagdan bu
yana birlesmeyi ve üremeyi saglayan dogal bir güç olarak kabul edilmektedir Heseidos evrenin
yaratılısını konu alan ünlü eseri Thegonia’da, khaos olarak adlandırılan boslugun ardından
Eros’un var oldugunu ifade etmekte ve bu evrensel ilkenin önemine dikkat çekmektedir.
Roma mitolojisine Amor, Latin siirine ise Cupido -ki özlem ve sehvet anlamlarına
gelen ‘cupitas’ kelimesinin kökenini teskil etmektedir- olarak geçmistir. (Lurker,
1988, s.23). Bu baglamda mitolojide hiçbir tanrının Eros gibi zaman ve mekâna göre farklı
biçimlerde algılanmadıgını ve Eros kadar çok sanat eserlerine konu olmadıgını ileri sürmek
mümkündür.
544
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
Oniki büyük Olympos Tanrısı’ndan biri olmamasına ragmen, mitologyada önemli konuma
sahip olan Eros, Ask ve Güzellik Tanrıçası Afrodit’in oglu olarak tanınmaktadır. Bu genetik
bag nedenle de tıpkı annesi gibi ask ile, yaratma ve yaratılma gücü ile doludur. Önceleri
genç bir delikanlı olarak betimlenen Eros, Hellenistik dönem ile birlikte, kalpleri ok
ile yaralayan kanatlı bir çocuk olarak tasvir edilmis ve günümüze dek evrensel bir ilkeyi
betimlemek amacıyla kullanılmıstır.
Elindeki oklarla insanlıgın çogalmasını, yükselmesini ve sevgi dolu bir yaratılısa yönelmesini
simgeleyen Eros, yaratma ve yaratılmanın ifadesi olarak kabul görmüstür. Platon Sölen’de
tanrıların en eskisi, en saygı degeri ve en yücesi olarak niteledigi Eros’u üreme dürtüsüne
baglamıs ve kisinin içindeki felsefi güdüyü bir sonraki ırka aktarma çabasını, güzele
ve iyiye ulasma çabası olarak tanımlamıstır. Bu baglamda Eros, insanlık için en büyük
nimetlerin kaynagıdır ve hiçbir sey insanı sevgi kadar güzel yasatmaz (Platon, 2002,
s.23).
Freud ayakta kalmamızı ve çogalmamızı saglayan yasam dürtüsüne Eros adını vermistir.
Bu baglamda ‘ölüm’ ve ‘yasam’ olmak üzere iki temel içgüdü bulunmaktadır. Eros olarak
adlandırılan içgüdü, kisiyi yasamasını saglayan davranıslara yönlendirdigi ve Thanatos
olarak adlandırılan yıkıcı ölüm içgüdüsüne karsı savastıgı için oldukça önemlidir (Abel-
Hirsch, 2004). Cinsellik, yasama içgüdüsünün en önemli yansımalarından biri olarak nitelenebilmektedir.
Freud’un libido olarak niteledigi enerji de, yasama içgüdüsüne tekabül
etmektedir.
‘Erojen’ ve ‘erotik’ gibi kelimelerin yanı sıra psikoloji literatüründe ‘Erotomania’ ya da
‘De Clerambault Sendromu’olarak bilinen bir patoloji de, köken olarak Eros’a dayanmaktadır.
Clerambault tarafından gelistirilen bu sendrom, kendisinden yas olarak büyük ve
statü olarak daha yüksek bir kisinin kendisine asık olduguna iliskin sanrıları kapsamaktadır.
Modern psikolojinin ilgi alanlarından birini olusturan ask patalojisi baglamında ele
alındıgında Karsılıksız Ask Sendromu olarak da adlandırılabilen bu sendrom, genellikle kadınları
etki alanına almaktadır.
Erotomanik kadın, hoslandıgı ve aslında kendisi için erisilmez olan bir kisiligin kendisine
hayran oldugu yanılsamasını yasamaktadır. Bu kisiden gelen herhangi bir uyaranı olumsuz
da olsa, askının göstergesi olarak kabul etmekte ve bu kisinin kendisi olmaksızın mutlu
olamayacagına inanmaktadır. Gerçekte ise asık olunan insanın hasta ile teması en fazla
tesadüfi ve önemsiz düzeydedir, hatta bazen hiç olmamıstır. Genellikle bekar kadınlarda
gözlenen erotomanik davranıs, bazı durumlarda hayali bir kisiye de yönelebilmekle birlikte;
genellikle ask nesnesi olarak ünlü bir insanı yeglemekte ve popüler sarkıcıları, aktörleri
ya da politikacıları seçmektedir. (http://psychcentral.com/psypsych/Erotomania,
17.06.2005).
• Golem Mitosu: Golem, en ünlü dinamik mitlerden biridir. Insanlık tarihinin en
yaygın efsanelerinden biri olan bu mitos, tarih boyunca pek çok farklı biçim almıs ve birçok
sanat eserine ilham kaynagı olmustur. Latin yazar Ovidius tarafından anlatılan Pygmalion
ve Galatia Efsaneleri, Golem mitinin bir versiyonu olarak degerlendirilebilmektedir.
16. yüzyılda Prag’da yasayan haham Yehuda Löw ben Bezeuel tarafından yaratılan bir öykü
olan Golem; 1915 yılında Gustav Meyrink’in ‘Der Golem’ isimli romanına konu olmus,
1920 yılında ise sessiz film olarak Alman yönetmen Paul Wegener ve Carl Böse tarafından
sinemaya uyarlanmıstır. Bu paralelde aydınlanma düsüncesinin, insan-doga karsıtlıgını in-
545
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
san lehine asma idealini dile getiren ilk ve en önemli edebi bas yapıtı olan Frankenstein
da, bu ünlü söylenceyi temel almaktadır (Shelley, 2002).
Yapay canlı arketipi olarak ifade edilebilen Golem, bilimin yıkıcı sonuçları ve yanlıs kullanımı
üzerine sorgulamalar yapılmasını saglamaktadır. Collins ve Pinch, bilim ve Golem
arasındaki semantik benzerliklere dikkat çekmektedirler. Bilim bütünüyle ne iyi, ne de bütünüyle
kötüdür. Golem de ne zaman ne yapacagı belli olmayan, olaganüstü gücü nedeniyle
potansiyel bir tehlike olusturan fakat aynı zamanda nazik, sevecen ve yardımsever bir
yaratıktır. Ancak ehli olmayan ellerde ve kullanımlarda bilim de tıpkı Golem gibi amacından
saparak yanlıs ve insanlık için sakıncalı durumlar yaratabilmektedir (Collins ve Pinch,
1997).
• Hebe: Zeus ile Hera’nın kızı olan Hebe, son derece evcil bir yaratılısa sahiptir.
Yunanca ‘gençlik’ anlamına gelen bir isme sahip olması nedeniyle, gençligi temsil etmektedir.
Ev islerinde üstün yeteneklerine ek olarak, en asli görevi Tanrılara nektar sunmaktır.
Hebe, öldükten sonra Zeus tarafından Olympos’a getirilen ve ölümsüzlüge kavusturulan
Herakles ile evlendirilmistir. Hebe ve Herakles’in evlenmesi simgesel bir anlam tasıyan
bir ‘hieros gamos’, diger bir deyisle kutsal bir evlenmedir.
Çokluk en büyük tanrılar arasında ve Anadolu kaynaklarında görülen kutsal evlenme motifinden,
Yunan mitologyasında pek önemli bir rol oynamayan Hebe’nin Yunan öncesi bir
tanrıça oldugu sonucuna varılabilmektedir (Erhat, 2003, s.123). Dolayısıyla sembolizasyon
açısından ele alındıgında Hebe ile ana tanrıça miti arasında paralellikler oldugu görülebilmektedir.
Bu baglamda farklı kültür ve mitoslarda Arianna, Hepatu, Havva ya da Kybele
seklinde karsılık bulmaktadır.
Gençlik Tanrıçası Hebe, psikoloji literatürüne sizofreninin çok agır bir türü olan ‘hebephrenia’
olarak geçmistir. “Analitik görüse göre, ego gerilemesinin en derin oldugu, diger
bir ifadeyle regresyonun -gerilemenin- en ilkel evrelerine kadar varan seklidir ve gençlikteki
akıl hastalıgını nitelemek için kullanılmaktadır (Dinçmen, 1997, s.55).
• Herakles: Yunan mitologyasının en önemli kahramanlarından biri olan Herakles,
Alkmene ile Amphitryon’un ogludur. Mykene Kralı Elektryon’un kızı olan Alkmene,
babasını kazara öldüren kuzeni Amphitryon ile kardeslerinin katilleri olan Taphos’luları
cezalandırması sartıyla evlenmeyi kabul etmistir. Amphitryon, evliligin gerçeklesmesine
iliskin bu sartı yerine getirmeye çalısırken, Zeus nisanlısının kılıgına girerek gelin adayıyla
birlikte olmustur. Seferden dönen Amphitryon olup bitene bir anlam veremese de, daha
sonra aldatıldıgını anlamıs ve Alkmene’yi diri diri yakarak öldürmek istemistir. Ancak Zeus
odun yıgının üzerine yagmur yagdırarak alevleri söndürmüs ve Tanrıların buyruguna
uyan Amphitryon, Alkmene’nin bir gece aralıkla dogurdugu Herakles ile Iphikles’i bagrına
basmıstır.
Dogdugu andan itibaren tüm yasamını pek çok zorlukla bogusarak ve alt ederek geçiren
Herakles’in, son derece trajik bir kisilik oldugunu ileri sürmek mümkündür. Isminin, ‘kahraman’
anlamına gelen ‘heros’ sözcügüyle olan yakın baglantısı da, bu noktaya isaret etmektedir.
Bu baglamda “Herakles, insanın dogaya karsı yenilmaz saldırma ve dayanma gücünü
simgelemektedir. Yaptıgı isler hep iyiye dönüktür, doganın insanın basına saldıgı afet
ve musibetleri yok etmekte insanlıga sonsuz iyiligi dokunmustur” (Erhat, 2003, s.137).
Herakles, psikoloji literatüründe sara hastalarının ‘eretismus-erotismus-misticusmus’ olarak
ifade edilen üç temel karakteristiginden biri olan eretismus durumunu tanımlamakta-
546
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
dır. Sara ya da diger bir deyisle epilepsi; dogustan ya da sonradan ortaya çıkabilen, bir
grup beyin hücresinin düzensiz emirler üreterek beyinin çalısmasını geçici olarak bozması
ile olusan bir durudur. Bu anlamıyla sara hastalarının çok çabuk kızarak siddetli bir öfke,
kavgacılık ve vurup kırma gibi belirtiler sergilemeleri eretismus olarak adlandırılmaktadır.
Mitologyada güç ve kuvvetin simgesi olarak kabul edilen Herakles, epileptik karaktere ek
olarak, epilektik vücut yapısını da nitelemek amacıyla kullanılmaktadır. Günümüzde geçerliligini
yitirmis bir yargı olmakla birlikte; epileptik hastaların vücut yapıları ve yatkın oldukları
eretismus durumu nedeniyle, saralıların öfkesi -epileptik aggression- semptomu,
‘morbus Heracles’ ya da diger bir deyimle ‘morbus Herculeus’ olarak adlandırılmaktadır
(Dinçmen, 1997, s.56).
Herakles’in kendi çocuklarını öldürmüs olmasından hareketle, babanın kendi çocuklarına
karsı öldürme arzusu duyması literatüre ‘Herakles Kompleksi’ olarak geçmistir. ‘Atreus
Kompleksi’ olarak da bilinen bu durum, babanın çocuklarından nefret etmesi ile seyreden
duygusal karmasasını tanımlamaktadır (http://www.psikiyatrist.net/hafta14.htm,
20.10. 2005).
• Hermaphroditos: Tıp ve psikiyatri literatüründe, kisinin iki cinsiyete, diger bir
ifadeyle hem erkek hem de kadın cinsel organına sahip olması hermaphroditismus olarak
adlandırılmaktadır. Hermafroditos miti, Androgynos mitine benzemektedir (Schmidt,
1965, s.152). Bu baglamda Aristophanes, erkek ve kadın cinsinin birlesimi olan hermafrodit
türünü, insanların atası olarak nitelemektedir (Platon, 2002, s.36).
Salmakis Efsanesi’nde adı geçen Hermafroditos, Hermes ile Afrodit’in ogludur. Bir gün
dolasırken, Bodrum’da bugün Bardakçı olarak bilinen yerde bir peri olan Salmakis ile karsılasmıstır.
Hermafroditos’un güzelliginden etkilenen ve ona hayran kalan Salmakis, tanrılara
ikisini birbirlerine kavusturmaları ve hep bir olmaları için yakarmıstır. Bu dilegi yerine
getiren tanrılar onları tek bir kisi yaparak, bir daha ayrılmamak üzere vücutlarını birlestirmistir.
Öyle ki Salmakis ile Hermafroditos’un birlesen vücutları ne erkek, ne de disi
olmasının yanı sıra hem erkek, hem de disi nitelige kavusmustur.
• Hypnos: Tüm canlıların ihtiyacı olan ve beyin basta olma üzere tüm vücut organlarının
islevlerini belli bir süre yavaslatarak kendilerini toparladıkları bir dönemi tanımlayan
uyku da mitolojik kökene sahiptir. Nyks -gece-’ nin oglu, Thanatos -ölüm-’ün
kardesi olan Hypnos, uyku tanrısıdır. Roma mitolojisinde ‘Somnus’ olarak adlandırılmakta
ve günesin hiçbir zaman parlamadıgı karanlık bir magarada yasamaktadır. Unutkanlık
Nehri Lethe’nin hemen yanında bulunan magara çevresinde geceleri gevseten, rahatlatan
ve uyku veren kokular salgılayan bitkiler yetismektedir.
Hypnos, diledigi kisiyi diledigi an uyutabilme gücüne sahiptir. Çogu zaman kanatlı bir sekilde
tasvir edilmekte, karaları ve denizleri asarak canlıları uyutmaktadır. Mitolologyada
Hypnos’a baglanabilen tek efsane, çoban Endymion çevresinde dönmektedir. Buna göre
Hypnos, Latmos -günümüzdeki adıyla Bes Parmak- Dagları’nda yasayan çoban Endymion’a
asık olmus ve sevgilisini geceleri de görebilmek için ona gözleri açık uyuma yetenegini
vermistir. Bir diger rivayete göre ise, Endymion sevgilisi olan Ay Tanrıçası Selene’nin
gözlerine sürekli olarak bakabilmek için gözleri açık uyumaktadır ve bu yetenek Endymion’a
Hypnos tarafından bahsedilmistir (http://psychcentral.com/psypsych/Hypnos,
19.04.2005).
547
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
Uykunun kisilestirilmis hali olan Hypnos, etkili bir psikoterapi teknigi olan hipnozun da
mitolojik kökenini teskil etmektedir. Saman törenlerinde ve Kızıldereli büyülerinde ilk örneklerine
rastlanan hipnoz, 1882 yılında Charcot tarafından bugünkü anlamına kavusturulmustur.
En yalın ifadeyle bir kisinin hareketleri kontrol edilebilir bir sekilde derin uyku
haline sokulması olarak tanımlanabilen hipnoz, bilinçaltına itilmis sıkıntı ve sorunların giderilmesi
amacıyla kullanılmaktadır.
• Ikaros: Ilk uçan insan olarak mitologya tarihinde önemli bir konuma sahip olan
Ikaros, psikolojide ergenlerin ailelerinden bagımsız olma ve onlardan kopma girisimlerini
dile getirmek amacıyla kullanılmaktadır. Giritli bir mimar olan Daidalos ile bir köle olan
Naukrate’nin oglu olan Ikaros, Kral Minos’un emriyle babası ile birlikte Labyrinthos’a kapatılmıstır.
Oradan kaçıp kurtulma çarelerini arayan Daidalos, uzun çalısmalardan sonra
kendisi ve oglu için bir çift kanat yapmıs ve bunları balmumuyla omuzlarına tutturmustur.
Babası tarafından kendisine verilen ne çok alçaktan uçması, ne de çok yükselerek günes
ısınlarına yakınlasmamasına iliskin salıgı unutan Ikaros basarısından duydugu gurur, özgürlük
sarhoslugu ve dogayı yenme arzusu ile yükseldikçe yükselmistir. Günes Tanrı tarafından
kanatlarını tutan balmumu eritilen Ikaros, denize düsmüs ve bogulmustur. Bu nedenle
Ege Denizi’nde Sisam Adası çevresindeki deniz, Ikaros Denizi olarak adlandırılmaktadır.
‘Ikarus’un uçusu’ -‘flight of Icarus’-, ergenlerin ailelerinden bagımsız hareket etme ve
kendi rotalarını çizme arzularını tanımlayan bir mittir. Hiç kimsenin destegi veya yardımı
olmaksızın yasamak ya da bir isi olumlu sonuca ulastırmak anlamına gelen “kendi kanatlarıyla
uçmak’ deyimine esin kaynagı olmustur (http://humanum.online.fr/Site/Mythes/figureicare.
htm, 18.04.2005). Bunun yanı sıra kisinin izin verilmeyene ve yasaga karsı duyacagı
olası bir çekimi de ifade etmektedir.
Ikarus, tutkuların esiri olmamak ve yeteneklerini rasyonaliteye uyumlu bir sekilde kullanabilme
konularında da insanlara yol gösteren psikomitolojik bir kahramandır. Bu mitin
öne sürdügü ögretiye göre kisiler, sahip oldukları yetenegi mantıkla harmanlanlayabildikleri
takdirde basarılı olabileceklerini, tutkularını aklın kontrolüne almaları gerektigini, kendilerinden
daha deneyimli ve bilge kisilerden ögrenebileceklerini ve olaylara farklı bakıs
açıları getirebileceklerini ögrenmelidir (http://www.psikiyatrist.net/mittutku.htm,
20.04.2005).
• Iokaste Kompleksi: Menoikos’un kızı ve Kreon’un kız kardesi olan Iokaste,
Thebai Kralı Laios’la evlenmistir. Iokaste’nin Laios ile olan birlikteliginden, Yunan mitolojisinin
en trajik kahramanı olan Oedipus dogmustur. Laios’un öldürülmesinden sonra,
Oedipus Thebai tahtına çıkmıs ve Iokaste Oedipus’un oglu oldugunu bilmeksizin onunla
evlenmistir. Anne ogulun birlikteliginden iki kız, iki erkek çocuk dünyaya gelmistir. Isledigi
doga dısı suçun farkına varan Ioakaste, kendini asarak öldürmüstür.
Psikoloji literatüründe ‘Iokaste Kompleksi’, annenin erkek çocuguna karsı duydugu patolojik
bagımlılıgı ifade etmektedir. Buna göre anne, oglunu diger kadınlardan kıskanmakta
ve sadece kendine bagımlı kılmak istemektedir. Bu kompleksin en uç ifadesi ise, annenin
oglundan ruhsal ve bedensel tam bir cinsel haz duyma gibi sapkın davranıslar sergilemesi
durumudur (Dinçmen, 1997, s.63).
• Janus Figürü: Roma mitolojisinin önemli tanrılarından olan Janus, biri saga digeri
ise sola bakan iki çehreye sahiptir. Kapıların da kendisi gibi iki yöne bakmaları nede-
548
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
niyle kapıların koruyucusu kabul edilen Janus, baslangıçların tanrısı kabul edilmektedir. Bu
nedenle yılın ilk ayı olan ocak ayına -januarius, january, janvier- isim babalıgı yapmakta ve
geçmis ile gelecek yılın geçis noktasını sembolize etmektedir (Schmidt, 1965, s.171).
Etnik kimlik arayıslarını ve mikro-milliyetçilik akımlarını analiz etme amacıyla kullanılan
bir kavram olan Janus figürü; milliyetçilik hareketlerinde iki boyut olduguna dikkat çekerek
milliyetçiligin özünde ahlâki, siyasi ve insani bazda iki farklı yönelim içerdigini ifade
etmektedir. Bu baglamda insanların gelecek umutlarını zayıfladıgında tıpkı Janus’un geriye
bakan çehresi gibi eskiye, geçmis ve nispeten parlak dönemlere özlem güçlenmektedir
(Bilgin, 2003, s.177).
• Kassandra Kompleksi: Truva Kralı Priamos ile Hekabe’nin kızı olan Kassandra
-Cassandra-, tıpkı kardesleri Hektor ve Paris gibi mitologya tarihinde iz bırakmıs bir
kisiliktir. Kassandra, gelecegi görme gücüyle yıkımları önlemeye çalısan, ama sözünü geçiremedigi
için basına gelen belalardan iki misli etkilenip üzülen bilincin dramını simgelemektedir.
Öyle ki bu trajik karakterde, bugünün anlayıs ve deyimine göre ‘uzagı gören
bilinçli bir insanın dramı’ vücut bulmaktadır (Erhat, 2003, s.168).
Kassandra’ya mutluluk getirmeyen bu yetenege iliskin iki rivayet bulunmaktadır. Bunlardan
ilkine göre sehir dısında bulunan bir tapınakta Thymbralı Apolllon serefine bir senlik
düzenleyen Priamos ve Hekabe, henüz bebek olan Kassandra ile ikiz kardesi Helenos’u
tapınakta unutmuslardır. Ertesi sabah bebekleri almak için döndüklerinde; iki yılanın bebeklerin
etrafını sardıgını, gözlerini ve kulaklarını yaladıgını görmüslerdir. Bu durum Kassandra
ile Helenos’un duyularından arınmasına neden olmus ve algılarının diger insanların
göremedigi, duyamadıgı gerçeklere açılması sonucunu dogurmustur.
Diger bir rivayete göre ise Tanrı Apollon güzel Kassandra’ya asık olmus ve kendisiyle birlikte
oldugu takdirde, ona bilicilik yetisi verecegini söylemistir. Bu teklifi kabul etmis görünen
Kassandra, söz konusu yetenegi elde ettikten sonra sonra Apollon’un istegini yerine
getirmemistir. Kassandra’nın verdigi sözü tutmamasına öfkenenen Tanrı, genç kızın agzının
içine tükürerek verdigi armaganı etkisizlestirmistir. Bundan böyle Kassandra gelecegi
görecek, ancak söylediklerinin dogruluguna hiç kimseyi inandıramayacaktır.
Truva tarihinin tüm olaylarını önceden gören ve elinden geldigince çevresini uyarmaya çalısan
Kassandra, psikoloji literatürüne Kassandra Kompleksi olarak geçmistir. Kassandra
Kompleksi -Cassandra Complex- ya da diger bir ifadeyle Kassandra Sendromu -Cassandra
Syndrome-; kisinin gelecekle ilgili öngörülere sahip olması, ancak bunu kimseye kabul
ettirememesi durumunu tanımlamaktadır. Bu sendrom, insanların kaçınılmaz sonu kabul
etmemesi veya inkar etmesinden kaynaklanmaktadır. Gelecekle ilgili öngörülerde bulunan
kisi, ne olacagını bilmek, ancak ne yapılması gerektigini bilememek nedeniyle ikilem
içindedir. Ve bu durum, kisinin ruh durumunun olumsuz etkilenmesine neden olmaktadır.
Aiskylos’un en önemli oyunlarından biri olan ‘Agamemnon’un temel karakterinden biri
olan Kassandra, beyazperdeye de ilham kaynagı olmustur. Yönetmenligini George Cosmatos’un
üstlendigi, Sophia Loren ile Richard Harris’in basrollerini üstlendigi 1976 yapımı
bir film olan The Cassandra Crossing -Kassandra Geçidi-, sinema tarihinin en ünlü felaket
senaryolarından birine sahip olmasının yanı sıra bu ünlü mitin izlerini tasımaktadır.
Yönetmenligini James Cameron’un yaptıgı 1991 yapımı Terminator 2: Judgment
Day-Terminatör 2: Kıyamet Günü- isimli filmde Linda Hamilton tarafından canlandırılan
549
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
‘Sarah Connor’ ile yönetmenligini Terry Gilliam’ın yaptıgı 1995 yapımı Twelwe Monkeys
-Oniki Maymun- isimli filmde Brad Pitt tarafından canlandırılan ‘Jeffrey Goines’ isimli karakterler
ise söz konusu komplekse iliskin etkileyici örnekler olarak dikkat çekmektedirler.
• Klytaimnestra Kompleksi: Tyndareos ile Leda’nın kızı olan Klytaimnestra, mitologyanın
en önemli kadın karakterlerinden biridir. Leda’ya asık olan Zeus, kugu kusu kılıgına
girerek Leda ile birlikte olmus ve Leda bu birliktelikten iki yumurta dogurmustur.
Bu yumurtalardan birinden Zeus’un dölleri olan Helena ile Polydeukes; digerlerinden ise
Tyndaros’un dölleri olan Klytaimnestra ile Kastor dünyaya gelmistir. Klytaimnestra’nın
ölümsüz Zeus’tan degil de, ölümlü Tyndareos’tan olması talihsizligi, onun tüm yasamını
etkilemis ve tüm yasamını sekillendiren duygunun kıskançlık olmasına neden olmustur. Bu
baglamda asagılık hissi, kıskançlık ve sevgisizlik gibi olumsuz duygular sevgilisi Aigisthos
ile birlikte esi Agamemnon’u öldürmesine ve çocuklarının yasamını mahvetmesine neden
olmustur.
Aiskhylos, Sophokles ve Euripides gibi trajedi yazarlarına esin kaynagı olan Klytaimnestra,
psikoloji literatüründe de kendisine bir yer bulmustur. Entrikacı kisiligi ile birçok trajediye
konu olan Klytaimnestra, kadınlarda görülen ve bilinçdısı bir sekilde faaliyet gösteren
bir kompleksi tanımlamaktadır. Bu baglamda Klytaimnestra Kompleksi, kadının, kocasının
erkek akrabalarından birine sahip olma arzusu tasıması ve bu amacına ulasmak için
kocasını öldürme istegi duyması anlamına gelmektedir.
• Kronos: Gök Tanrı Uranus ile Yer Tanrıçası Gaia’nın oglu olan Kronos, Roma
mitolojisinde ‘Saturnus’ ile özdestir. Titanların en genci olan Kronos; babası Uranos’u, annesinin
eline verdigi çelik tırpanla kastre etmis ve böylece birinci kusak tanrıların egemenligine
son vererek, ikinci kusak tanrıların basa gelmesini saglamıstır. Bu anlamıyla Kronos,
yeryüzüne iyiligi ve bereketi getiren ilk tanrıdır. Altın Çag boyunca hüküm süren Kronos,
oglu Zeus tarafından alt edilene ve Olympos Tanrıları dünyaya egemen olana dek insanları
yönetmistir.
Kronos ismi, ‘zaman’ anlamına gelen ‘khronos’ sözcügünü çagrıstırmakla birlikte; semantik
düzlemde bu iki kelime birbirleriyle baglantılı degildir. Ancak mitologya tarihine göz
atıldıgında; zamanla her iki kelimenin birbiriyle iliskilendirildigi ve Kronos’un zamanı, zamanın
akısını simgeleyen tanrı olarak elinde tırpanla imgelestirildigi görülebilmektedir.
Kronos miti, psikoloji literatüründe insanın varolusundan bu yana süregelmis bir ruhsal
durum ve yasam tarzı olan ‘melankoli’ baglamında ifade bulmustur. Öyle ki literatürde melankoli,
Kronos’un ya da Saturnus’un hastalıgı olarak geçmektedir. Köken olarak Yunanca
olan melankoli kelimesi; ‘kara’ anlamına gelen melas ile ‘öfke ve üzüntü’ anlamına gelen
khole kelimelerinin bilesiminden olusmaktadır. Bu baglamda melankoli; ilkçaglardan
bu yana felsefe, edebiyat, tıp, psikiyatri ve psikanaliz alanlarında derin bir üzüntü, intihara
sürükleyebilecek bir depresyon halini ve korku egilimini açıklamak için kullanılmaktadır
(Roudinesco ve Plon, 1997, s.240).
Melankoli; derin bir keder içinde hüzünlü, acı çeken, yalnız ve umutsuz bir insanın içinde
bulundugu ruh durumunu tanımlamaktadır. Babayı kastre etme olgusunu içermesi nedeniyle
psikolojide önemli bir konuma sahip olan Kronos mitinin bir yankısı olarak melankolik
kisilikler ‘Saturnin’ olarak adlandırılmaktadır. Tanrı Kronos’un ya da diger bir deyisle Saturnus’un;
umutsuzluk ve marazilikle özdeslestirilmesinin bir nedeni de, zamanı sembolize
ettigi inancına kosut olarak geçen zamanın ölümü çagrıstırarak melankoliye davetiye çıkardıgı
düsüncesidir (Barrosso, 23.04.2005).
550
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
• Labyrinthos: Labyrinthos, sonsuz ve girift dehlizlerden olusan içine girildikten
sonra çıkılması oldukça zor olan bir yapıdır. Girit Kralı Minos tarafından, insan bedenli
ve boga baslı canavar Minotaurus’u saklamak amacıyla mimar Daidalos’a yaptırılmıstır.
Mısır uygarlıgında labyrinthos tarz yapılar, yeraltına magaralar kazılarak yapılmakta ve kral
mezarı olarak kullanılmaktadır. Oysa Yunan mitolojisine konu olan Girit’te bulundugu rivayet
edilen labyrinthos, yer üstüne yapılmıstır ve bin odadan olusmaktadıır.
Girit dilinde ‘iki agızlı balta’ anlamına gelen labyrinthos kelimesi, köken olarak Anadolu
dillerine ait olan ‘labrys’ kelimesinden kaynaklanmaktadır. Tıp literatüründe labirent sembolünün,
karmasık bir anatomik yapılanmaya sahip olan iç kulak için kullanıldıgı ve iç kulaktaki
bir olusuma ismini verdigi bilinmektedir. Bu paralelde iç kulak iltihabı olan otilis
interna da, ‘labirentit’ olarak adlandırılmaktadır.
Egitim bilimlerinde ise labirent, ögrenmeye iliskin bir simge olarak vücut bulmaktadır. Bu
baglamda ‘davranıs labirenti’ -‘action maze’-, ögrenme etkinliklerinin birbiri ile yatay ve
dikey iliskiler içeren bir davranıs kümesi etrafında odaklanmasını öngören programlı bir
durum çalısmasıdır. Labirent ögrenme olarak da adlandırılan bu çalısmada; ögrenciler kendilerini
ilk karar asamasına götürecek olan yeterli önbilgiyi almakta, bu bilgi ile vardıkları
karar onları diger karar asamalarına götürmektedir. Bu süreç, sonuç karara ulasana kadar
devam etmektedir. Bu süreç içindeki kritik davranısların tümü, labirent olarak ifade
edilmektedir (http://www.ebuline.com/sozluk, 01.10.2005).
Psikoloji literatüründe de, labirent sembolünün genis bir kullanıma sahip oldugu görülebilmektedir.
Psikodiagnostik ve psikometri alanlarında kullanılan ‘Labirent Testi’ ile sizofreni
hastalarında görülen bir belirti olan ‘labyrinthine konusma’, bu kapsamda örnek
olarak verilebilmektedir. Algısal Labirent Testi -Perceptual Maze Test-; denegin bir monitör
aracılıgıyla kendisine gösterilen labirentte belirlenmis noktaları dolasarak, labirentin
yolunu tamamlaması esasına dayalıdır. Denek dört dügmeyle oynayarak, kendi seçtigi yolda
ilerlemekte ve yolun sonuna ulastıgında islem tamamlanmıs sayılmaktadır. Bu sekilde
denekten onaltı yol seçip ilerlemesi istenmektedir (http://www.geocities.com/biyolojikpsikiyatri/
sol36.htm, 20.10.2005). Sizofreni hastalarında algılama bozuklugu nedeniyle ortaya
çıkan ‘labyrinthine konusma’ ise, fikir sıçramaları nedeniyle takip edilmesi zor olan
konusmaları tanımlamaktadır.
• Lesbos: Seksüel psikopatalojide kadınlar arasındaki homoseksüalite, lesbianismus
ya da amor lesbicus olarak adlandırılmaktadır. Terim köken olarak, günümüzde Midilli
Adası olarak adlandırılan Lesbos Adası’na dayanmaktadır. Ada, Lapithes’in oglu olan
Lesbos’dan ismini almıstır. Efsaneye göre bir tanrı buyruguna uyan Lesbos, Yunanistan’dan
ayrılarak Midilli’ye gelmistir. Burada kralın kızı Methymna ile evlenerek adanın
kralı olmus ve ismini adaya verilmistir.
Bununla birlikte M.Ö. 6. yüzyılda Midilli Adası’nda yasayan ve ilk Yunan kadın sair olarak
tarihe geçen Sappho’dan hakereketle, kadın homoseksüalitesi Sapphism olarak da tanımlanmıstır.
Bu baglamda yasadıgı dönemin sadece siir kurallarını degil, ahlâk kurallarını
da hiçe sayan Sappho, hemcinslerine ve özellikle de Tanrıça Afrodit’e duydugu askla
bilinmektedir (Cowan, 1999).
• Lethe: Kavga Tanrıçası Eris’in kızı olan Lethe, Nyks -Gece-’nin torunudur. Hades
Ülkesi’nde bulunan ve yeraltını dünyadan ayıran bir ırmak olan Lethe, suyunu içen
ruhların ölüler dünyasına girerken geçmis hayatlarını ve çektikleri acıları unutmalarını sag-
551
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
lamaktadır. Ruh göçümümü anlatan Platon; bogucu ve korkunç bir sıcagın altında Lethe
Ovası’na giden ruhların, aksam olunca Ameles ırmagı kıyısında konakladıklarından söz etmektedir.
Bu ırmagın suyu hiçbir kap içinde durmamaktadır, ancak herkes bu sudan içmek
zorundadır. Bununla birlikte bazı ruhlar ölçüyü kaçırıp fazlaca içmekte, içer içmez de herseyi
unutmaktadırlar (Platon, 2003, s.280).
Unutus ırmagı olarak da bilinen Lethe, unutmayı simgeleyen tanrıça olarak kisisellestirilmis
ve zamanla soyut bir kavram haline gelmistir. Bu baglamda ‘unutmak’ anlamına gelen
bir fiilden türetilmis bir isme sahip olması, ilginç bir alegori olarak degerlendirilebilmektedir.
Psikoloji literatürüne de konu olan Tanrıça Lethe, letarji -lethargy- durumunu
tanımlamaktadır. Psikiyatri ve nöroloji literatüründe de yer bulan letarji terimi, suur bulanıklıgıyla
birlikte gündeme gelen hareketsizlik halidir. Derin ve sürekli bir uyku durumunda
olan letarjik kisi, çevreye ve uyaranlara karsı hissiz ve ilgisizdir (http://www.answers.
com/topic/lethargy, 22.10.2005).
• Luna: Latince ‘ay’ anlamına gelen Luna, Roma mitologyasında Ay Tanrıçası olarak
kisisellestirilmistir. Yunan ve Roma basta olmak üzere pek çok uygarlıgın, ay kültüne
sahip oldugu bilinmektedir. Roma kültürüne göz atıldıgında, aya tapınmanın Romulus zamanında
Sabine T.Tatius ile basladıgı görülebilmektedir. Bununla birlikte önemli Tanrılar
arasında yer almasına ragmen Ay Tanrıçası Luna, Roma dininde asla çok aktif bir rol oynamamıs
ve ön planda olmamıstır. Romalılar, genellikle zaman bazlı hesaplamalar konusunda
Luna’nın yardımına basvurmayı tercih etmislerdir (Smith, 1870, s.839).
Tarih boyunca gök cisimleri ve insan davranısları arasındaki olası bir etkilesim, zihinleri
mesgul etmistir. Bu paralelde özellikle Anglo-Amerikan ve Fransız literatüründe Lunatik
-Lunatic- terimi, epileptik kisileri ve akıl hastalarını tanımlamak için kullanılmaktadır. Bu
isimlendirmenin kökeninde; geçmiste epileptik nöbetler ile akıl hastalıklarının periyodik
epizodlar seklinde ifade buldugu, söz konusu hastalıkların seyrinde bir gök cismi olan ayın
tetikleyici olarak islev gördügü ve özellikle ay basları ile ay tutulmalarında siddetli nöbetlere
neden olduguna dair düsünceler yatmaktadır.
• Medeia Kompleksi: Pek çok efsaneye ve trajediye konu olmus bir kahraman
olan Media, Kolkhis Kralı Aetes ile Idyia’nın kızıdır. Tanrı Helios’un torunu ve Tanrıça Hekate’in
yegeni olması nedeniyle Günes soylularından kabul edilmektedir. Iason’la evlenmis
ve esi tarafından Corinth Kralı Creon’un kızı için terk edilmistir. Atina Kralı Aigeus’un
sıgınma teklifini kabul eden Media, iyi niyetli görünerek ve gerçek amacını Iason’dan gizleyerek,
yeni geline ogulları aracılıgıyla zehirli hediyeler göndermistir. Baba-kızın ölümüyle
yetinmeyen ve eski esine mümkün oldugunca fazla acı çektirmek isteyen Media, Iason’dan
olan ogullarını da gözünü kırpmadan öldürmüstür.
Medeia mitinin iki farklı yorumu söz konusudur. Ilkinde Medeia, çocuklarını korumak isteyen
altruistik bir anne olarak sunulmaktadır. Bu kapsamda çocuklarını öldürmesi, aslında
bir intihardır. Mite iliskin bir diger yorum ise, Media’nın intikamdan baska bir sey düsünmeyen
zalim dogasını konu almaktadır. Dolayısıyla Media, çocuklarını koruma içgüdüsüyle
hareket eden ve ne denli büyük bir suç islerse islesin aslında masum olan bir kader
kurbanı ya da intikam için çocuklarını kullanan ilkel bir ruh olarak nitelenebilmektedir (Nikunen,
19.05.2005).
Kisiligi ve serüvenleri çagın ve dönemin görüs ve egilimlerine göre yorumlanan; zaman
zaman bir zalim, zaman zamansa bir mazlum olarak betimlenen Media, psikoloji literatü-
552
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
ründe de kendine bir yer edinmeyi basarmıstır. Buna göre bir annenin bilinçdısı olarak öz
çocuguna karsı nefret ve öldürme istegi duyması, Medeia Kompleksi olarak nitelenmektedir.
Bu durumun altında yatan temel neden, kadının esine karsı duydugu büyük nefret ve
intikam hissidir. Agrılı cinsel birlesme, hamile kalmaktan korkma, bebegi emzirmek istememe
gibi durumlar da söz konusu kompleksin çesitli tezahürleri olarak ele alınabilmektedir.
• Medusa: Yunan mitolojisinin önemli figürlerinden biri olan Medusa, üç Gorgo1
kardesten ölümlü olanıdır. Aslında yasamına çok güzel bir kız olarak baslamıstır. Bir ölümlü
olmasına ragmen, güzelligiyle dikkat çekmesi ve tanrıçaları gölgede bırakması, Medusa’nın
yasamında farklı bir pencere açmıs ve Tanrıça Athena tarafından bir Gorgo’ya dönüstürülerek
cezalandırılmasına neden olmustur (http://www.mythweb.com/encyc/entries/
medusa.html, 19.04.2005). Ancak Medusa’nın trajik yazgısı bu kadarla da kalmamıs ve
annesi Danae’yi Kral Polydektes’in elinden kurtarmak isteyen Perseus tarafından bası kesilerek
öldürülmüstür. O gün bu gündür Medusa’nın bası, Athena’nın kalkanı Aigus’u süslemektedir.
Dünyanın en ünlü yüzlerinden biri olan Medusa’ya, güzel sanatların tüm alanlarında estet
bir obje olarak rastlamak mümkündür. Medusa’nın psikoloji literatürüne de konu oldugu
ve özellikle Freud’un çalısmalarında önemli bir yer isgal ettigi bilinmektedir. Freud’a göre,
Medusa’yı görenler iki nedenden dolayı tas kesilmektedir. Bu nedenlerden ilki, kastrasyon
korkusudur. Medusa’nın fallik bir nitelige sahip olan yılanlara örülü basının Perseus
tarafında kesilmesi, bu korkuya isaret etmektedir. Tasa dönüsme olayı, kastrasyon tehlikesine
ereksiyon yoluyla karsı koyma anlamını içinde barındırmaktadır (http://shedrums.
com/Medusa.htm, 22.05.2005). Dolayısıyla ‘Yılan saçlı kadın’ olarak tanınan Medusa,
imgesel kastrasyona iliskin bir simge olarak ele alınabilmektedir.
Medusa’ya bakanların tas kesilmesinin bir diger nedeni de, cinsel çekimdir. Çünkü korkunç
oldugu kadar, çekici bir varlıktır Medusa; hem bir canavar, hem de bir disidir. Dolayısıyla
Medusa’yı, güzelligi ve çirkinligi bünyesinde barındıran bir ‘femme fatale’ olarak
nitelemek mümkündür. Bu paralelde yüzü kadın cinsel organına, bası kesildiginde yere
damlayan kan ise menstrual döngüye iliskin bir sembol olarak degerlendirilebilmektedir.
Medusa psikolojinin yanı sıra, tıp literatürüne de konu olmus bir mitolojik bir karakterdir
(Masschelein, 14.04.2005). Bu baglamda kelime anlamı olarak Medusa’nın bası anlamına
gelen ‘caput Medusa’ terimi; karın ön duvarında, deri altındaki venöz damarların, çesitli
nedenlerle belirginlesmesi ve Medusa’nın saçlarına benzer bir görüntü ortaya çıkarması
olarak tanımlanabilmektedir.
• Mitomani: Mitoloji -mythology-; bir ulusa, bir dine ya da bir uygarlıga ait mitler
ve efsaneler bütünü olarak tanımlanabilmektedir. Içerdigi efsaneler kadar, mitolojinin
kendisi de, bir durumun ifadesi olarak, psikoloji literatüründe baslı basına bir yer edinmistir.
Bu kapsamda “mitomani -mythomanie-; kisinin gerçeklik algısının bozulmasına paralel
olarak, hayal ürünü hikayeler yaratması olarak tanımlanabilmektedir. Bu patolojik durum,
az veya çok istemli ve bilinçli bir nitelik tasımaktadır” (Bloch, 1992, s.490).
Bu durum, Dupre tarafından 1905 yılında tanımlanmıstır.
553
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
1 Phorkys ile Keton’un kızları olan Gorgolar, yeraltı dünyasının disi canavarları olarak kabul edilmektedirler.
Saçları yılanlarla örülü olan ve alınlarından yabandomuzu disleri fıskıran Gorgo Kardesler; tunçtan ellere ve
altın kanatlara sahiptir. Ancak Gorgo Kardesler’in en önemli özelligi insanların yüregine korku salmaları ve
kendilerine bakanları tasa dönüstürmeleridir.
Mitomani terimi; toplumun hayal gücü etkisiyle biçim degistiren, ve hayalî bir niteligi
olan hikaye anlamına gelen ‘myth’ ile kisinin normal halinden farklı ve abartılı davranıslar
sergileme dürtüsü anlamına gelen ‘mania’ kelimelerinin bilesiminden olusmaktadır. Bu
baglamda yalan, durumsal bir nitelige sahipken ve istemli bir sekilde ortaya çıkarken; içinde
bulundugu ruh hali nedeniyle mitomanın söyledigi yalanlar, onun fantastik yaratımının
bir eseri olup istemsiz ve patalojik bir nitelik tasımaktadır. Mitoman, nedensiz söyledigi
yalanlarla karsısındaki kisileri kolaylıkla inandırabilmektedir. Öyle ki mitoman kisi, herhangi
bir olayı yasamıs ya da birebir tanık olmus gibi anlatmakta, her iki durumda da kendisini
haklı durumda gösterebilmektedir (http://psychiatrinfirmiere.free.fr/definition/
mythomanie/mythomanie-theorie.htm, 21.05.2005).
Bununla birlikte mitomani, alelade bir yalancılık degildir ve yalancılıkla karıstırılmamalıdır.
Yalancı, gerçekle yalan arasındaki farkın bilincindedir; oysa mitoman karsısındaki kisiyi
kandırmak için yalan söylememekte, aksine söyledigi yalana kendisi de inanmaktadır.
Dolayısıyla yalanıyla yüzyüze gelmesi, yasama nedeninin ortadan kaybolması anlamına
gelmektedir. Mitoman, kendisine tahammül edemedigi için yalanlar uydurmakta ve narsisizme
benzer bir ruh haliyle hayali bir kisi yaratarak, ona bir tür hayranlık beslemekte ve
çevresindekilerin de bu hayranlıgı paylasmalarını istemektedir. Mitomaniyi tanımlayan bir
diger davranıs da, kisinin tüm istediklerini gerçeklestirebilecegini düsünmesidir (Romand,
21.05.2005).
• Mnemosyne: Mnemosyne, Gök Tanrı Uranos ile Yer Tanrıçası Gaia’nın kızıdır.
Bas Tanrı Zeus ile Pieria Dagları’nda dokuz gün boyunca birlikte olmus ve bu birliktelikten
esin perileri olan Musalar -Museler-2 dogmustur. Musalar’ın dogumu, Zeus’un yeryüzüne
düzen getirmesinin ardından, kendi egemenligini kurabilmek için yaratıcı ve üretici
güçleri aktif kılması anlamına gelmektedir.
Mnemosyne, ‘bellek’ anlamına gelmektedir. Bu baglamda psikoloji, psikiyatri ve nöroloji
alanlarında temel kavramlarından biri olan bellek -mneme-, Hafıza Tanrıçası olarak da bilinen
Titan Tanrıça Mnemosyne’a dayanmaktadır. Yasananları ve ögrenilenleri, bunların geçmisle
olan iliskilerini zihinde bilinçli olarak saklama gücü olarak tanımlanabilen bellek -
memory-, insanın en hayati fonksiyonlarnıdan birisidir.
• Narkissos: Narsisizm ya da bensevi, Yunan mitolojisinde suda hayalini görerek
kendine asık olan ve kendine ulasmak için canına kıyan Narkissos’dan kaynaklanmaktadır.
Latin sair Ovidius tarafından nakledilen öyküye göre Irmak Tanrısı Kephissos’un yakısıklılıgıyla
nam salan oglu Narkissos, kendisine asık olan ve kendisini Zeus’tan kıskanan Hera
tarafından konusamamakla, kim konusursa onun son kelimesini tekrarlamakla cezalandırılan
dag nympelerinden Echo’yu hor gördügü ve askına karsılık vermedigi için tanrıların
gazabına ugramıstır. Baskalarını sevmedigi için kendini sevmekle cezalandırılan Narkissos,
bir gün kırda dolasırken su içmek için bir pınara egildiginde durgun suda kendini yüzünü
görmüs ve kendisini ölüme götürecek bir aska düsmüstür. Narkissos’un eriyip bittigi
ırmak kıyısında açan çiçege nergis adı verilmistir. Rivayete göre Narkissos tarafından
reddedildiginden itibaren daglara kaçan ve orada tek basına bir yasam süren Echo ise, hala
oradadır ve kim yüksek sesle bir sey söylerse son kelimeyi tekrar etmektedir (Hamilton,
200, s. 60 - 62).
554
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
2 Tanrısal varlıklar olan ve yaratıcı güçleriyle mitologyada önemli bir yere sahip olan dokuz Musa’nın yetki
alanları çaglara göre degismekle birlikte Calliope epik siir, Clio tarih, Polhymnia pandomim, Euterpe flüt,
Terpsicore dans, Erato lirik siir, Melpomene tradegya, Thalia komedya, Urania gökbilimi alanlarında
yetkindir.
Narsisizm; psikoloji literatüründe ilk kez 1910 yılında Freud tarafından homoseksüellerin
seks objesi seçimiyle ilgili bir terim olarak kullanılmıstır. Freud, homoseksüellerin kendilerini
seks objesi olarak gördüklerini; narsistik özellikler tasıdıklarını ve partner olarak
kendilerini annelerinin sevdigi gibi sevecek, kendilerine benzeyen genç kisiler aradıklarını
ifade etmistir (Laplanche ve Pontalis, 1992, s.261).
Narsisizm -narcissism-, kisinin imajına yükledigi ask olarak tanımlanabilmektedir. Bu
baglamda narsist ya da narsisistik kisilik bozuklugu olan kisiler; kendilerine asık, hep en
gözde olmak isteyen, baskalarının düsünce ya da isteklerine gereken ilgiyi gösteremeyen
kisilerdir. Bu hedeflerine ulasamadıklarında ya da gereken ilgiyi göremediklerinde tıpkı
Narkissos gibi çökmektedirler.
• Nympha: Kelime anlamı olarak ‘bası örtülü’, diger bir deyisle ‘gelin’ anlamına
gelen Nympha -Nymphe-; kırlarda, sularda ve ormanlarda yasayan dogal ve tanrısal varlıkları
tanımlamaktadır. Homeros’a göre Zeus’un kızları olan Nymphalar, dogayı simgeleyen
erkek cinler olan Satrylerin disil versiyonları olarak düsünülebilmektedirler. Ikincil
derecede önemli tanrıçalardan sayılan Nymphalar, mitologyada ‘yüce’ ve ‘ulu’ gibi sıfatlarla
anılmaktadır.
Dogurganlık ve zariflik simgesi olan Nympha’lar ölümsüz degillerdir, ancak hep güzel ve
genç kalarak son derece uzun bir yasam sürmektedirler. Bunun nedeni Tanrılar gibi ambroisa
ile beslenmeleridir. Gaip haber vermeyi seven ve hasta sagaltma yetenegine sahip
olan Nympha’lar, yasadıkları cografyaya -dogadaki konumlarına- göre isimlendirilmektedirler
(Estin ve Laporte, 2003, s.108). Genellikle ölümlü erkeklere asık olan bu genç kadınların,
Zeus basta olmak üzere büyük ve önemli Tanrılarla iliskiye girdikleri bilinmektedir
(Cotterell, 1989, s.228). Bu nedenle psikoloji literatüründe Nymphalar, kadınlarda
görülen cinsel taskınlık durumuna iliskin bir sembol olarak kabul görmektedirler.
Bu baglamda nymphomanie -nemfomani-; kadınlarda gözlenen hiperseksüel davranıslar,
diger bir ifadeyle kadınlarda ortaya çıkan erkeklerle cinsel iliskiye girme saplantısı olarak
tanımlanabilmektedir (Statt, 1990, s.90). Roma Imparatoru Clasius’un esi Messalina’da da
mevcut olduguna iliskin rivayetler nedeniyle, ‘Messalina Kompleksi’ olarak da adlandırılan
bu durum; bir ruh bozuklugundan kaynaklanabilecegi gibi kalıtım, organik beyin hastalıkları,
iç salgı bezleri düzensizlikleri gibi nedenlere baglı olarak da ortaya çıkabilmektedir.
• Oidipus Kompleksi: Thebai kralı Laios ile Iokaste'nin oglu olan Oidipus -Oedipus-,
Yunan mitolojisinin belki de en trajik kahramanıdır. Iokaste henüz hamile iken bir
düs görmüs ve bu düsün kraliçenin karnında tasıdıgı çocugun babasını öldürecegi seklinde
yorumlanması üzerine dogar dogmaz daga bırakılmıstır.Ayak bilekleri delindigi ve içinden
bir sis geçirildigi için bebege ‘sis ayaklı’ anlamına gelen Oidipus3 ismi verilmistir.
Korint Kralı Polybos ve esi tarafından büyütülen Odipus delikanlılık çagına geldiginde anne
ve babasının gerçek anne ve babası olmadıgına iliskin bir dedikodu duymus ve gerçegi
Tanrı Apollon’dan ögrenmek üzere Delphoi tapınagına dogru yola koyulmustur. Kahinden
babasını öldürüp annesini ile evlenecegini ögrenen Oidipus, dönüs yolunda karsılastıgı bir
adamla tartısarak onu öldürmüstür. Bu olaydan sonra Thebai’ye ulasan Oidipus, Sphinks
555
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
3 Oedipus isminin kökeninde yer alan ‘oedima’ kelimesi, sislik; ‘pus’ kelimesi ise, ayak anlamına gelmektedir.
isimli canavarın sehirde korku saldıgını ve sordugu bilmecelere cevap vermeyenleri parçalayıp
yedigini görmüstür. Canavarın sordugu sorulara dogru yanıt veren ve canavarı öldüren
Oidipus, halk tarafından Laios’dan bosalan taçla ve dul kraliçe Iokaste ile ödüllendirilmistir.
Thebai’ye kral olan ve bilmeden özannesi ile evlenen Oidipus, yıllar sonra sehrin
basına bela olan veba salgının nedenini ögrenmek istediginde kahinden, kral Laios’un
katilinden bulunması ve sehirden sürülmesi gerektigi yanıtını almıstır. Bilmeden babasını
öldürdügünü ve özannesi ile evlendigini anlayan Oidipus igneyle gözlerini kör ederken,
kraliçe Iokaste de kendini öldürmüstür.
Psikoloji literatüründe önemli bir kavram olan Oidipus Kompleksi -Oedipus Complex-; erkek
çocugun annesine karsı duydugu bilinçsiz yakınlık nedeniyle babasını kıskanmasını ve
bununla ilgili ruhsal bozuklukları nitelemek için kullanılmaktadır. Freud’a göre 3-4 yas
arası fallik dönemde, erkek çocuklarda babayı kendine rakip görme ve annenin gözdesi olma
seklinde bir davranıs tarzı ortaya çıkmaktadır. Kısaca, küçük çocuk annesine tümüyle
sahip olmak, babasını ise öldürme istegi duymaktadır - tıpkı Oidipus gibi- (Gleitman 1995,
s.678). Tüm bunlara ek olarak Oedipus’un gözlerini kör etmis olması nedeniyle psikiyatri
literatüründe kisinin kendi gözlerini tahrip etmesi durumu Oidipism olarak adlandırılmaktadır.
• Orestes Sendromu: Agamemnon ile Klytaimestra’nın oglu; Elektra, Iphigenia
ve Khrysothemis’in kardesi olan Orestes, birçok trajediye konu olmus mitolojik bir kahramandır.
Orestes’in trajik yasam hikayesini, Tanrılar tarafından lanetlenmis bir aile olan
Atreusogulları’na mensup olmasına baglamak mümkündür. Homeros’un aktardıgına göre,
Truva Savası’ndan dönen Agamemnon, esi Klytaimestra ve sevgilisi Aegisthus tarafından
öldürülmüstür. Kardesi Elektra tarafından babasının intikamını almak için yetistirilen Orestes,
öz annesi ile asıgını öldürmüstür (http://encyclopedia.thefreedictionary.com/Orestes,
20.06.2005). Bununla birlikte döktügü kan Orestes’e huzur vermemis, pesine takılan öç
perileri Erinysler’den kurtulmak için diyar diyar gezmis ve ancak yıllar sonra suçunu kabul
ederek arınmayı ve ailesinin kusaklar boyu süren lanetini kaldırmayı basarabilmistir.
Psikoloji literatürüne Orestes Sendromu olarak geçen bu vak’a, erkek çocugun bilinçdısı
olarak öz annesini öldürme istegini ifade etmektedir (http://arts.ucsc.edu/faculty/bierman,
20.06.2005). Ünlü Ingiliz yazar Shakespeare’nin önemli trajedileri arasında yer alan Hamlet,
Orestes Kompleksi’nin edebiyatta kullanımına iliskin bir örnek teskil etmektedir. Bu
baglamda modern insana iliskin bir trajedi olan eser, Danimarka Prensi Hamlet’in babasını
öldüren ve annesi ile evlenen amcası Claudius’a yönelik intikam arayısını konu almaktadır
(Shakespeare, 1996).
• Pan: Dogal hayatın, kırların, küçükbas hayvanların ve çobanların Tanrısı olan
Pan; keçi ayaklı, keçi kuyruklu, keçi sakallı ve keçi boynuzludur. Tanrı Hermes’in oglu
olan Pan; yarı keçi, yarı insandır. Pan kelimesi, Yunanca ‘birlik ve bütünlük’ anlamına gelen
bir ön ektir. Kelimenin etiomolojik kökeni ile Tanrı Pan’ın doganın ve evrenin evrensel
bütünlügünü simgelemesi arasında paralellik kurmak mümkündür. Yeryüzünün ikinci
derecede önemli tanrılardan olan Pan; her daim asık olmakta, ancak çirkinligi nedeniyle
sürekli reddedilmektedir.
Neseli ve gürültücü bir tanrıdır. Öyle ki günlerini çalılıklarda, ormanlarda, daglarda gezinerek;
syrinks ya da bilinen ismiyle pan flüt çalarak ve Nymphe’lerle dans ederek geçirmektedir.
Kendisine ihtiyaç duyanlara yardım eden iyi niyetli bir tanrı olmasına ragmen,
zaman zaman saka yapmak ugruna insanların korkutacak hareketler yapabilmektedir. Za-
556
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
manla bu hareketlere alısan insanlar aniden düsen bir tas, kayaların arasında beliren bir
gölge, otlar ve çalılar arasındaki bir hısırtı gibi belirtileri Pan’ın varlıgı olarak algılamaya
ve ‘panik korkular’ yasamaya baslamıslardır. Bu baglamda kelime anlamı olarak
panik -panique-, ‘Pan ile ilgili’ anlamına gelmektedir.
Psikoloji literatüründe yaygın bir sendrom olan panik bozuklugu -panic disorder-, köken
olarak Tanrı Pan’a dayanmaktadır. Özel durumlarda ortaya çıkan ve belirli zamanlarda ortaya
çıkan bu bozukluk; nöbet seklinde kisilere birden gelen ve korku, konusamama, zihinsel
karısıklık, çarpıntı, yüz kızarması/solması, terleme/üsüme, tüylerin diken diken olması,
gögüste sıkısma, soluk alamama, bas dönmesi, bulantı, ellerde ayaklarda uyusma, sık
idrara çıkma, kan basıncının yükselmesi, sıcak/soguk basmaları, baygınlık duygusu seklinde
on-onbes dakikadan birkaç saate kadar çıkabilecek sekilde ortaya çıkan bir semptomdur
(Öztürk, 1995, s.266).
• Pandora’nın Kutusu: Heseidos’un ‘Thegonia’ ile ‘Isler ve Günler’ eserlerinde
bahsi geçen Pandora Efsanesi; ilk kadının yaratılısına iliskin bir mittir. Ortadogu ve Sami
kaynaklı olması muhtemeldir, çünkü ‘Adem-Havva Efsanesi’ni andırmaktadır ve kadını
tüm kötülüklerin temeli kabul etmek Yunan kültürüne özgü bir düsünce tarzı degildir. Efsaneye
göre çok uzun bir süre, özellikle Altın Çag boyunca ölümlüler ve ölümsüzlerin bir
arada yasadıkları dönemde, yeryüzünde yalnızca erkekler bulunmaktadır. Prometheus’un
Tanrıları aldatarak atesi çalmasına kızan Tanrılar Tanrısı Zeus; onu cezalandırmak için Tanrı
Hephaistos’a bir parça toprak alarak suyla karıstırması ve bu karısıma insan sesi ve insan
gücü ekleyerek, yüzü ölümsüz Tanrıçalara, bedeni ise genç kızlara benzeyen bir varlık
yapmasını buyurmusur.
Tüm Tanrıların güzellikler, hediyeler, çiçekler vererek altın bir taçla donattıkları bu varlıga
‘herkesin armaganı’ anlamına gelen Pandora adı verilmistir. Erkeklerin en büyük düsmanı
olması tasarlanan Pandora’ya Athena el islerini ve renk renk kumaslar dokumasını ögretmis;
Afrodit onu büyüleriyle kusatarak, gönlünü istek ve arzularla tutusturmus; Hermeias
ise gögsüne bir köpek yüregi ve tilki ruhu yerlestirerek, içini yalan ve dolanla doldurmustur.
Tanrılar yeryüzüne indirmeden önce Pandora’ya bir kutu vererek, asla açmamasını
söylemisler ve onu Prometheus’un kardesi Epimetheus’a sunmuslardır. Ancak merakına
yenilen Pandora, günlerden bir gün kutuyu açmıstır. Pandora kutunun kapagını hemen
kapasa da olan olmus ve kutunun içinden çıkan hastalıklar, acılar, kederler, kötülükler
tüm dünyaya yayılmıstır. Kutunun içinde bir tek umut kalmıs, bu nedenle de o günden
bu yana insanlar kötülüklere karsı koyma cesaretini ve gücünü kendilerinde bulmuslardır.
Pandora’nın Kutusu -Pandora’s Box-; gizli, örtülü kalan konuları açıga çıkarma anlamına
gelen bir metafor olarak psikoloji literatüründe de kendisine bir yer bulmustur. Öyle ki
‘Pandora’nın kutusunu açma’ bir deyim olarak iletisim alanında, denetlenmesi imkânsız
denge bozucu hareketler yapma ya da ‘kötülükleri ortaya çıkacak’ ifsalarda bulunma gibi
durumlarda kullanılmakta; bazen de örgütlerde önleyici, koruyucu girisimler yerine, onarıcı,
düzeltici müdahalelerde bulunmaya isaret etmek üzere ‘Pandora’nın kutusu açıldıktan
sonra’ seklinde kullanılmaktadır (Bilgin, 2003, s.288).
• Persephone Kompleksi: Tanrılar Tanrısı Zeus ile Toprak ve Bereket Tanrıçası
Demeter’in kızı olan Persephone -ki ‘genç kız’ anlamına gelen Kore ya da Kora ismiyle de
bilinmektedir-; bir gün arkadaslarıyla çiçek toplarken, birden yer yarılmıs, Tanrı Hades
arabasıyla çıkagelmis ve genç kızı kaçırmıstır. Ümitsizce kızını dört bir yanda arayan Demeter,
tüm dünyayı talan etmistir. Nihayet herseyi gören ve bilen Günes Tanrı Helios, Ko-
557
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
re’nin bulundugu yeri Tanrıça’ya söylemistir. Bunun üzerine Demeter, Olympos’tan yeryüzüne
inmis ve inzivaya çekilmistir. Demeter’in küsmesiyle topragın bereketi kalmamıs,
kıtlık ve kuraklık bas göstermistir. Bu duruma müdahale etme geregi duyan Zeus, Hades’i
Persephone’yi serbest bırakması için ikna etmeye çalıssa da basarılı olamamıs ve sevgi büyüsüyle
Hades’e baglanmıs olan Persephone’yi geri döndürememistir. Bunun üzerine Zeus,
Persephone’nin yılın üçte ikisini, diger bir ifadeyle çiçek açma ve meyve zamanını annesiyle;
geri kalan üçte birini, diger bir ifadeyle kıs dönemini de kocası Hades’in yanında
geçirmesine karar vermistir. Böylelikle topraga yeniden bereket gelmistir.
Alelade bir genç kızken, Ölüler Ülkesi Tanrıçalıgına terfi eden Persephone, psikoloji literatüründe
de konu edilmektedir. Holtzman ve Kulish bu mitin kadının Oidipal çatısmasıyla
ilgili oldugunu ifade etmekte ve Persephone Kompleksi olarak adlandırdıkları bir duruma
denk düstügünü ileri sürmektedirler. Buna göre; küçük kızın Elektral durumundaki temel
olay, annesinden ayrılmasıdır. Bir tarafta isyan, saldırganlık ve cinsellik; diger tarafta
ise anneyle yasanmıs ve kaybedilmek istenmeyen temel güvenlik duygusu mevcuttur. Diger
bir ifadeyle küçük kız kendisini; hem annesiyle özdeslesmek, hem de ondan uzaklasmak
zorunda hissetmektedir (Erten, 20.10.2005).
• Phaidra Kompleksi: Girit Kralı Minos ile Pasiphane'nin kızı olan ve Theseus ile
evli olan Phaidra, üvey oglu Hippolytos'a asık olmustur. Delikanlının doga dısı bu sevgiyi
reddetmesi ve nefretle karsılaması üzerine; Theseus’a oglunun kendisiyle birlikte olmak istedigi,
fakat kendisinin bunu reddettigini söyleyerek Hippolytos'a iftira etmistir. Phaidra’nın
yalanı, Theseus’un oglunu evden kovmasına ve talihsiz gencin ölümüne neden olmustur.
Hippolytos’un ölümünün ardından vizdan azabı altında ezilen Phaidra, hayatına
son vermistir (Seyffert, 1894, s.475).
‘Phaidra ve Hippolytos Efsanesi’, 17. yüzyıl Fransız tiyatrosunun önde gelen yazarlarından
biri olan ve Klasisizm akımının baslıca temsilcilerinden olan Jean Racine’in ‘Phedre’ isimli
trajedisine de konu olmustur. Psikoloji literatürüne ise, Phaidra Kompleksi olarak yansıyan
bu mit; annenin ogluna karsı bilinçdısı erotik duygular beslemesi durumunu tanımlamak
için kullanılmaktadır.
• Phobos: Savas Tanrısı Ares ile Ask ve Güzellik Tanrıçası Afrodit’in oglu olan
Phobos, erkek bir diamondur. Savas meydanlarında Ares’in yanından hiç ayrılmayan Phobos
kardesi Deimos ile dehset, panik, korku ve onun sonucunda meydana gelen bozgunu
temsil etmektedir.
Phobos’un psikoloji literatürüne yansıması, ‘phobia’ terimiyle olmustur. Bu baglamda
phobia -fobi-, kisinin saçma oldugunu bildigi halde belirli bir duruma veya nesneye karsı
duydugu anlamsız ve karsı konulmaz korku olarak tanımlanabilmektedir. Kisi korku duydugu
nesne ya da olaylardan siddetli bir sekilde kaçınmakta, bu durumlarla karsılastıgında
fizyolojik tepkiler göstermektedir. Dolayısıyla Phobos için, ‘korkunun kisisellestirilmis
hali’ ifadesini kullanmak mümkündür.
• Polycrates Yüzügü: Efsaneye göre Kral Polycrates, istedigi her seye sahip olan
mutlu bir insandır. Kendisine atfettigi deger nedeniyle, herkes gibi olmayı ve dünyada geçerli
olan kurallara uymayı istememektedir. Kendisine bir kayıp, acı ya da ıstırap yasatarak,
kötü kaderini önleyebilecegini düsünen kral, bunun için çok sevdigi ve en kıymetli hazinesi
olarak kabul ettigi kıymetli yüzügünü adak olarak sunmus ve denize atmıstır. Ancak
adak Tanrılar tarafından kabul edilmemis, yüzügü yutan balık bir balıkçı tarafından avlan-
558
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
mıs ve yüzük, balıkçı tarafından krala geri getirilmistir. Polycrates, yüzükten kurtulmak
için pek çok umutsuz girisimde bulunsa da daima basarısız olmus ve sonunda hem servetini
hem de huzurunu kaybetmistir.
Psikoloji literatüründe Polycrates Yüzügü; bilinçsiz bir suçluluk duygusunu, kaygı ve cezalandırılma
beklentisini betimlemek için kullanılan bir metafordur. Modern toplum insanları
göreli bir refah ve bolluk içinde yasamakla birlikte, geçmis kıtlık dönemlerinden miras
kalan duyguları da pesleri sıra sürükleyerek yasamlarına devam etmektedirler (Bilgin,
2003, s.295).
• Priapos: Bogaz kıyılarında bulunan Lampsakos -Lapseki- sehrinin Tanrısı olan
Priapos, Anadolu kökenli bir tanrıdır ve Yunan mitolojisine sonradan dahil olmustur. Bazı
kaynaklara göre Zeus ile Afrodit’in, bazı kaynaklara göre Dionysos ile Afrodit’in, bazı
kaynaklara göre ise ile Adonis ile Afrodit’in ogludur. Bag ve bahçelerin koruyucusu olan
Priapos, ereksiyon halindeki dev bir fallusla sembolize edilmektedir. Bu anlamıyla Priapos
kültü, erkek üretkenligine iliskin bir simgedir.
Bereket Tanrısı Priapos, psikoloji ve tıp literatüründe istemsiz ereksiyon durumunu tanımlamak
için kullanılmaktadır. Bu baglamda Priapizm -Priapism-; cinsel arzu ve uyaran olmaksızın
meydana gelen ve çogunlukla agrıya neden olan ereksiyon anlamına gelmektedir.
• Proteus Sendromu: Proteus Deniz Tanrısı Poseidon ile Phenike'nin ogludur.
Homeros’a göre, Poseidon’un emri altında olan yaslı bir deniz adamıdır. Diledigi görünüme
bürünebilme yetenegine sahip olan bu tanrı, Mısır yakınlarında bulunan Pharos Adası’nda
yasamakta ve fok balıkları ile diger deniz canlılarına bekçilik yapmaktadır. Proteus
hakkındaki ayrıntılara, Menelaus’un Truva Savası’nda yasadıkları aracılıgıyla ulasmak
mümkündür. Buna göre dönüs yolunda ters rüzgârlar tarafından engellenen Menelaus,
hangi tanrı tarafından niçin engellendigi ve yola nasıl koyulabilecegini ögrenmek için Proteus’a
basvurmak zorunda kalmıs ve Proteus’u kızı Idothea’nın tavsiyelerine uyarak konusturmanın
yolunu aramıstır. Ancak Proteus sekilden sekile girerek sırrını açıklamamak
için her yolu denemis, ama sonunda Menelaus’a yolu söylemek zorunda kalmıstır (Seyffert,
1894, s.523).
Kolaylıkla kılık degistirebilen ve diledigi forma dönüsebilen Proteus, tıp literatüründe vücuttaki
herhangi bir organ ya da uzvun orantısız bir sekilde asırı büyümesini bir hastalıgını
tanımlamak amacıyla kullanılmaktadır. Fil Adam -Elephant Man- olarak tanınan ve yasam
öyküsü David Lynch tarafından 1980 yılında beyaz perdeye uyarlanan John Merrick’in
de muzdarip oldugu bu hastalık, Proteus Sendromu olarak adlandırılmaktadır. Bu
baglamda ilk kez 1979 yılında Cohen ve Hayden tarafından tanımlanmıs kompleks bir konjenital
hamartomatöz hastalık olan Proteus Sendromu, vücutta nevüsler ve kemiklerde asimetrik
büyümeyi ifade etmektedir (Ahmetoglu ve Aynacı; 2002, s.573).
Mitologyada deniz ihtiyarı olarak da tanınan Proteus, psikoloji literatüründe Proteus Testi
olarak bilinen bir yöntemin de isim babalıgını yapmaktadır. Menelaus’un Proteus’a eve
dönüs yolunu sezdirmeden söyletmeye çalısması gibi, psikolojik testlerin de kisinin özelliklerini
kisiye sezdirmeksizin ölçmeye çalısması nedeniyle psikodiagnostik ve psikolojik
testlerle ugrasan psikologlar tarafından sıklıkla kullanılan bu test, Proteus Testi olarak adlandırılmaktadır
(Dinçmen, 1997, s.86).
559
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
• Psyche Figürü: Psyche, Latin yazar Apuleius’un Dönüsümler isimli eserinde
konu edilen ‘Eros ile Psyche’ masalının kahramanıdır. Miletos kralının en küçük kızı olan
Psyche, güzelligi nedeniyle Ask ve Güzellik Tanrıçası Aphrodite’in hısmına ugramıstır. Aphrodite,
oglu Eros’tan prensesi bir daga bırakmasını ve bir ejder ile evlendirmesini istemistir.
Ancak Psyche’yi görür görmez asık olan Eros, onu bir saraya yerlestirerek geceleri gizlice
ziyaret etmis, sevgilisine de kendisini görmek için hiçbir girisimde bulunmamasını
ögütlemistir. Ancak sevgilisini görme arzusunu daha fazla bastıramayan Psyche, bir gece
yag kandilini yakarak sevgilisinin yüzüne bakmıstır. Yakısıklıgından etkilenerek onu öpmek
üzere egildiginde kandildeki kızgın yagla Eros’un omzunu yakmıs ve akabinde uyanan
Eros kanatlanarak oradan uzaklasmıstır. Uzun süren ayrılıgın ardından merhamete gelen
Aphrodite, iki sevgilinin kavusması için Psyche’nin bir dizi zorlugun üstesinden gelmesini
sart kosmus ve uzun süren çabaların ardından güzel prenses Eros’a kavusmayı basarmıstır.
Gösterdigi sebat ve cesaret nedeniyle Psyche, Tanrılar tarafından ölümsüzlükle
ödüllendirilmistir (Hamilton, 2002, s.64 –69).
Psikoloji literatüründe Psyche; tüm canlıları harekete geçiren yasam ve tinsellik ilkesini,
diger bir ifadeyle ruhu simgelemektedir. Bu nedenle psikoloji, uzun yıllar boyunca
‘Pysche’nin bilimi’ olarak nitelenmistir. Psike kavramını, kisiligin bütünü olarak niteleyen
Jung’a göre psike, bilinçli ya da bilinçdısı tüm duygu ve davranısları içermektedir (Yanbastı,
1996, s.54).
• Pygmalion Etkisi: Kyproslu bir heykeltas olan ve yasadıgı kötü deneyimler nedeniyle
kadınlardan nefret eden Pygmalion, ölünceye kadar evlenmemeye yemin etmistir.
Ancak günün birinde yaptıgı ve uyuyan ask anlamına gelen Galatea adını verdigi kadın
heykeline asık olur. Ask Tanrıçası Venüs’ten heykeline can vermesini dileyen Pygmalion,
heykelin canlandıgını görür. Latin sair Ovidius tarafından anlatılan bu öykü, pek çok roman,
tiyatro ve sinema eserine konu olmustur.
George Bernard Shaw'un 1913 yılında yazdıgı bir oyun olan Pygmalion’da ve söz konusu
oyundan uyarlanan ‘My Fair Lady’ müzikalinde, bu mitin izlerini görmek mümkündür. Bu
baglamda tüm kadınların kusurlu oldugunu düsünerek, örnek ve kusursuz bir kadın heykeli
yontan, sonra da ona asık olan heykeltras Pygmalion, Profesör Henry Higgins karakterinde
yasam bulmustur. Gösteri dünyasının en çok ilgi çeken müzikallerinden biri olan
‘My Fair Lady’, beyazperdeye de uyarlanmıs ve 1965 yılında en iyi film, en iyi yönetmen,
en iyi görüntü, en iyi müzik, en iyi kostüm dizaynı, en iyi sanat yönetmeni, en iyi ses ve
en iyi erkek oyuncu olmak üzere sekiz dalda Oscar Ödülü’ne sahip olmustur. Yönetmenligini
George Cukor’un yaptıgı, George Bernard Shaw ile Alan Jay Lerner tarafından senaryolastırılan
1964 yapımı filmde Henry Higgins’i Rex Harrison, çiçekçi kız Eliza Doolittle’ı
ise Audrey Hepburn canlandırmıstır.
Filmin Pygmalion ismini tasıyan 1938 tarihli bir versiyonu daha bulunmaktadır. Anthony
Asquith ve Leslie Howard’ın yönetmenligini üstlendigi, filmin senaryosunu Bernard
Shaw’ın yazmıs ve Leslie Howard ile Wendy Hiller basrolleri paylasmıstır. Bunun yanı sıra
yönetmenligini Garry Marshall’ın yaptıgı, senaryosunu J.F. Lawton’un yazdıgı, Julia Roberts
ve Richard Gere’in rol aldıkları 1990 yapımı Pretty Woman -Özel Bir Kadın- filmi de,
modern Pygmalion olarak degerlendirilebilmektedir.
Cemil Meriç, Pygmalion’u fanilerin en bahtiyarı olarak nitelemektedir. Yaptıgı heykelin eti
kemigi balçıktan mıydı, mermerden mi bilmenin imkanı yoktur; ancak damarlarında
Pygmalion’un kanı dolasmaktadır. Pygmalion’da sevgilisini, kaburga kemiginden yarat-
560
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
mıstır (Meriç, 2002, s.131). Insanların gerçeklesmesini arzu ettikleri veya gerçek olarak
algıladıkları bir seyin, er veya geç gerçeklesecegini ifade eden bir mitos olan Pygmalion;
sosyal psikoloji literatüründe Merton’un kendi kendini gerçeklestiren kehanet kavramına
denk düsmektedir. Bu baglamda Pygmalion etkisi -Pygmalion effect-, insanların kendileri
ve dünya hakkındaki temsillerinin veya imajlarının önemini vurgulamak için kullanılmaktadır.
Bu imaj ve temsiller gerçek olmasalar da, sonuçları bakımından gerçektirler (Bilgin,
1996, s.92).
Pygmalion Etkisi, yaptıgı arastırmalarla kavramın gelisimine katkılarda bulunan Robert
Rosenthal’den hareketle, ‘Rosenthal Etkisi’ olarak da bilinmektedir. Bu baglamda Rosenthal
tarafından yürütülen arastırmada bir grup ögretmene, sınıflarındaki bazı çocukların
yüksek IQ’lu oldukları ve bu çocukların, derslerinde çok basarılı olacakları söylenmistir.
Arastırmanın ilerleyen safhalarında, bu çocukların ortalama IQ derecesine sahip olmalarına
ragmen, basarılı oldukları görülmüstür. Bunun nedeniyse, ögretmenin bu çocuklara
yüksek IQ’luymusçasına davranmasıdır (Statt, 1990, s.113).
Pygmalion mitinin psikoloji literatürüne bir diger yansıması, fetisizm olgusu ile baglantılıdır.
“Cansız kadın heykelleri ve kadın organları seklindeki objelere cinsel istek duymak
ve onlarla cinsel doyuma ulasma hastalıgını ifade eden ‘Pygmalionismus’ terimi, Pygmalion
mitosundan kaynaklanmaktadır” (Dinçmen, 1997, s.88).
• Pytho: Apollon Tapınagı’nın bulundugu Delphoi’nin eski ismi olan Pytho -Pitia-,
ismini Tanrı Apollon’un Parnassos Dagı’nın etegindeki Tanrıça Themis’e adanmıs olan
bir sunak basında bulup öldürdügü yılan Python’dan almaktadır. Efsaneye göre Apollon,
tüm ejderler gibi Toprak Ana Gaia’dan dogmus olan Python’u öldürdügü yere kehanet
merkezini kurmus ve merkez bu nedenle Pytho olarak adlandırılmıstır. Delphoi
Tapınagı’nın en önemli özelligi, dünyanın göbegi -Omphalos- kabul edilen bir çukuru
içermesi ve bilici kadın Pythia’nın bu çukurun üzerinde oturarak kehanetlerde bulunmasıdır.
Antik çaglardan günümüze gelen bu efsane, psikoloji literatürüne de sızmıs ve yakın bir
tarihe kadar histeri terimini ifade etmek için kullanılmıstır. Bu baglamda ‘pythiatisme’ diger
bir deyisle ‘histeri’; altta yatan organik bir neden bulunmaksızın ortaya çıkan, bayılma,
felç olma ve duyu kaybı gibi nörolojik belirtilerdir. Anglo-Amerikan Ekolü tarafından
‘konversiyon bozuklugu’ olarak adlandırılan bu hastalıktan muzdarip hastalar, sorunlarının
ruhsal oldugunun farkında degildir ve bu belirtiler biliçli olarak ortaya çıkmadıgı için, belirtileri
kontrol edememekte ve istemli davranamamaktadırlar. Babinski’nin ‘histeri, bozuklukları
telkin ile ortaya çıkan ve telkin ile ortadan kalkan bir hastalıktır’ tanımından hareketle,
kehanetleri telkin yoluyla ilgili kisilere aktaran Pytho Tapınagı ile pythiatisme terimi
arasında bag kurmak mümkündür (Dinçmen, 1997, s.90).
• Satyr: Kadınlara iliskin ‘nymphomania’ teriminin erkek versiyonu olan satyriasis
teriminin mitolojik kökeni, Satyr olarak adlandırılan ve dogayı simgeleyen cinlere dayanmaktadır.
Dionysos alayında yer alan Satyrler bazen belden üstleri insan, belden asagıları
at; bazen de belden üstleri insan, belden asagıları teke formunda gövdeleriyle tasvir
edilmislerdir. Uzun ve tüylü bir kuyruga, at tırnagı seklinde ayaklara sahip olan Satyrler,
cinsellige asırı düskünlükleri ile bilinmekte ve sürekli kırlarda dolasarak cinsel iliski amacıyla
Nympheleri kovalamaktadırlar. Satyrlar mitologyada dans ederek etrafta gezinmeleriyle,
Dionysos ile içki içmeleriyle ve Maenads ile Nymphlerin peslerine düsmeleriyle
tasvir edilmektedirler (Grimal, 1986, s.412).
561
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
Erkek hiperseksüaltesini tanımlayan satyriasis terimi, literatürde Don Juan Kompleksi ya
da Don Juanism olarak da geçmektedir. Bu kompleksten muzdarip kisiler cinsel ugrasıları
yasamlarının odagına yerlestirmekle birlikte; aslında temelde yatan asagılık duygularını
yenmeye ve maskelemeye çalısmakta, sık sık ve farklı kadınlarla iliskiye girerek homoseksüel
olmaklarını kanıtlamaya çalısmaktadırlar.
• Siren: Persephone’nin habercisi olan Sirenler -Seirenler-, kus baslı ve kadın bedenli
figürler olarak betimlenmektedir. Farklı mitolojilerin ve kültürlerin etkisiyle, Sirenlerin
görünüslerine iliskin tasvirlerin de farklılastıgı gözlenebilmektedir. Siren Kardesler’in
en önemli özelligi, karsı konulmaz sesleriyle sarkılar söyleyerek denizcileri büyülemeleri
ve adalarına dogru çekerek gemilerinin hırçın sulara karsı koyamayıp parçalanmalarına
neden olmaktadırlar (Sanasi, 21.04.2005).
Dogayı sembolize eden cinlerden olan Sirenler, simgesel bazda ele alındıgında dogadan gelen
bir çagrıya dayanamayıp kendini ölüme atan maceraperest erkek motifine denk düsmektedir.
Psikoloji literatüründe ise Siren miti, mazosizme karsılık gelmektedir. “Mazosizm
ya da mazokizm, kendine acı vererek cinsel doyum saglama tutkusudur” (Öztürk,
1995, s.328). Tıpkı Sirenlere karsı koyamayan ve türlü engellere maruz kalan denizciler gibi,
insanlar da bile bile haz yasamak için bazı acılara karsı karsı konulmaz bir arzu duymaktadırlar.
• Sisyphos Miti: Efsaneye göre zekâsı ve kurnazlıgı ile tanınan Korinthos Kralı
Sisyphos, kendisine danısmaya ve yardım istemeye gelen kisilere, çözüm önerileri sunmaktadır.
Günlerden bir gün isledigi bir suç nedeniyle Tanrılar Tanrısı Zeus’un emriyle,
Ölüm Tanrısı Thanatos Sisyphos’u yakalayarak Hades’e -ölüler alemine- götürmek istemistir.
Ancak olay beklendigi gibi gerçeklesmemis ve Sisyphos Thanatos’u tutsak etmistir.
Ölüm Tanrısı’nın ortadan kaybolması insanların ölmemesini beraberinde getirmis ve
Zeus duruma el koyarak Thanatos’u kurtarmıstır. Eski düzeni yeniden kuran Zeus, Thanatos’a
Sisyphos’u ilk kurban olarak almasını buyurmustur. Ancak Sisyphos tüm kurnazlıgıyla
iki kez daha kandırmıstır Thanatos’u. Bunun üzerine öldügü zaman tekrar kaçmasını önlemek
isteyen tanrılar tarafından korkunç bir cezaya çarptırılmıstır. Buna göre sonsuza dek
ölüler ülkesinde kalacak ve bir kayayı yokus yukarı çıkaracaktır. Kaya parçasını binbir zorlukla
tepeye ulastırdıgında ise kaya yeniden asagıya yuvarlanacak ve tüm agırlıyla bir kez
daha Sisyphos’un omuzlarına ve sırtına yerlesecektir. Bu iskence sonsuza dek tekrarlanacaktır.
Mitolojinin efsanevi karakterlerinden biri olan Sisyphos, çagcıl yazar ve düsünürlerin ilgi
alanına giren önemli figürlerden biridir. Tanrıların egemenligindeki ve güdümündeki bir
dünyada, insan aklını ve bilincini temsil etmektedir. Sisyphos miti, varolusçu psikiyatride
saçma -absürd- kavramının bir simgesi olarak kullanılmaktadır. Bu dogrultuda Albert Camus,
Sisifos Söyleni -Le Mythe de Sisyphe- isimli denemesinde Sisyphos’u anlamsızlıgın
bir simgesi olarak tanımlamaktadır. Bireyin bir yasam anlamsızlıgına, her türlü günlük çalısma
ve acının içinde köklestirdigi uyumsuzluk duygusuna karsı direnmek zorunda olduguna
dikkat çekmekte ve Sisyphos’u, anlamsızlıgı akıl ve bilinç gücüyle yenen bir insan
kahraman olarak nitelemektedir (Camus, 1997).
Batı dillerinde kullanılan ‘Sisyphos gibi çalısmak’ -‘working like Sisyphos’- deyimi, insanların
hiçbir zaman tamamlamayacaklarını bildikleri tekdüze, yorucu, zahmetli bir isi her
gün umutsuzca sürdürme çabalarını anlatmaktadır. Rekabet yogun günümüz is ortamında
yasamı bir ceza olarak niteleyen ve yasamın agır yükü altında ezilen, güne amaçsız, beklentisiz
ve umutsuz baslayan, kronik yorgunluk ve yogun stres altında günlerini geçiren in-
562
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
sanların yasamlarını Sisifos gibi sürdürdüklerini gözlemek mümkündür (Köknel, 1998,
s.16).
• Thanatos: Yunan mitolojisine göre Ölüm Tanrısı olan Thanatos, yeryüzü karanlıgını
simgeleyen Nyks’in oglu ve Uyku Tanrısı Hypnos’unsa ikizidir. Roma mitolojisinde,
‘Mors’ olarak isimlendirilmektedir. Efsanelerde, birbirinden ayrılmayan Hypnos ile
Thanatos’un yeraltında Tartaros’un derinliklerinde yasadıkları rivayet edilmektedir.
Thanatos, psikoloji literatürüne kisiligin en ilkel, en katıksız ve aslında en insanca kısmını
olusturan id’in iki temel bileseninden biri olarak geçmistir. Buna göre id, iki temel itkiden
olusmaktadır: yapıcılıgı simgeleyen Eros ve yıkıcılıgı simgeleyen Thanatos. Bu baglamda
Thanatos, Freud’un yıkıcı ve salgırgan enerji kavramını tanımlamaktadır. Bu, kisinin
kendi kendini yok edici güçleri ya da ölüm arzuları içe dogru döndürerek kendi kendini
cezalandırması, mazosizm ya da intiharla sonuçlanabilecegi gibi, dısa döndürülerek saldırganlıkla
da sonuçlanabilmektedir (Freedman vd., 2003, s.672).
• Truva Atı: Truva atı, gerçekten yasandıgına dair kuskulara ragmen tarihin en
ünlü savaslarından biri olan Truva Savası’na ait bir mittir. Truva Savası’nı anlatan Ilyada
(Homeros, 1996) ve Truva Savası sonrasında yasananları anlatan Odysseia (Homeros,
1997) ile Aeneis (Vergilleus, 1999) gibi önemli destanlarda, bu mitin izlerine rastlamak
mümkündür. Truva, ilkçag dünyasının en ünlü ve en zengin kentlerinden biridir. Efsaneye
göre Menelaus ile evli olan ve güzelligiyle tanınan Helene’in, Truva Kralı Priamos’un oglu
Paris tarafından kaçırılması, Akha ordularının asılması zor surlarla çevrili olan bu kente
savas açmalarına neden olmustur.
Bir onur savası olarak karakterize edilen bu savas, on yıl sürmüs ve zorlu mücadelerle geçen
bu süre zarfında Truva fethedilememistir. Bunun üzerine Yunanlılar tahtadan bir at
yapmıs, içine komutanlarını gizlemis ve sehrin kapısına bırakmıslardır. Yunanlıların Tanrıça
Athena’ya bir sunu bırakarak ülkelerine döndüklerini düsünen Truvalılar, aslında bir tuzak
olan bu armaganı sehirlerine kabul etmisler ve içlerine gizlice sinen düsman orduları
tarafından bozguna ugratılmıslardır.
Truva; elde edilmesi güç bir kent olmasına ragmen, dostça ve sinsice yaklasan düsman tarafından
düsürülmüstür. Bu baglamda Truva atı -Trojan horse-; zararsız gibi görünen, ancak
yıkıcı etkiye sahip olan düsmanca hareket, kisi ve gruplara iliskin bir sembol olarak
kullanılmaktadır (http://www.answers.com, 30.10.2005). Truva atı, gündelik yasamda sık
kullanılan bir metafor olmasının yanı sıra zamanla anlam genislemesine ugramıs ve bilgisayar
terminolojisine de girmistir. Bu çerçevede sistem açıklarından yararlanarak, kullanıcının
bilgisi ve istegi dısında herhangi bir bilgisayarda islem yapma olanagı veren program
ya da virüsler Truva atı ya da kısaca Trojan olarak adlandırılmaktadır.
Tıp literatüründe ise kanser basta olmak üzere bazı hastalıklarla mücadele amacıyla gelistirilmeye
çalısılan ve henüz deneysel asamada olan bazı yöntemlerin, Truva atı taktigini
hastalıklı hücrelerin tedavisine uyarlamaya çalıstıkları bilinmektedir. Bunun yanı sıra alzheimer
hastalıgının tedavisinde kullanılan ve beyin hücrelerini nörotoksik amiloid proteinini
azaltarak, hastalıgın olusma hızını kesmeye yarayan bir ilaç da ismini bu mitten almaktadır.
(http://www.medicalnewstoday.com/medicalnews.php?newsid, 30.10.2005).
• Ulysses Metaforu: Irade zayıflıgını vurgulayan bu metafor, deniz yolculugu sırasında
deniz kızlarının -sirenlerin- çagrısına kapılmamak için, kendisini gemi diregine
baglatan mitolojik kahraman Ulyxes’den kaynaklanmaktadır. Laertes ile Antikleia’ın oglu
olan Ulyxes, Truva Savası’nda üstlendigi stratejik rol ile tanınmaktadır. Öyle ki Ulyxes,
563
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
Homeros’un ünlü destanı Odysseia’ya güçlü kisiligi ve maceraları ile konu olmus ve uluslararası
bir üne kavusmustur (Homeros, 1997).
Insanlıgın en ölümsüz eserleri arasında sayılan Homeros destanlarına konu olan Ulyxes,
edebiyat tarihinin önemli eserlerinden biri sayılan ve 21. yüzyılın en iyi kitaplarından birine
daha ismini vermistir (Joyce, 2004). James Joyce tarafından 1913–1921 yılları arasında
kaleme alınan Ulysseus, teknigi ve anlatım biçimiyle T. S. Elliot basta olmak üzere birçok
elestirmen tarafından 19. yüzyılı kapatan eser olarak nitelenmekte ve edebiyatta modernizm
akımının baslatmasını saglayan bir kilometre tası olarak kabul edilmektedir (Pinching,
http://www.bibliomania.com/0/8/45/1997/26562/1/ frameset.html, 13.04.2005).
Mitolojik bir karakter olarak Ulyxes, çagdas yazında önemli bir yere sahip olan macera romanlarının
temelinde yer alan figür olarak degerlendirilebilmektedir. Modern insanda aranan
erdem ve nitelikleri kisiliginde barındırması nedeniyle tarihe bir prototip olarak geçmis
ve insanlıgın asılması güç engel ve zorluklara karsı direnisinin sembolü olarak kabul
görmüstür. Dolayısıyla bir kahraman olarak Ulyxes, uygarlıgın gelisiminde etkili bir rol
üstlenen ve arastırıcı, kesfedici ve yaratıcı niteliklere sahip insan zekasını temsil etmektedir.
Bu baglamda Ulysses metaforu, irade zayıflıgı konusunu temel almakta ve irade zayıflıgına
önlem alma tutumu olarak degerlendirilebilmektedir. Buna göre kisiler, yerine getirebileceklerinden
emin olamadıkları ve süphe duydukları bir vaat konusunda, kisisel zayıflıklarını
öngörerek kendi kendilerini dizginleme egilimindedirler. Bu durum sorumluluk ahlâkına
uygun olmakla birlikte genellikle, kisinin arzularının üzerinde olan dıs kosullar ve
eylemin sonucunun verecegi hazzın ortak etkisi kadar güçlü bir etkiye sahip degildir (Bilgin,
2003, s.408).
• Uranos Miti: Kozmik bir varlık olan Gök, mitolojide baba-tanrı olarak simgelestirilmekte
ve Uranos olarak adlandırılmaktadır. Efsaneye göre Gök Tanrı Uranos; Yer
Tanrıçası Gaia ile evliliginden olan çocuklarını bir gün egemenligine son verecekleri endisesiyle,
dogar dogmaz Gaia’nın karnına geri sokmaktadır. Bu durum, son dogan oglu Kronos
tarafından testisleri kesilene ve Ikinci Kusak Tanrıların egemenligi ele geçirene dek
sürmüstür.
Uranos, psikoloji literatürüne ‘uranismus’ olarak geçmistir. Ilk kez 1862 yılında Karl Heinrich
Ulrich tarafından kullanılan terim, erkek homoseksüalitesinin özel bir türünü tanımlamaktadır.
Bu baglamda uranismus, iki homoseksüel erkek arasında duygusal temellere
dayanan ve cinsel bir birliktelik söz konusu olmaksızın yasanan bir iliskiyi tanımlamaktadır.
• Yafes ve Sam Kompleksi: Efsaneye göre dogru ve kusursuz bir insan olan
Nuh’un, Yafes, Sam ve Ham adında üç oglu bulunmaktadır. Tevrat’ta ve Incil’de konu edildigi
üzere, çiftçilik yapan ve diktigi bagdan elde ettigi sarabı içerek sarhos olan Nuh, çadırının
içine çırılçıplak uzanmıs ve babasını bu durumda gören Ham dısarı çıkıp gördüklerini
iki kardesine anlatmıstır. Yafes ve Sam, bir giysiyle babalarının üzerini örtmeye çalısmıs
ve bunu yaparken ona bakmamıslardır. Ayıldıgında küçük oglu Ham’ın kendisine yaptıklarını
hatırlayan Nuh, onu lanetlerken Yafes ve Sam için güzel dualar etmistir (Tevrat, 1958,
s.10; http://www.hristiyan.net/kutsalkitap2/tr-gen5.html, 18.05.2005).
564
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
Yafes ve Sam Kompleksi; gazetecilerin gerçekligi tüm çıplaklıgıyla yazıp yazmamaları gerektigine
iliskin tartısmalarda oto-sansürü, diger bir ifadeyle göz kapatma tavırlarını tanımlamaktadır.
Bu baglamda Yafes ve Sam Kompleksi, olaylara dısarıdan bakma ve onlardan
söz etme güçlügü ya da bu kapasiteden yoksun olmak anlamına gelmektedir. 1968 yılında
Vietnam’da gelisen My Lai katliamının ardından Amerika’da açılan davalarda olayın
tanıklarının aylarca suskun kalmaları, Yafes ve Sam Kompleksi’nin en önemli ve çagdas
örneklerindendir (Bilgin, 2003, s.412).
SONUÇ
Insanın dogaya ve evrene anlam kazandırma çabasının bir ürünü olan mitoloji, belirli bir
toplum ya da halka özgü mitler bütünü olarak tanımlanabilmektedir. Insana özgü bir karakteristige
sahip olmasının ve hayal gücünden yakıtını almasının yanı sıra zaman ve mekân
sınırlarını asan bir nitelige sahiptir. Evrensel bir olgu olarak mitoloji, kolektif yapıda
varolan bir bilinçaltı mekanizması aracılıgıyla nesilden nesile aktarılmaktadır. Dolayısıyla
köklerini bilinçaltından almakta ve insanda mevcut olan içtepiler aracılıgıyla geçmisten
bugüne yolculuk etmektedir. Tüm insanlıgın ortak mirası olarak nitelenebilen mitoloji,
kültürün ve bilimin ortaya çıkısında ve gelisiminde de önemli bir rol üstlenmistir. Mitoloji
ile bilim arasındaki semantik ortaklıktan hareketle, bilimsel terminolojinin de mitsel
göndermelerle dolu olduguna dikkat çekmek ve bilimsel terminolojiye tam anlamıyla hakim
olmanın söz konusu simgesel dili çözümlemekle mümkün oldugunu ileri sürmek
mümkündür.
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
Mitolojinin Kullanılması
Psychomythological Terms: Use of Mythology in
Psychology Literature
Yard. Doç. Dr. Emet GÜREL*
Aras. Gör. Canan MUTER **
Özet: Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması” baslıklı
bu çalısma kapsamında, insan dogasına özgü bir semboller sistemi olan mitolojinin, psikoloji
literatürüne yönelik yansımaları konu edilmektedir. Bu baglamda öncelikli olarak
mitoloji olgusuna açıklık getirilmekte ve mitoloji ile bilim baglantısı incelenmektedir. Ardından
psikoloji literatüründe genis bir kullanım alanı bulan mitsel ögeler örnekler dahilinde
ayrıntılandırılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Psikoloji, Mitoloji, Psikomitoloji, Bilinçaltı, Arketip.
Abstract: In scope of this study which is titled “Psychomythological Terms: Use of
Mythology in Psychology Literature”, the reflections of mythology, a system of symbols
specific to human nature, on the psychological literature are examined. In this regard,
firstly the mythology phenomenon is explained and the relationship between mythology
and science is focused on. Then, the mythical elements that are commonly used in
psychological literature are exemplified.
Key Words: Psychology, Mythology, Psychomythology, Unconscious, Archetyp.
537
* Ege Üniversitesi Iletisim Fakültesi Halkla Iliskiler ve Tanıtım Bölümü E.Ü. Kampüsü 35100 Bornova / IZMIR
Tel: 0232 3884000 - 1564 Faks: 0 232 3886758 E-mail: emet.gurel@ege.edu.tr
** Celal Bayar Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu MANISA
Tel: 0236 2371828 - 14 E-mail: cananmuter@yahoo.com
1. GIRIS
Dogaya ve insana özgü hayal ürünü öyküler toplamı olan mitoloji, tıpkı bilim gibi insanın
evreni ve dünyayı algılama, açıklama ve anlamlandırma çabasının bir ürünüdür. Mitoloji ve
bilim etkilesimi, uygarlık tarihinin baslangıcından bu yana varlıgını sürdürmektedir. Insan
yaratıcılıgının dısavurumu olan mitoloji, günümüz biliminde özellikle terminolojik baglamda
yogun olarak kullanılmaktadır. Bu noktada mitolojik semboller; insan varolussal olusumuna
ısık tuttukları ve anlatım kolaylıgı sagladıkları için tıp, psikoloji, sosyoloji, iletisim ve
yönetim basta olmak üzere pek çok disiplin tarafından yeglenmektedirler.
2. KOLEKTIF BILINÇALTININ ÜRÜNÜ OLARAK MITOLOJI
Doga güçlerini ve dogaüstü varlıkları konu alan hayal ürünü öykü anlamına gelen ‘mythos’
ile söz ya da akıl anlamına gelen ‘logos’ kelimelerinden olusan mitoloji -mythology-, insanlıgın
geçirdigi gelisim asamalarını ve düsünme atılımlarını gösteren en önemli bilgi kaynagıdır.
Insanın evrensel bilinçle iletisime geçme arzusundan beslenen mitoloji, neden ve
nasıl gibi sorulara yönelik yanıt arayısını sembolize etmektedir.
Insan, varolusundan bu yana, arayıs içinde olmustur. Soru sormaya basladıgı andan itibaren,
gerekli cevapları kendisine saglayacak verilere ihtiyaç duymus ve hayal gücünün eseri
olsalar da bunlara inanma egiliminde olmustur. Düsünen ve yasamına bir anlam arayan
insanın kendisini doga ile özdeslestirmesiyle vücut bulan mitler; bir süre sonra kendilerini
üretenlere ait olmaktan çıkarak, baskalarına da ait olmaya baslamıs, zaman ve mekân sınırlarını
asan bir nitelige bürünmüstür.
Dogum-yasam-ölüm döngüsüne bir açıklama getirmek isteyen insan, evrene ve dogaya
iliskin deneyim ve fikirlerini paylasma yoluna gitmis ve elde ettigi yanıtları önce sözlü daha
sonra yazılı kültür aracılıgıyla kusaktan kusaga aktararak günümüze ulastırmıstır. Evrim
süreci boyunca insanla birlikte yolculuk eden mitler; insanların fantezilerinde, bilinçaltında
ve fikir sisteminde canlı bir sekilde yasamaya ve zenginlesmeye devam etmislerdir. Bu
noktada mitleri salt anlatı olarak nitelemek, sahip oldukları önemi yadsımak anlamına gelecektir.
Jack Roubaud’un da vurguladıgı gibi mitler dilsel biçimleri, kozmolojik düslemi,
ahlâki ve dinsel kabulleri içermektedir (Vernant, 2001, s.15).
Albert Camus’un deyimiyle hayal gücü onları canlı tutsun diye var olan mitler, insanoglunun
yaratıcılıgının ve üretkenliginin dısa vurumudur. Mitlerin, insan yaratıcılıgı açısından
belirleyici bir rol üstlendigini ileri süren Moles, insanın bir canlı olarak sınırlarını asmasından
ve doga güçlerine yönelik mücadele arzusundan hareket ederek dinamik mitler kavramını
ortaya atmıstır. Söz konusu kavramının altını çizen bir diger isim olan Naaskow ise;
dinamik mitolojinin nereden geldigimizi, su anda nerede oldugumuzu ve nereye gidecegimizi
göstererek kendimizi evrende bir yere oturtmamızı saglayan, yasayan hikayeler sistemi
olduguna dikkat çekmektedir (http://www.zuvuya.net/sites/raveon/boom2002/english/
story.htm, 16.06.2005).
Insan dogasına özgü semboller toplamı olarak tanımlanabilen mitoloji; kültürün ana dinamikleri
olarak niteleyebilecegimiz din, bilim ve sanatın gelisiminde öncü bir rol üstlenmistir.
Bu baglamda psikolojinin bir bilim dalı olarak var olmasından önce; insanların mitler
aracılıgıyla içsel tepilerine ve yasam dinamiklerine iliskin ipuçları sunduklarını ve insan
dogasına iliskin bulguların sistematize edilmesi sürecine ısık tuttuklarını ileri sürmek mümkündür.
Bu noktada mitolojiyi, ‘ilkel psikoloji’ ya da ‘arke psikolojisi’ olarak degerlendirmek
yanlıs olmayacaktır.
538
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
Psikolojinin bir bilim dalı olarak kabul görmesiyle birlikte, mitler mercek altına alınmaya
ve arastırmalara konu olmaya baslamıstır. Bu baglamda Freud, mitlerin insanların kolektif
ve süregelen rüyaları oldugunu ileri sürmüstür. “Jung ise, mitlerin evrensel, kolektif ve
estetik bir nitelige sahip olduklarına dikkat çekerek rüya ve efsanelerde ortaya çıktıklarını
ifade etmistir. Jung’a göre dinamik mitler, kolektif bilinçaltının arketipleridir ve her ne kadar
insan ürünü olsalar da insanda daima, korku ile arzu arasında gidip gelen çift yönlü
duygular yaratmaktadırlar” (Bilgin, 2003, s.91).
Jung; kisisel bilinçaltının derinlerinde bulunan kolektif bilinçaltının, insanın insan olma
evresine ulasmasından çok daha önceki dönemlere ait gizli bellek kalıntılarından olustugununu
vurgulamaktadır. Kisilerinin bilinçaltlarının ya da içgüdüsel benliklerinin toplamı
olarak tanımlanabilen kolektif bilinçaltı, kalıtımla gelen evrensel bir düsünme biçimini ve
ırkın dünya ile olan yasantısının bir ürünü olan arketipleri içermektedir. Arketipler psikolojik
anlamda, insanın kisisel deneyimini, dolayısıyla davranısını sekillendiren duygusalbilissel,
daha özele inmek gerekirse duygusal-düssel zihin yapılarıdır (Maloney, 1999,
s.103).
Jung; arketipleri insanın sahip oldugu, hayvanların ise sahip olmadıgı içgüdüsel düsünce
ve davranıs kalıpları olarak nitelemekte ve arketipler ile içgüdüler arasında paralellik oldugunu
ileri sürmektedir (Jung, 1982, s.103 - 107). Pietikainen ise, arketiplerin sembolik
formlar oldugunu ve biyolojik olmanın ötesinde kültürel bir nitelige sahip olduklarını vurgulamaktadır.
Buna göre arketipler genlerle degil ama, kültür aracılıgıyla nesilden nesile
tasınmaktadırlar. Insanın kültür içinde dogması, kültürel belirteçlerin bilinçaltında yüklü
oldugu anlamına gelmemektedir. Insan kolektif bilinçaltıyla dogmamakla birlikte, kültürel
bir ortamda büyüyerek, kültüre islenmis olan baskın bazı ortak özellikleri ve inançları farkında
olmadan içsellestirmektedir (Pietikainen, 1998, s.333).
Arketipler, tarih boyunca tekrar yoluyla insanlıgın aklına kazınmıs olan deneyimleri ifade
etmektedir (Nuttall, 2002, s.34). Bu bakıs açısı uyarınca insanoglunun dogasında içkin olan
tüm duygu ve arzuların, atalarından kendisine miras kaldıgını ve kusaklar boyunca kendisini
takip ettigini ileri sürmek olanaklıdır. Dolayısıyla mitleri, kolektif bilinçaltının ürünü
ve tüm insanlıgın ortak mirası olarak nitelemek mümkündür.
4. PSIKOLOJI LITERATÜRÜNDE MITOLOJIK ÖGELERIN
KULLANILMASI
Mitoloji ve bilim arasındaki semantik ortaklıktan hareketle, tıp ve psikoloji basta olmak
üzere bilimsel terminolojide mitsel sembollerin genis kullanıma sahip oldugunu ileri sürmek
mümkündür. Bu anlamıyla bilimsel terminolojide mitsel ögelerin kullanılması; anlatım
kolaylıgı saglamasının ve insanlıgın ortak dilinden yararlanma olanagı sunmasının yanı
sıra mitleri somutlastırmakta, yasama gücü kazandırmakta ve farklı düzlemlerde varlık
göstermelerine aracılık etmektedir.
Mitler, bizi kendimiz hakkındaki en soylu ve en samimi dogrulara götüren ruhani metaforlardır.
Hillman psikenin, diger bir deyisle Jung’un ortaya attıgı bilinç ve bilinçdısını içeren
kisiligin temelinin mitlerden olustuguna dikkat çekmekte ve bu baglamda psikolojinin
de nihayetinde bir nevi mitoloji oldugunu ileri sürmektedir (http://mythicjourneys.
org/passages/septoct2003/newsletterp4.html, 20.04.2005). Bilinçaltının mitolojik boyutundan
kaynaklanan bu ve benzeri söylemler, psikoloji literatüründe mitsel ögelerin
539
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
yeglenmesi sonucunu dogurmaktadır. Bu baglamda psikoloji literatüründe genis bir kullanım
alanına sahip olan ve psikomitolojinin temelini teskil eden mitsel ögeler su sekilde
özetlenebilmektedir:
• Adonis Kompleksi: Sümer ve Hitit kökenli bir efsane olan Adonis, özünde toprak-
bereket temalı bir öyküdür. Suriye Kralı Thesias’ın ya da Kıbrıs Kralı Kinyras’ın kızı
olan Myrrha ya da diger ismiyle Smyrna, Ask ve Güzellik Tanrıçası Afrodit’in lanetine ugrayarak
babasına asık olmustur. Dadısının kurdugu bir düzen sonucunda oniki gece boyunca
babasıyla birlikte olan genç kadın, bu birliktelikten hamile kalmıstır. Ancak son gece,
birlikte oldugu kadının öz kızı oldugunu anlayan ve içinde bulundugu büyük günahın farkına
varan babası tarafından öldürülmek istenmistir. Myrrha’nın düstügü duruma üzülen ve
onu babasının haklı gazabından kurtarmak isteyen Tanrılar, genç kadını mersin agacına çevirmislerdir.
Bir süre sonra mersin agacının kabugundan çok güzel bir bebek dünyaya gelmistir.
Adonis ismi verilen bebegin güzelligine hayran kalan Afrodit, onu büyütmesi için Yeraltı
Tanrıçası Persephone’ye verse de, geçen zaman zarfında Adonis’e sahip olmak isteyen iki
Tanrıça birbirine düsmüstür. Tanrıçalar arasındaki kavgaya yargıçlık eden Zeus; artık bir
delikanlı olan Adonis’in yılın ilk dört ayı Persephone’nin, sonraki dört ayı da Afrodit’in yanında
geçirecegi, kalan zamanda da istedigi yerde yasayabilecegi kararını vermistir. Adonis’in
kalan zamanı da Afrodit’in yanında geçirmek istemesi diger Tanrıların kıskançlıga ve
Adonis’in üzerine bir yaban domuzu salmalarına neden olmustur. Kasıgından yaralanan
Adonis, kanaya kanaya can vermis ve topragı sulayan kanları Manisa Lalesi olarak adlandırılan
bahar çiçeklerinin yetismesini saglamıstır.
Anadolu ve Suriye basta olmak üzere tüm Güney Akdeniz kültürlerine konu olan bu mit;
kısın yeraltında saklanan, baharın gelisiyle birlikte fıskırarak hayat bulan bitkisel varlıgı
simgelemektedir. Essiz bir güzellige sahip olan ve kasıgından aldıgı ölümcül yara nedeniyle
can veren Adonis, insan anatomisine de konu olmus ve kasıkla karın arasında yer alan
kasa ismini vermistir. Birçok siir ve masala esin kaynagı olan bu mitolojik kahramana, psikofarmakoloji
literatüründe de rastlamak mümkündür. Bu baglamda sakinlestirici surup
yapımında tat verici -excipient- madde olarak kullanılan ve botanik biliminde ‘adonis vernalis’
olarak bilinen bitki, ismini Adonis’den almaktadır. Asya’nın ılıman bölgelerinde ve
Avrupa’da yetisen bu bitki, Türkiye’de ‘kanavcı otu’, ‘avcı otu’ ya da ‘keklik gözü’ olarak
tanınmaktadır (Birand, 1952, s.73).
Adonis miti, psikoloji literatüründe erkeklerin vücutları ile ilgili takıntılarını ifade eden
Adonis Kompleksi -Adonis Complex- ile karsılık bulmaktadır. Çagcıl erkegin bedeni ile ilgili
takıntılarını ve kimlik bunalımlarını ifade eden Adonis Kompleksi, kas dismorfofobisini
de kapsayan bir nitelige sahiptir (Pope vd., 2002).
• Androgynos: Canlıların dualizmini ifade eden en ünlü mittir. Aristophanes, eskiden
insan soyunun simdiki gibi kadın ve erkek diye ikiye ayrılmadıgını ve androgynos
denilen her iki cinsi de içine olan bir üçüncü cinsin yasadıgından söz etmektedir. Bugün
ortadan kalkan ve geride saygınlıgını yitirmis adı kalan bu insanlar dört el ve ayaga, iki yüze
ve iki üreme organına sahip olmalarının yanı sıra yarısı digerinin üzerine kapanmıs yuvarlak
bir küre seklindedir. Olaganüstü güçlü ve cesur olan androgynler bir gün Tanrılara
saldırınca, Tanrılar tarafından cezalandırılmıs ve ortadan ikiye bölünmüslerdir. Böylece her
yarı androgyn, umutsuzca öbür yarısını aramaya baslamıstır. Karsılastıklarında birbirlerine
duydukları sefkat, güven ve sevgi olaganüstüdür. Tek istedikleri birbirlerinden hiç ayrılma-
540
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
mak, sevilen nesneyle kaynasmak, onun içinde erimek ve iki yerine tek olabilmektir (Platon,
2002, s.36-39).
Psikoloji literatüründe androjen kelimesi -ki androjen, aynı zamanda erkeklik hormonudur-;
hem kadın, hem de erkek karakteristiklerine sahip olmak anlamına gelmektedir. Androjen
kisi, cinsiyetinin gerektirdigi baskın davranısları göstermeyip karsı cinsle ortak denebilecek
davranıs özellikleri sergilemektedir.
• Andromeda Kompleksi: Psikoloji literatüründe Andromeda; içinde bulundugu
zor kosullardan ve kendisini baglayan sorumluluklardan uzaklasmak için, karsısına çıkan
ilk erkegin etkileyici sözlerine inanarak hayatlarını mutlu geçirme hayalleri kuran kadınları
tanımlamak için kullanmaktadır. Neredeyse tüm kadınların bilinçli ya da bilinçsiz bir
sekilde Andromeda Kompleksi yasadıklarını ileri sürmek mümkündür. Bu kompleks; kadınların
tüm yasamlarını kısıtlamakta, yasamdan aldıkları doyumu azaltmakta, iliskilerinin
sınırlarını belirlemekte, zorluklarla savasmak yerine yasamlarını bir erkek tarafından kurtarılmayı
bekleyerek geçirmeleri ve evlenmis olmak için evlenmeleri sonucunu dogurmaktadır.
Mitoloji literatüründe Andromeda, Aithiopia Kralı Kepheus ile Kassiepeia’nın kızıdır. Andromeda’nın
güzel ve kibirli olan annesi Kassiepeia, tüm Nereus kızlarından daha güzel
olmakla övündügü için Nereus kızları tarafından Deniz Tanrısı Poseidon’a sikayet edilmistir.
Bunun üzerine Tanrı, Aithiopia’ya korkunç bir ejder göndererek tüm ülkeyi birbirine
katmıstır. Içine düstügü kötü durumdan kurtulmak isteyen ve kahine basvuran kral, tek çözümün
kızını ejdere kurban etmesi oldugunu ögrenmistir. Çaresizligi ve halk tarafından da
zorlanması, kralın kızını ejder tarafından yenmek üzere bir kayaya baglamasına neden
olmustur. Ancak canavar Andromeda’yı parçalamak üzereyken, Pegasus -kanatlı at- üzerinde
gökyüzünde dolasan Perseus yere inmis ve canavar Gorgo’yu öldürmüstür. Kayaya
baglı güzel Andromeda’yı gören Perseus, ona asık olmus ve kralın da izniyle onunla evlenmistir.
Andromeda ile sözlü olan ve aynı zamanda amcası olan Phineus, adamlarını toplayarak
dügün gecesi Perseus’a saldırsa da, Gorgo’nun kafasını kendilerine dogru tutan
Perseus tarafından adamlarıyla birlikte tasa dönüstürülmüstür. Tüm bunların sonucundaysa
Andromeda, kendisini tüm baglarından ve güçlerden kurtaran Perseus ile uzun ve mutlu
bir ömür geçirmistir (Grimal, 1997, s.71; Erhat, 2003, s.38).
Bir diger rivayete göre ise, Habesistan Kralı Kepheus’un esi olan Kraliçe Kassiepeia’nın
güzelligini Nereus kızlarının güzelliginden daha üstün tutması Tanrıları öfkelendirmis ve
insan yiyen bir ejderi ülkeye göndermelerine neden olmustur. Ejderin geri dönmesi için
tek sart, Kepheus ile Kassiepeia’nın kızları Andromeda’yı yemesidir. Güç durumda kalan
Kepheus, halkın istegine boyun egerek kızını ejdere vermeyi kabul etmistir.Tesadüfen
Kepheus’un ülkesinden geçen Perseus, Andromeda’yı görür görmez asık olmus ve ejderi
öldürerek Andromeda ile evlenmistir (Hamilton, 2001, s.104 - 105).
Bu baglamda kadınların yetisme tarzlarına iliskin her seyin, onlara bir baskasının parçası
olacaklarının, ölene dek mutlu evlilikle korunacaklarının, destekleneceklerinin ve dibe
vurmaktan kurtulacaklarının altını çizdigini ifade eden Dowling, Andromeda Kompleksi’ne
paralel bu durumu bir masal kahramanı olan Sindrella aracılıgıyla açıklamaktadır.
“Kadını, aklını ve yaratıcılıgını tam olarak kullanmaktan alıkoyan ve büyük ölçüde bastırılmıs
tutum ve korkulardan olusan olgu, Sindrella Kompleksi olarak tanımlanabilmektedir.
Sindrella gibi günümüz kadını da hala dısarıdan bir seylerin kendi yasamını dönüstürmesi
beklentisi içindedir” (Dowling, 1999, s.26).
541
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
• Asil Sendromu: Yunan mitolojisinin en önemli karakterlerinden biri olan ve
edebiyat tarihinin en önemli eserlerinden Ilyada’ya konu olan Asil -Akhilleus -, özgür ruhlu
ve savasçı bir kahramandır. Öyle ki basarılarına ve basarısızlıklarına eslik eden trajik
yazgısı ile Truva Savası’na da damgasını vurmustur (Homeros, 1996). Peleus ile Thetis’in
oglu olan Asil, küçüklügünde kendisini ölümsüz kılmak isteyen annesi tarafından ölüler ülkesinin
ırmagı Styx’e batırılmıstır. Tüm vücudu tıpkı zırhla kaplanmıs gibi, silah geçirmez
hale gelirken; topugundan tutularak ırmagın sularına sokuldugu için topugu, yara alabilecegi
zayıf noktası olarak kalmıstır. Öyle ki Asil, Truva Savası sırasında, Paris tarafından topugundan
vurularak öldürülmüstür.
Bu baglamda Asil topugu -Achille’s heel-, her insanın küçük ama önemli bir kusuru oldugunu
anlatmak için kullanılan bir ifadedir. Insan kisiliginin yaralanabilir ve hassas yönünü
simgeleyen Asil topugu, aynı zamanda tıp literatüründe de kullanılan bir terimdir. Ortopedide
topugun üst kısmındaki kas tendonu, Asil tendonu olarak adlandırılmaktadır. Konuyla
ilgili bir diger tıbbi terim olan Asil refleksi -Achille’s reflex- ise, nörolojide kullanılan
bir terimdir ve ayak bilegi refleksi olarak da bilinmektedir.
Psikoloji literatüründe ise Asil Sendromu -Achille’s Syndrome-, sözde yetkinlik sendromu
olarak açımlanabilmektedir. “Sözde yetkinlik, belli bir alanda kisinin kendi hakkındaki -
düsük- degerlendirmesi ile baskalarının onun hakkındaki -yüksek- fikirleri arasındaki büyük
farkı ifade etmektedir” (Clarkson, 1999, s.12). Bazı kisilerin yasamlarını kendilerine
iliskin sahip oldukları derin kusur ve yetersizlik duygularını ödünlemek için genis çaplı bir
psikolojik zırh olusturmaya adadıklarına dikkat çeken Clarkson, sözde yetkinlik sendromu
olarak adlandırdıgı bu sendromu nitelemek için ölümsüz görünen ve her savası kazanan,
ancak gizli ve ölümcül bir hassasiyete sahip bir kahraman olan Asil imgesinden yararlanmıstır.
• Atreus Kompleksi: Zeus’un ölümlü çocuklarından biri olan Tantalos, oglu Pelops’u
öldürüp pisirdikten sonra Tanrılara yedirmek istemistir. Tantalos’un niyetini anlayan
Tanrılar kendilerine sunulan yemegi reddedetmisler, ancak ziyafette bulunan Toprak
ve Bereket Tanrıçası Demeter dalgınlıgı nedeniyle Tantalos’un oyununa yenik düserek yemek
olarak önüne getirilen Pelops’un omzunu yemistir. Daha sonra Tanrılar, Pelops’u diriltmis
ve Demeter tarafından yenen omzunu fildisinden yapmıslardır. Pelops ile baslayan
bu aile içi cinayetler, tüm soy boyunca devam etmis ve mitolojiye Atreusogulları Laneti
olarak geçmistir. Kelimenin mitolojik kökeninden hareketle; bir babanın çocuklarını bilinçdısı
olarak öldürme istegi, psikoloji literatüründe ‘Atreus Kompleksi’ olarak adlandırılmaktadır.
• Catharsius: Catharsius, Yunan mitolojisinin özünü teskil eden oniki büyük Olympos
Tanrısı’nın en kudretlisi olan ve Roma mitolojisine ‘Jüpiter’ ya da ‘Jove’ olarak geçmis
olan Zeus’un sıfatlarından biridir (Mercatante, 1988, s.695). Tanrılar Tanrısı Zeus’u tanımlamak
için kullanılan bu sıfat, sosyal olguların analizinde kullanılan bir kavram olarak
günümüze dek gelmistir. Genel anlamda arınma ve temizlenme anlamlarına gelen katharsis
-catharsis-; gerilimi sona erdirme, rahatlama ve bosalma süreçlerine isaret etmektedir.
Antik dönemde, dinsel inisiyasyon sürecinde ruhun arındırılmasını ifade eden katharsis,
sosyal psikoloji literatüründe özellikle saldırganlık ile baglantılı olarak kullanılmaktadır.
Freud tarafından bireyin saldırganlık duygularından arındırılması amacıyla kullanılan ve
serbest çagrısıma dayanan bir yöntem olan katharsis, psikanaliz tedavisinde tamamen
spontane bir sekilde gelisen konusmalar sonucunda gündeme gelen baglantılarla bazı bi-
542
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
linçaltı süreçlerin bilinç üstüne çıkarılmasına dayanmaktadır. Bu anlamıyla katharsis, psikenin
içinde biriken baskının ortadan kaldırılması amacına hizmet etmektedir (Bushman,
2002, s.724 -731).
• Daphne Miti: Thessalia’da bulunan Peneus Irmagı’nın kızı olan, güzel nympha
Daphne, kendisini Tanrıça Gaia’ya adadıgı için erkeklerden kaçmaktadır. Ancak Tanrı
Apollon, Daphne’ye asık olmus ve pesine düsmüstür. Apollon tarafından yakalanmak
üzereyken babası olan ırmaga kendini kurtarması için yalvaran Daphne, defne agacına dönüsmüstür.
Bu olaydan çok etkilenen Tanrı Apollon ise, defne agacını kutsal agaç olarak
benimsemis ve dallarından yaptıgı çelenkleri basından eksik etmemistir.
Daphne miti, psikoloji literatüründe frijtitligi simgelemektedir. Genel anlamıyla frijitlik,
kadının cinsel uyaranlara karsı tepkisiz kalma ve cinsel iliskiden haz almaması durumunu
ifade etmektedir. Bu dogrultuda en kronik haliyle frijitlik, kadının cinsel hazzı tanımaması
ve cinsel iliskiye girmemesini anlamını tasımaktadır. Bunun yanı sıra daha ılımlı bir bakıs
açısıyla ise, seksüel açıdan normal olan bir kadının cinsel birlesmede genellikle cinsel
hazza varamaması durumunu da tanımlamak için de kullanılabilmektedir (Pettijohn vd.,
1986, s.112).
• DorAskı:M. Ö. 1200 yılında Yunanistan’a yerlesen Dorlar, Akalılar’ın egemenligine
son vermis ve Yunan dünyasının kendine özgü niteliklerinin sekillendigi bir dönemi
baslatmıslardır. Psikoloji literatüründe çocuklara cinsel ilgi duyma durumu olan ‘pederastia’,
diger bir deyisle ‘pedofili’, Dorlar ile iliskilendirilmektedir. Bu baglamda Stekel,
eriskin bir kimsenin aynı ya da karsı cinsteki çocukları cinsel açıdan çekici duyması ve
onlara cinsel egilim duyması olarak tanımlanabilen pedofiliyi, ‘Dor askı’ terimi ile açıklamaktadır.
Bu benzetmenin nedeni, Eski Yunan uygarlıgında pedofilinin, isgalci bir ulus
olan Dorlar tarafından baslatılması ve yayılmasıdır (Dinçmen, 1997, s.47 - 48).
• Echo: Echo, Yunan mitolojisinde yankıyı simgeleyen nymphadır. Efsaneye göre
Bas Tanrı Zeus ile evli olan Tanrıça Hera, onun nymphalardan biriyle iliskisi oldugunu
ögrenmis ve kim oldugunu bulmak için nympha’ların yasadıkları korulara gitmistir.
Kıskanç ve geçimsiz bir kisilige sahip olan Hera’yı gören nympha’lar dört bir yana kaçısmıs,
içlerinden sadece Echo yerinden kıpırdamamıstır. Güzel nympha’nın bu tepkisizligini
ve korkusuzlugunu Zeus’la muhtemel iliskisine baglayan Hera; Echo’yu cezalandırmıs ve
onu konusamamaya, ancak karsısındaki kisinin söylediklerinin son kelime ya da hecesini
tekrarlamaya mahkum etmistir.
Sizofreninin katonia tipini tanımlayan tipik belirtilerden üç tanesi, Echo’dan esinlenerek
isimlendirilmistir: Ekhomimia, Ekhopraxia, Ekholalia. Her üçünde de hasta, bir eko -yankı-
gibi, kendisine yapılan bir mimik ya da hareketi, söylenen bir söz ya da kelimeyi aynen
tekrarlamaktadır (Dinçmen, 1997, s.48). Bu baglamda sizofreninin tezahür sekillerinden
biri olan ‘ekolali’, kisinin karsısındakinin söyledigi kelimeleri veya cümleleri veya
yaptıgı davranıs ve hareketleri, anlamsız ve isteksiz bir sekilde tekrarlanması anlamına gelmektedir.
Ve bu durum genellikle psikoz veya ciddi beyin hasarının göstergesi olarak kabul
edilmektedir (Statt, 1990, s.42).
• Elektra Kompleksi:Yunan mitolojisinde Agamemnon ile Klytaimnastra’nın kızı
olan Elektra -Electra-; insanüstü bazı yasaları korumayı, ilke ve amaçların gerçeklesmeleri
için tek basına eyleme geçmeyi göze alan bir kisiliktir (Erhat, 2003, s.100). Pek çok
efsaneye konu olmasının yanı sıra tragedyalarda en çok söz edilen kahramanlardan biridir.
543
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
Öyle ki Aiskhylos’un Agamemnon Üçlüsü, Sophokles’in Elektra ve Euripides’in Elektra
ile Orestes tragedyalarına konu olmustur.
Agamemnon Truva Savası’na çıktıgı zaman, Elis’te rüzgârın esmesini saglamak için kızı
Iphigenia’yı kurban etmistir. Yasananları affedemeyen Klytaimnastra, Atreus ogullarının
bas düsmanı Aigithos’la birlikte olarak kocasını aldatmıs ve yıllar sonra savastan dönen
Agamemnon iki asık tarafından bıçaklanmıstır. Bunun üzerine Elektra, delikanlılık çagına
gelen kardesi Orestes’i babasının öcünü almak üzere yetistirmis ve onun Aigithos ile
Klytaimnastra’yı öldürmesine yardım etmistir.
Kan davasının ve intikamın en belirgin simgelerinden biri olarak kabul gören Elektra, psikanalizin
önemli ismi Freud tarafından psikoloji literatürüne dahil edilmistir. Bu baglamda
“Elektra Kompleksi -Electra Complex-, fallik dönem boyunca kız çocugunun babasına
baglanmasını ve penise sahip olmayan, dolayısıyla eksik olan annesine düsmanlık beslemesini,
ondan korkmasını ve kendisini ister istemez annesiyle özdeslestirmesini ifade etmektedir”
(Gleitman, 1995, s.679).
Elektra ismi, Yunanca ‘parlak’ anlamına gelmektedir. Bu baglamda kehribar -amber-, elektron
ve elektrik gibi kelimelerin de kökenini teskil etmektedir. Dolayısıyla Elektra, psikoloji
literatürünün yanı sıra fizik literatüründe de varlıgını hissettiren bir mitolojik kahramandır.
• Ephialtes: Babaları bir ölümlü olan Aloeus nedeniyle Aloeusogulları olarak adlandırılan
dev Ephialtes ve kardesi Otos, dokuz yasına geldiklerinde Tanrılara karsı çıkmaya
ve savas açmaya karar vermis ve Tanrılara Osso Dagı’nı, Olympos’u ve Pelion Dagı’nı
üstüste koyarak göge tırmanacaklarını, denizleri toprakla örtüp kurutacaklarını, denizle karanın
yerini degistireceklerini bildirmislerdir. Ayrıca asık oldukları Tanrıça Hera ile Artemis’i
de kaçırmayı planlamıslar. Bu fütursuz davranıslar, Tanrıları kızdırmıstır. Zeus ile
Apollon tarafından türlü sekillerde cezalandırılan iki kardesin cezaları Hades’te de sürmüs
ve bir sütuna yılanlarla baglanarak sonsuza dek bir baykusun ulumasını dinlemeye mahkum
edilmislerdir.
Ephialtes psikoloji literatürüne, sıkıntılı ya da korkulu düs olarak tanımlanabilen ‘karabasan’
teriminin karsılıgı olarak girmistir. Buna göre kisi, genellikle ahlâki benligi kabul etmedigi
için bastırdıgı isteklerini bilinçaltına atmakta ve bunları rüyalarında dısa vurmaktadır.
Ancak rüya tamamlanmak ve benligin arzu etmedigi olay gerçeklesmek üzereyken, kisi
korku ve panik içinde uyanmaktadır. Bu baglamda uyku sırasında bilincin sansürünün
ortadan kalkması, kisinin bilinçaltında gerçeklesmesini istedigi olayın ‘gerçeklesmis gibi
algılamasına’ neden olmakta ve süperegonun yetiserek kisiyi uyandırması sansür sürecinin
yeniden faaliyete geçmesini saglamakta ve bastırılan istekler yeniden bilinçaltının karanlıklarına
gönderilerek ego korunmaktadır.
• Eros: Yunan mitolojisinin önemli karakterlerinden biri olan Eros, ilk çagdan bu
yana birlesmeyi ve üremeyi saglayan dogal bir güç olarak kabul edilmektedir Heseidos evrenin
yaratılısını konu alan ünlü eseri Thegonia’da, khaos olarak adlandırılan boslugun ardından
Eros’un var oldugunu ifade etmekte ve bu evrensel ilkenin önemine dikkat çekmektedir.
Roma mitolojisine Amor, Latin siirine ise Cupido -ki özlem ve sehvet anlamlarına
gelen ‘cupitas’ kelimesinin kökenini teskil etmektedir- olarak geçmistir. (Lurker,
1988, s.23). Bu baglamda mitolojide hiçbir tanrının Eros gibi zaman ve mekâna göre farklı
biçimlerde algılanmadıgını ve Eros kadar çok sanat eserlerine konu olmadıgını ileri sürmek
mümkündür.
544
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
Oniki büyük Olympos Tanrısı’ndan biri olmamasına ragmen, mitologyada önemli konuma
sahip olan Eros, Ask ve Güzellik Tanrıçası Afrodit’in oglu olarak tanınmaktadır. Bu genetik
bag nedenle de tıpkı annesi gibi ask ile, yaratma ve yaratılma gücü ile doludur. Önceleri
genç bir delikanlı olarak betimlenen Eros, Hellenistik dönem ile birlikte, kalpleri ok
ile yaralayan kanatlı bir çocuk olarak tasvir edilmis ve günümüze dek evrensel bir ilkeyi
betimlemek amacıyla kullanılmıstır.
Elindeki oklarla insanlıgın çogalmasını, yükselmesini ve sevgi dolu bir yaratılısa yönelmesini
simgeleyen Eros, yaratma ve yaratılmanın ifadesi olarak kabul görmüstür. Platon Sölen’de
tanrıların en eskisi, en saygı degeri ve en yücesi olarak niteledigi Eros’u üreme dürtüsüne
baglamıs ve kisinin içindeki felsefi güdüyü bir sonraki ırka aktarma çabasını, güzele
ve iyiye ulasma çabası olarak tanımlamıstır. Bu baglamda Eros, insanlık için en büyük
nimetlerin kaynagıdır ve hiçbir sey insanı sevgi kadar güzel yasatmaz (Platon, 2002,
s.23).
Freud ayakta kalmamızı ve çogalmamızı saglayan yasam dürtüsüne Eros adını vermistir.
Bu baglamda ‘ölüm’ ve ‘yasam’ olmak üzere iki temel içgüdü bulunmaktadır. Eros olarak
adlandırılan içgüdü, kisiyi yasamasını saglayan davranıslara yönlendirdigi ve Thanatos
olarak adlandırılan yıkıcı ölüm içgüdüsüne karsı savastıgı için oldukça önemlidir (Abel-
Hirsch, 2004). Cinsellik, yasama içgüdüsünün en önemli yansımalarından biri olarak nitelenebilmektedir.
Freud’un libido olarak niteledigi enerji de, yasama içgüdüsüne tekabül
etmektedir.
‘Erojen’ ve ‘erotik’ gibi kelimelerin yanı sıra psikoloji literatüründe ‘Erotomania’ ya da
‘De Clerambault Sendromu’olarak bilinen bir patoloji de, köken olarak Eros’a dayanmaktadır.
Clerambault tarafından gelistirilen bu sendrom, kendisinden yas olarak büyük ve
statü olarak daha yüksek bir kisinin kendisine asık olduguna iliskin sanrıları kapsamaktadır.
Modern psikolojinin ilgi alanlarından birini olusturan ask patalojisi baglamında ele
alındıgında Karsılıksız Ask Sendromu olarak da adlandırılabilen bu sendrom, genellikle kadınları
etki alanına almaktadır.
Erotomanik kadın, hoslandıgı ve aslında kendisi için erisilmez olan bir kisiligin kendisine
hayran oldugu yanılsamasını yasamaktadır. Bu kisiden gelen herhangi bir uyaranı olumsuz
da olsa, askının göstergesi olarak kabul etmekte ve bu kisinin kendisi olmaksızın mutlu
olamayacagına inanmaktadır. Gerçekte ise asık olunan insanın hasta ile teması en fazla
tesadüfi ve önemsiz düzeydedir, hatta bazen hiç olmamıstır. Genellikle bekar kadınlarda
gözlenen erotomanik davranıs, bazı durumlarda hayali bir kisiye de yönelebilmekle birlikte;
genellikle ask nesnesi olarak ünlü bir insanı yeglemekte ve popüler sarkıcıları, aktörleri
ya da politikacıları seçmektedir. (http://psychcentral.com/psypsych/Erotomania,
17.06.2005).
• Golem Mitosu: Golem, en ünlü dinamik mitlerden biridir. Insanlık tarihinin en
yaygın efsanelerinden biri olan bu mitos, tarih boyunca pek çok farklı biçim almıs ve birçok
sanat eserine ilham kaynagı olmustur. Latin yazar Ovidius tarafından anlatılan Pygmalion
ve Galatia Efsaneleri, Golem mitinin bir versiyonu olarak degerlendirilebilmektedir.
16. yüzyılda Prag’da yasayan haham Yehuda Löw ben Bezeuel tarafından yaratılan bir öykü
olan Golem; 1915 yılında Gustav Meyrink’in ‘Der Golem’ isimli romanına konu olmus,
1920 yılında ise sessiz film olarak Alman yönetmen Paul Wegener ve Carl Böse tarafından
sinemaya uyarlanmıstır. Bu paralelde aydınlanma düsüncesinin, insan-doga karsıtlıgını in-
545
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
san lehine asma idealini dile getiren ilk ve en önemli edebi bas yapıtı olan Frankenstein
da, bu ünlü söylenceyi temel almaktadır (Shelley, 2002).
Yapay canlı arketipi olarak ifade edilebilen Golem, bilimin yıkıcı sonuçları ve yanlıs kullanımı
üzerine sorgulamalar yapılmasını saglamaktadır. Collins ve Pinch, bilim ve Golem
arasındaki semantik benzerliklere dikkat çekmektedirler. Bilim bütünüyle ne iyi, ne de bütünüyle
kötüdür. Golem de ne zaman ne yapacagı belli olmayan, olaganüstü gücü nedeniyle
potansiyel bir tehlike olusturan fakat aynı zamanda nazik, sevecen ve yardımsever bir
yaratıktır. Ancak ehli olmayan ellerde ve kullanımlarda bilim de tıpkı Golem gibi amacından
saparak yanlıs ve insanlık için sakıncalı durumlar yaratabilmektedir (Collins ve Pinch,
1997).
• Hebe: Zeus ile Hera’nın kızı olan Hebe, son derece evcil bir yaratılısa sahiptir.
Yunanca ‘gençlik’ anlamına gelen bir isme sahip olması nedeniyle, gençligi temsil etmektedir.
Ev islerinde üstün yeteneklerine ek olarak, en asli görevi Tanrılara nektar sunmaktır.
Hebe, öldükten sonra Zeus tarafından Olympos’a getirilen ve ölümsüzlüge kavusturulan
Herakles ile evlendirilmistir. Hebe ve Herakles’in evlenmesi simgesel bir anlam tasıyan
bir ‘hieros gamos’, diger bir deyisle kutsal bir evlenmedir.
Çokluk en büyük tanrılar arasında ve Anadolu kaynaklarında görülen kutsal evlenme motifinden,
Yunan mitologyasında pek önemli bir rol oynamayan Hebe’nin Yunan öncesi bir
tanrıça oldugu sonucuna varılabilmektedir (Erhat, 2003, s.123). Dolayısıyla sembolizasyon
açısından ele alındıgında Hebe ile ana tanrıça miti arasında paralellikler oldugu görülebilmektedir.
Bu baglamda farklı kültür ve mitoslarda Arianna, Hepatu, Havva ya da Kybele
seklinde karsılık bulmaktadır.
Gençlik Tanrıçası Hebe, psikoloji literatürüne sizofreninin çok agır bir türü olan ‘hebephrenia’
olarak geçmistir. “Analitik görüse göre, ego gerilemesinin en derin oldugu, diger
bir ifadeyle regresyonun -gerilemenin- en ilkel evrelerine kadar varan seklidir ve gençlikteki
akıl hastalıgını nitelemek için kullanılmaktadır (Dinçmen, 1997, s.55).
• Herakles: Yunan mitologyasının en önemli kahramanlarından biri olan Herakles,
Alkmene ile Amphitryon’un ogludur. Mykene Kralı Elektryon’un kızı olan Alkmene,
babasını kazara öldüren kuzeni Amphitryon ile kardeslerinin katilleri olan Taphos’luları
cezalandırması sartıyla evlenmeyi kabul etmistir. Amphitryon, evliligin gerçeklesmesine
iliskin bu sartı yerine getirmeye çalısırken, Zeus nisanlısının kılıgına girerek gelin adayıyla
birlikte olmustur. Seferden dönen Amphitryon olup bitene bir anlam veremese de, daha
sonra aldatıldıgını anlamıs ve Alkmene’yi diri diri yakarak öldürmek istemistir. Ancak Zeus
odun yıgının üzerine yagmur yagdırarak alevleri söndürmüs ve Tanrıların buyruguna
uyan Amphitryon, Alkmene’nin bir gece aralıkla dogurdugu Herakles ile Iphikles’i bagrına
basmıstır.
Dogdugu andan itibaren tüm yasamını pek çok zorlukla bogusarak ve alt ederek geçiren
Herakles’in, son derece trajik bir kisilik oldugunu ileri sürmek mümkündür. Isminin, ‘kahraman’
anlamına gelen ‘heros’ sözcügüyle olan yakın baglantısı da, bu noktaya isaret etmektedir.
Bu baglamda “Herakles, insanın dogaya karsı yenilmaz saldırma ve dayanma gücünü
simgelemektedir. Yaptıgı isler hep iyiye dönüktür, doganın insanın basına saldıgı afet
ve musibetleri yok etmekte insanlıga sonsuz iyiligi dokunmustur” (Erhat, 2003, s.137).
Herakles, psikoloji literatüründe sara hastalarının ‘eretismus-erotismus-misticusmus’ olarak
ifade edilen üç temel karakteristiginden biri olan eretismus durumunu tanımlamakta-
546
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
dır. Sara ya da diger bir deyisle epilepsi; dogustan ya da sonradan ortaya çıkabilen, bir
grup beyin hücresinin düzensiz emirler üreterek beyinin çalısmasını geçici olarak bozması
ile olusan bir durudur. Bu anlamıyla sara hastalarının çok çabuk kızarak siddetli bir öfke,
kavgacılık ve vurup kırma gibi belirtiler sergilemeleri eretismus olarak adlandırılmaktadır.
Mitologyada güç ve kuvvetin simgesi olarak kabul edilen Herakles, epileptik karaktere ek
olarak, epilektik vücut yapısını da nitelemek amacıyla kullanılmaktadır. Günümüzde geçerliligini
yitirmis bir yargı olmakla birlikte; epileptik hastaların vücut yapıları ve yatkın oldukları
eretismus durumu nedeniyle, saralıların öfkesi -epileptik aggression- semptomu,
‘morbus Heracles’ ya da diger bir deyimle ‘morbus Herculeus’ olarak adlandırılmaktadır
(Dinçmen, 1997, s.56).
Herakles’in kendi çocuklarını öldürmüs olmasından hareketle, babanın kendi çocuklarına
karsı öldürme arzusu duyması literatüre ‘Herakles Kompleksi’ olarak geçmistir. ‘Atreus
Kompleksi’ olarak da bilinen bu durum, babanın çocuklarından nefret etmesi ile seyreden
duygusal karmasasını tanımlamaktadır (http://www.psikiyatrist.net/hafta14.htm,
20.10. 2005).
• Hermaphroditos: Tıp ve psikiyatri literatüründe, kisinin iki cinsiyete, diger bir
ifadeyle hem erkek hem de kadın cinsel organına sahip olması hermaphroditismus olarak
adlandırılmaktadır. Hermafroditos miti, Androgynos mitine benzemektedir (Schmidt,
1965, s.152). Bu baglamda Aristophanes, erkek ve kadın cinsinin birlesimi olan hermafrodit
türünü, insanların atası olarak nitelemektedir (Platon, 2002, s.36).
Salmakis Efsanesi’nde adı geçen Hermafroditos, Hermes ile Afrodit’in ogludur. Bir gün
dolasırken, Bodrum’da bugün Bardakçı olarak bilinen yerde bir peri olan Salmakis ile karsılasmıstır.
Hermafroditos’un güzelliginden etkilenen ve ona hayran kalan Salmakis, tanrılara
ikisini birbirlerine kavusturmaları ve hep bir olmaları için yakarmıstır. Bu dilegi yerine
getiren tanrılar onları tek bir kisi yaparak, bir daha ayrılmamak üzere vücutlarını birlestirmistir.
Öyle ki Salmakis ile Hermafroditos’un birlesen vücutları ne erkek, ne de disi
olmasının yanı sıra hem erkek, hem de disi nitelige kavusmustur.
• Hypnos: Tüm canlıların ihtiyacı olan ve beyin basta olma üzere tüm vücut organlarının
islevlerini belli bir süre yavaslatarak kendilerini toparladıkları bir dönemi tanımlayan
uyku da mitolojik kökene sahiptir. Nyks -gece-’ nin oglu, Thanatos -ölüm-’ün
kardesi olan Hypnos, uyku tanrısıdır. Roma mitolojisinde ‘Somnus’ olarak adlandırılmakta
ve günesin hiçbir zaman parlamadıgı karanlık bir magarada yasamaktadır. Unutkanlık
Nehri Lethe’nin hemen yanında bulunan magara çevresinde geceleri gevseten, rahatlatan
ve uyku veren kokular salgılayan bitkiler yetismektedir.
Hypnos, diledigi kisiyi diledigi an uyutabilme gücüne sahiptir. Çogu zaman kanatlı bir sekilde
tasvir edilmekte, karaları ve denizleri asarak canlıları uyutmaktadır. Mitolologyada
Hypnos’a baglanabilen tek efsane, çoban Endymion çevresinde dönmektedir. Buna göre
Hypnos, Latmos -günümüzdeki adıyla Bes Parmak- Dagları’nda yasayan çoban Endymion’a
asık olmus ve sevgilisini geceleri de görebilmek için ona gözleri açık uyuma yetenegini
vermistir. Bir diger rivayete göre ise, Endymion sevgilisi olan Ay Tanrıçası Selene’nin
gözlerine sürekli olarak bakabilmek için gözleri açık uyumaktadır ve bu yetenek Endymion’a
Hypnos tarafından bahsedilmistir (http://psychcentral.com/psypsych/Hypnos,
19.04.2005).
547
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
Uykunun kisilestirilmis hali olan Hypnos, etkili bir psikoterapi teknigi olan hipnozun da
mitolojik kökenini teskil etmektedir. Saman törenlerinde ve Kızıldereli büyülerinde ilk örneklerine
rastlanan hipnoz, 1882 yılında Charcot tarafından bugünkü anlamına kavusturulmustur.
En yalın ifadeyle bir kisinin hareketleri kontrol edilebilir bir sekilde derin uyku
haline sokulması olarak tanımlanabilen hipnoz, bilinçaltına itilmis sıkıntı ve sorunların giderilmesi
amacıyla kullanılmaktadır.
• Ikaros: Ilk uçan insan olarak mitologya tarihinde önemli bir konuma sahip olan
Ikaros, psikolojide ergenlerin ailelerinden bagımsız olma ve onlardan kopma girisimlerini
dile getirmek amacıyla kullanılmaktadır. Giritli bir mimar olan Daidalos ile bir köle olan
Naukrate’nin oglu olan Ikaros, Kral Minos’un emriyle babası ile birlikte Labyrinthos’a kapatılmıstır.
Oradan kaçıp kurtulma çarelerini arayan Daidalos, uzun çalısmalardan sonra
kendisi ve oglu için bir çift kanat yapmıs ve bunları balmumuyla omuzlarına tutturmustur.
Babası tarafından kendisine verilen ne çok alçaktan uçması, ne de çok yükselerek günes
ısınlarına yakınlasmamasına iliskin salıgı unutan Ikaros basarısından duydugu gurur, özgürlük
sarhoslugu ve dogayı yenme arzusu ile yükseldikçe yükselmistir. Günes Tanrı tarafından
kanatlarını tutan balmumu eritilen Ikaros, denize düsmüs ve bogulmustur. Bu nedenle
Ege Denizi’nde Sisam Adası çevresindeki deniz, Ikaros Denizi olarak adlandırılmaktadır.
‘Ikarus’un uçusu’ -‘flight of Icarus’-, ergenlerin ailelerinden bagımsız hareket etme ve
kendi rotalarını çizme arzularını tanımlayan bir mittir. Hiç kimsenin destegi veya yardımı
olmaksızın yasamak ya da bir isi olumlu sonuca ulastırmak anlamına gelen “kendi kanatlarıyla
uçmak’ deyimine esin kaynagı olmustur (http://humanum.online.fr/Site/Mythes/figureicare.
htm, 18.04.2005). Bunun yanı sıra kisinin izin verilmeyene ve yasaga karsı duyacagı
olası bir çekimi de ifade etmektedir.
Ikarus, tutkuların esiri olmamak ve yeteneklerini rasyonaliteye uyumlu bir sekilde kullanabilme
konularında da insanlara yol gösteren psikomitolojik bir kahramandır. Bu mitin
öne sürdügü ögretiye göre kisiler, sahip oldukları yetenegi mantıkla harmanlanlayabildikleri
takdirde basarılı olabileceklerini, tutkularını aklın kontrolüne almaları gerektigini, kendilerinden
daha deneyimli ve bilge kisilerden ögrenebileceklerini ve olaylara farklı bakıs
açıları getirebileceklerini ögrenmelidir (http://www.psikiyatrist.net/mittutku.htm,
20.04.2005).
• Iokaste Kompleksi: Menoikos’un kızı ve Kreon’un kız kardesi olan Iokaste,
Thebai Kralı Laios’la evlenmistir. Iokaste’nin Laios ile olan birlikteliginden, Yunan mitolojisinin
en trajik kahramanı olan Oedipus dogmustur. Laios’un öldürülmesinden sonra,
Oedipus Thebai tahtına çıkmıs ve Iokaste Oedipus’un oglu oldugunu bilmeksizin onunla
evlenmistir. Anne ogulun birlikteliginden iki kız, iki erkek çocuk dünyaya gelmistir. Isledigi
doga dısı suçun farkına varan Ioakaste, kendini asarak öldürmüstür.
Psikoloji literatüründe ‘Iokaste Kompleksi’, annenin erkek çocuguna karsı duydugu patolojik
bagımlılıgı ifade etmektedir. Buna göre anne, oglunu diger kadınlardan kıskanmakta
ve sadece kendine bagımlı kılmak istemektedir. Bu kompleksin en uç ifadesi ise, annenin
oglundan ruhsal ve bedensel tam bir cinsel haz duyma gibi sapkın davranıslar sergilemesi
durumudur (Dinçmen, 1997, s.63).
• Janus Figürü: Roma mitolojisinin önemli tanrılarından olan Janus, biri saga digeri
ise sola bakan iki çehreye sahiptir. Kapıların da kendisi gibi iki yöne bakmaları nede-
548
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
niyle kapıların koruyucusu kabul edilen Janus, baslangıçların tanrısı kabul edilmektedir. Bu
nedenle yılın ilk ayı olan ocak ayına -januarius, january, janvier- isim babalıgı yapmakta ve
geçmis ile gelecek yılın geçis noktasını sembolize etmektedir (Schmidt, 1965, s.171).
Etnik kimlik arayıslarını ve mikro-milliyetçilik akımlarını analiz etme amacıyla kullanılan
bir kavram olan Janus figürü; milliyetçilik hareketlerinde iki boyut olduguna dikkat çekerek
milliyetçiligin özünde ahlâki, siyasi ve insani bazda iki farklı yönelim içerdigini ifade
etmektedir. Bu baglamda insanların gelecek umutlarını zayıfladıgında tıpkı Janus’un geriye
bakan çehresi gibi eskiye, geçmis ve nispeten parlak dönemlere özlem güçlenmektedir
(Bilgin, 2003, s.177).
• Kassandra Kompleksi: Truva Kralı Priamos ile Hekabe’nin kızı olan Kassandra
-Cassandra-, tıpkı kardesleri Hektor ve Paris gibi mitologya tarihinde iz bırakmıs bir
kisiliktir. Kassandra, gelecegi görme gücüyle yıkımları önlemeye çalısan, ama sözünü geçiremedigi
için basına gelen belalardan iki misli etkilenip üzülen bilincin dramını simgelemektedir.
Öyle ki bu trajik karakterde, bugünün anlayıs ve deyimine göre ‘uzagı gören
bilinçli bir insanın dramı’ vücut bulmaktadır (Erhat, 2003, s.168).
Kassandra’ya mutluluk getirmeyen bu yetenege iliskin iki rivayet bulunmaktadır. Bunlardan
ilkine göre sehir dısında bulunan bir tapınakta Thymbralı Apolllon serefine bir senlik
düzenleyen Priamos ve Hekabe, henüz bebek olan Kassandra ile ikiz kardesi Helenos’u
tapınakta unutmuslardır. Ertesi sabah bebekleri almak için döndüklerinde; iki yılanın bebeklerin
etrafını sardıgını, gözlerini ve kulaklarını yaladıgını görmüslerdir. Bu durum Kassandra
ile Helenos’un duyularından arınmasına neden olmus ve algılarının diger insanların
göremedigi, duyamadıgı gerçeklere açılması sonucunu dogurmustur.
Diger bir rivayete göre ise Tanrı Apollon güzel Kassandra’ya asık olmus ve kendisiyle birlikte
oldugu takdirde, ona bilicilik yetisi verecegini söylemistir. Bu teklifi kabul etmis görünen
Kassandra, söz konusu yetenegi elde ettikten sonra sonra Apollon’un istegini yerine
getirmemistir. Kassandra’nın verdigi sözü tutmamasına öfkenenen Tanrı, genç kızın agzının
içine tükürerek verdigi armaganı etkisizlestirmistir. Bundan böyle Kassandra gelecegi
görecek, ancak söylediklerinin dogruluguna hiç kimseyi inandıramayacaktır.
Truva tarihinin tüm olaylarını önceden gören ve elinden geldigince çevresini uyarmaya çalısan
Kassandra, psikoloji literatürüne Kassandra Kompleksi olarak geçmistir. Kassandra
Kompleksi -Cassandra Complex- ya da diger bir ifadeyle Kassandra Sendromu -Cassandra
Syndrome-; kisinin gelecekle ilgili öngörülere sahip olması, ancak bunu kimseye kabul
ettirememesi durumunu tanımlamaktadır. Bu sendrom, insanların kaçınılmaz sonu kabul
etmemesi veya inkar etmesinden kaynaklanmaktadır. Gelecekle ilgili öngörülerde bulunan
kisi, ne olacagını bilmek, ancak ne yapılması gerektigini bilememek nedeniyle ikilem
içindedir. Ve bu durum, kisinin ruh durumunun olumsuz etkilenmesine neden olmaktadır.
Aiskylos’un en önemli oyunlarından biri olan ‘Agamemnon’un temel karakterinden biri
olan Kassandra, beyazperdeye de ilham kaynagı olmustur. Yönetmenligini George Cosmatos’un
üstlendigi, Sophia Loren ile Richard Harris’in basrollerini üstlendigi 1976 yapımı
bir film olan The Cassandra Crossing -Kassandra Geçidi-, sinema tarihinin en ünlü felaket
senaryolarından birine sahip olmasının yanı sıra bu ünlü mitin izlerini tasımaktadır.
Yönetmenligini James Cameron’un yaptıgı 1991 yapımı Terminator 2: Judgment
Day-Terminatör 2: Kıyamet Günü- isimli filmde Linda Hamilton tarafından canlandırılan
549
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
‘Sarah Connor’ ile yönetmenligini Terry Gilliam’ın yaptıgı 1995 yapımı Twelwe Monkeys
-Oniki Maymun- isimli filmde Brad Pitt tarafından canlandırılan ‘Jeffrey Goines’ isimli karakterler
ise söz konusu komplekse iliskin etkileyici örnekler olarak dikkat çekmektedirler.
• Klytaimnestra Kompleksi: Tyndareos ile Leda’nın kızı olan Klytaimnestra, mitologyanın
en önemli kadın karakterlerinden biridir. Leda’ya asık olan Zeus, kugu kusu kılıgına
girerek Leda ile birlikte olmus ve Leda bu birliktelikten iki yumurta dogurmustur.
Bu yumurtalardan birinden Zeus’un dölleri olan Helena ile Polydeukes; digerlerinden ise
Tyndaros’un dölleri olan Klytaimnestra ile Kastor dünyaya gelmistir. Klytaimnestra’nın
ölümsüz Zeus’tan degil de, ölümlü Tyndareos’tan olması talihsizligi, onun tüm yasamını
etkilemis ve tüm yasamını sekillendiren duygunun kıskançlık olmasına neden olmustur. Bu
baglamda asagılık hissi, kıskançlık ve sevgisizlik gibi olumsuz duygular sevgilisi Aigisthos
ile birlikte esi Agamemnon’u öldürmesine ve çocuklarının yasamını mahvetmesine neden
olmustur.
Aiskhylos, Sophokles ve Euripides gibi trajedi yazarlarına esin kaynagı olan Klytaimnestra,
psikoloji literatüründe de kendisine bir yer bulmustur. Entrikacı kisiligi ile birçok trajediye
konu olan Klytaimnestra, kadınlarda görülen ve bilinçdısı bir sekilde faaliyet gösteren
bir kompleksi tanımlamaktadır. Bu baglamda Klytaimnestra Kompleksi, kadının, kocasının
erkek akrabalarından birine sahip olma arzusu tasıması ve bu amacına ulasmak için
kocasını öldürme istegi duyması anlamına gelmektedir.
• Kronos: Gök Tanrı Uranus ile Yer Tanrıçası Gaia’nın oglu olan Kronos, Roma
mitolojisinde ‘Saturnus’ ile özdestir. Titanların en genci olan Kronos; babası Uranos’u, annesinin
eline verdigi çelik tırpanla kastre etmis ve böylece birinci kusak tanrıların egemenligine
son vererek, ikinci kusak tanrıların basa gelmesini saglamıstır. Bu anlamıyla Kronos,
yeryüzüne iyiligi ve bereketi getiren ilk tanrıdır. Altın Çag boyunca hüküm süren Kronos,
oglu Zeus tarafından alt edilene ve Olympos Tanrıları dünyaya egemen olana dek insanları
yönetmistir.
Kronos ismi, ‘zaman’ anlamına gelen ‘khronos’ sözcügünü çagrıstırmakla birlikte; semantik
düzlemde bu iki kelime birbirleriyle baglantılı degildir. Ancak mitologya tarihine göz
atıldıgında; zamanla her iki kelimenin birbiriyle iliskilendirildigi ve Kronos’un zamanı, zamanın
akısını simgeleyen tanrı olarak elinde tırpanla imgelestirildigi görülebilmektedir.
Kronos miti, psikoloji literatüründe insanın varolusundan bu yana süregelmis bir ruhsal
durum ve yasam tarzı olan ‘melankoli’ baglamında ifade bulmustur. Öyle ki literatürde melankoli,
Kronos’un ya da Saturnus’un hastalıgı olarak geçmektedir. Köken olarak Yunanca
olan melankoli kelimesi; ‘kara’ anlamına gelen melas ile ‘öfke ve üzüntü’ anlamına gelen
khole kelimelerinin bilesiminden olusmaktadır. Bu baglamda melankoli; ilkçaglardan
bu yana felsefe, edebiyat, tıp, psikiyatri ve psikanaliz alanlarında derin bir üzüntü, intihara
sürükleyebilecek bir depresyon halini ve korku egilimini açıklamak için kullanılmaktadır
(Roudinesco ve Plon, 1997, s.240).
Melankoli; derin bir keder içinde hüzünlü, acı çeken, yalnız ve umutsuz bir insanın içinde
bulundugu ruh durumunu tanımlamaktadır. Babayı kastre etme olgusunu içermesi nedeniyle
psikolojide önemli bir konuma sahip olan Kronos mitinin bir yankısı olarak melankolik
kisilikler ‘Saturnin’ olarak adlandırılmaktadır. Tanrı Kronos’un ya da diger bir deyisle Saturnus’un;
umutsuzluk ve marazilikle özdeslestirilmesinin bir nedeni de, zamanı sembolize
ettigi inancına kosut olarak geçen zamanın ölümü çagrıstırarak melankoliye davetiye çıkardıgı
düsüncesidir (Barrosso, 23.04.2005).
550
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
• Labyrinthos: Labyrinthos, sonsuz ve girift dehlizlerden olusan içine girildikten
sonra çıkılması oldukça zor olan bir yapıdır. Girit Kralı Minos tarafından, insan bedenli
ve boga baslı canavar Minotaurus’u saklamak amacıyla mimar Daidalos’a yaptırılmıstır.
Mısır uygarlıgında labyrinthos tarz yapılar, yeraltına magaralar kazılarak yapılmakta ve kral
mezarı olarak kullanılmaktadır. Oysa Yunan mitolojisine konu olan Girit’te bulundugu rivayet
edilen labyrinthos, yer üstüne yapılmıstır ve bin odadan olusmaktadıır.
Girit dilinde ‘iki agızlı balta’ anlamına gelen labyrinthos kelimesi, köken olarak Anadolu
dillerine ait olan ‘labrys’ kelimesinden kaynaklanmaktadır. Tıp literatüründe labirent sembolünün,
karmasık bir anatomik yapılanmaya sahip olan iç kulak için kullanıldıgı ve iç kulaktaki
bir olusuma ismini verdigi bilinmektedir. Bu paralelde iç kulak iltihabı olan otilis
interna da, ‘labirentit’ olarak adlandırılmaktadır.
Egitim bilimlerinde ise labirent, ögrenmeye iliskin bir simge olarak vücut bulmaktadır. Bu
baglamda ‘davranıs labirenti’ -‘action maze’-, ögrenme etkinliklerinin birbiri ile yatay ve
dikey iliskiler içeren bir davranıs kümesi etrafında odaklanmasını öngören programlı bir
durum çalısmasıdır. Labirent ögrenme olarak da adlandırılan bu çalısmada; ögrenciler kendilerini
ilk karar asamasına götürecek olan yeterli önbilgiyi almakta, bu bilgi ile vardıkları
karar onları diger karar asamalarına götürmektedir. Bu süreç, sonuç karara ulasana kadar
devam etmektedir. Bu süreç içindeki kritik davranısların tümü, labirent olarak ifade
edilmektedir (http://www.ebuline.com/sozluk, 01.10.2005).
Psikoloji literatüründe de, labirent sembolünün genis bir kullanıma sahip oldugu görülebilmektedir.
Psikodiagnostik ve psikometri alanlarında kullanılan ‘Labirent Testi’ ile sizofreni
hastalarında görülen bir belirti olan ‘labyrinthine konusma’, bu kapsamda örnek
olarak verilebilmektedir. Algısal Labirent Testi -Perceptual Maze Test-; denegin bir monitör
aracılıgıyla kendisine gösterilen labirentte belirlenmis noktaları dolasarak, labirentin
yolunu tamamlaması esasına dayalıdır. Denek dört dügmeyle oynayarak, kendi seçtigi yolda
ilerlemekte ve yolun sonuna ulastıgında islem tamamlanmıs sayılmaktadır. Bu sekilde
denekten onaltı yol seçip ilerlemesi istenmektedir (http://www.geocities.com/biyolojikpsikiyatri/
sol36.htm, 20.10.2005). Sizofreni hastalarında algılama bozuklugu nedeniyle ortaya
çıkan ‘labyrinthine konusma’ ise, fikir sıçramaları nedeniyle takip edilmesi zor olan
konusmaları tanımlamaktadır.
• Lesbos: Seksüel psikopatalojide kadınlar arasındaki homoseksüalite, lesbianismus
ya da amor lesbicus olarak adlandırılmaktadır. Terim köken olarak, günümüzde Midilli
Adası olarak adlandırılan Lesbos Adası’na dayanmaktadır. Ada, Lapithes’in oglu olan
Lesbos’dan ismini almıstır. Efsaneye göre bir tanrı buyruguna uyan Lesbos, Yunanistan’dan
ayrılarak Midilli’ye gelmistir. Burada kralın kızı Methymna ile evlenerek adanın
kralı olmus ve ismini adaya verilmistir.
Bununla birlikte M.Ö. 6. yüzyılda Midilli Adası’nda yasayan ve ilk Yunan kadın sair olarak
tarihe geçen Sappho’dan hakereketle, kadın homoseksüalitesi Sapphism olarak da tanımlanmıstır.
Bu baglamda yasadıgı dönemin sadece siir kurallarını degil, ahlâk kurallarını
da hiçe sayan Sappho, hemcinslerine ve özellikle de Tanrıça Afrodit’e duydugu askla
bilinmektedir (Cowan, 1999).
• Lethe: Kavga Tanrıçası Eris’in kızı olan Lethe, Nyks -Gece-’nin torunudur. Hades
Ülkesi’nde bulunan ve yeraltını dünyadan ayıran bir ırmak olan Lethe, suyunu içen
ruhların ölüler dünyasına girerken geçmis hayatlarını ve çektikleri acıları unutmalarını sag-
551
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
lamaktadır. Ruh göçümümü anlatan Platon; bogucu ve korkunç bir sıcagın altında Lethe
Ovası’na giden ruhların, aksam olunca Ameles ırmagı kıyısında konakladıklarından söz etmektedir.
Bu ırmagın suyu hiçbir kap içinde durmamaktadır, ancak herkes bu sudan içmek
zorundadır. Bununla birlikte bazı ruhlar ölçüyü kaçırıp fazlaca içmekte, içer içmez de herseyi
unutmaktadırlar (Platon, 2003, s.280).
Unutus ırmagı olarak da bilinen Lethe, unutmayı simgeleyen tanrıça olarak kisisellestirilmis
ve zamanla soyut bir kavram haline gelmistir. Bu baglamda ‘unutmak’ anlamına gelen
bir fiilden türetilmis bir isme sahip olması, ilginç bir alegori olarak degerlendirilebilmektedir.
Psikoloji literatürüne de konu olan Tanrıça Lethe, letarji -lethargy- durumunu
tanımlamaktadır. Psikiyatri ve nöroloji literatüründe de yer bulan letarji terimi, suur bulanıklıgıyla
birlikte gündeme gelen hareketsizlik halidir. Derin ve sürekli bir uyku durumunda
olan letarjik kisi, çevreye ve uyaranlara karsı hissiz ve ilgisizdir (http://www.answers.
com/topic/lethargy, 22.10.2005).
• Luna: Latince ‘ay’ anlamına gelen Luna, Roma mitologyasında Ay Tanrıçası olarak
kisisellestirilmistir. Yunan ve Roma basta olmak üzere pek çok uygarlıgın, ay kültüne
sahip oldugu bilinmektedir. Roma kültürüne göz atıldıgında, aya tapınmanın Romulus zamanında
Sabine T.Tatius ile basladıgı görülebilmektedir. Bununla birlikte önemli Tanrılar
arasında yer almasına ragmen Ay Tanrıçası Luna, Roma dininde asla çok aktif bir rol oynamamıs
ve ön planda olmamıstır. Romalılar, genellikle zaman bazlı hesaplamalar konusunda
Luna’nın yardımına basvurmayı tercih etmislerdir (Smith, 1870, s.839).
Tarih boyunca gök cisimleri ve insan davranısları arasındaki olası bir etkilesim, zihinleri
mesgul etmistir. Bu paralelde özellikle Anglo-Amerikan ve Fransız literatüründe Lunatik
-Lunatic- terimi, epileptik kisileri ve akıl hastalarını tanımlamak için kullanılmaktadır. Bu
isimlendirmenin kökeninde; geçmiste epileptik nöbetler ile akıl hastalıklarının periyodik
epizodlar seklinde ifade buldugu, söz konusu hastalıkların seyrinde bir gök cismi olan ayın
tetikleyici olarak islev gördügü ve özellikle ay basları ile ay tutulmalarında siddetli nöbetlere
neden olduguna dair düsünceler yatmaktadır.
• Medeia Kompleksi: Pek çok efsaneye ve trajediye konu olmus bir kahraman
olan Media, Kolkhis Kralı Aetes ile Idyia’nın kızıdır. Tanrı Helios’un torunu ve Tanrıça Hekate’in
yegeni olması nedeniyle Günes soylularından kabul edilmektedir. Iason’la evlenmis
ve esi tarafından Corinth Kralı Creon’un kızı için terk edilmistir. Atina Kralı Aigeus’un
sıgınma teklifini kabul eden Media, iyi niyetli görünerek ve gerçek amacını Iason’dan gizleyerek,
yeni geline ogulları aracılıgıyla zehirli hediyeler göndermistir. Baba-kızın ölümüyle
yetinmeyen ve eski esine mümkün oldugunca fazla acı çektirmek isteyen Media, Iason’dan
olan ogullarını da gözünü kırpmadan öldürmüstür.
Medeia mitinin iki farklı yorumu söz konusudur. Ilkinde Medeia, çocuklarını korumak isteyen
altruistik bir anne olarak sunulmaktadır. Bu kapsamda çocuklarını öldürmesi, aslında
bir intihardır. Mite iliskin bir diger yorum ise, Media’nın intikamdan baska bir sey düsünmeyen
zalim dogasını konu almaktadır. Dolayısıyla Media, çocuklarını koruma içgüdüsüyle
hareket eden ve ne denli büyük bir suç islerse islesin aslında masum olan bir kader
kurbanı ya da intikam için çocuklarını kullanan ilkel bir ruh olarak nitelenebilmektedir (Nikunen,
19.05.2005).
Kisiligi ve serüvenleri çagın ve dönemin görüs ve egilimlerine göre yorumlanan; zaman
zaman bir zalim, zaman zamansa bir mazlum olarak betimlenen Media, psikoloji literatü-
552
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
ründe de kendine bir yer edinmeyi basarmıstır. Buna göre bir annenin bilinçdısı olarak öz
çocuguna karsı nefret ve öldürme istegi duyması, Medeia Kompleksi olarak nitelenmektedir.
Bu durumun altında yatan temel neden, kadının esine karsı duydugu büyük nefret ve
intikam hissidir. Agrılı cinsel birlesme, hamile kalmaktan korkma, bebegi emzirmek istememe
gibi durumlar da söz konusu kompleksin çesitli tezahürleri olarak ele alınabilmektedir.
• Medusa: Yunan mitolojisinin önemli figürlerinden biri olan Medusa, üç Gorgo1
kardesten ölümlü olanıdır. Aslında yasamına çok güzel bir kız olarak baslamıstır. Bir ölümlü
olmasına ragmen, güzelligiyle dikkat çekmesi ve tanrıçaları gölgede bırakması, Medusa’nın
yasamında farklı bir pencere açmıs ve Tanrıça Athena tarafından bir Gorgo’ya dönüstürülerek
cezalandırılmasına neden olmustur (http://www.mythweb.com/encyc/entries/
medusa.html, 19.04.2005). Ancak Medusa’nın trajik yazgısı bu kadarla da kalmamıs ve
annesi Danae’yi Kral Polydektes’in elinden kurtarmak isteyen Perseus tarafından bası kesilerek
öldürülmüstür. O gün bu gündür Medusa’nın bası, Athena’nın kalkanı Aigus’u süslemektedir.
Dünyanın en ünlü yüzlerinden biri olan Medusa’ya, güzel sanatların tüm alanlarında estet
bir obje olarak rastlamak mümkündür. Medusa’nın psikoloji literatürüne de konu oldugu
ve özellikle Freud’un çalısmalarında önemli bir yer isgal ettigi bilinmektedir. Freud’a göre,
Medusa’yı görenler iki nedenden dolayı tas kesilmektedir. Bu nedenlerden ilki, kastrasyon
korkusudur. Medusa’nın fallik bir nitelige sahip olan yılanlara örülü basının Perseus
tarafında kesilmesi, bu korkuya isaret etmektedir. Tasa dönüsme olayı, kastrasyon tehlikesine
ereksiyon yoluyla karsı koyma anlamını içinde barındırmaktadır (http://shedrums.
com/Medusa.htm, 22.05.2005). Dolayısıyla ‘Yılan saçlı kadın’ olarak tanınan Medusa,
imgesel kastrasyona iliskin bir simge olarak ele alınabilmektedir.
Medusa’ya bakanların tas kesilmesinin bir diger nedeni de, cinsel çekimdir. Çünkü korkunç
oldugu kadar, çekici bir varlıktır Medusa; hem bir canavar, hem de bir disidir. Dolayısıyla
Medusa’yı, güzelligi ve çirkinligi bünyesinde barındıran bir ‘femme fatale’ olarak
nitelemek mümkündür. Bu paralelde yüzü kadın cinsel organına, bası kesildiginde yere
damlayan kan ise menstrual döngüye iliskin bir sembol olarak degerlendirilebilmektedir.
Medusa psikolojinin yanı sıra, tıp literatürüne de konu olmus bir mitolojik bir karakterdir
(Masschelein, 14.04.2005). Bu baglamda kelime anlamı olarak Medusa’nın bası anlamına
gelen ‘caput Medusa’ terimi; karın ön duvarında, deri altındaki venöz damarların, çesitli
nedenlerle belirginlesmesi ve Medusa’nın saçlarına benzer bir görüntü ortaya çıkarması
olarak tanımlanabilmektedir.
• Mitomani: Mitoloji -mythology-; bir ulusa, bir dine ya da bir uygarlıga ait mitler
ve efsaneler bütünü olarak tanımlanabilmektedir. Içerdigi efsaneler kadar, mitolojinin
kendisi de, bir durumun ifadesi olarak, psikoloji literatüründe baslı basına bir yer edinmistir.
Bu kapsamda “mitomani -mythomanie-; kisinin gerçeklik algısının bozulmasına paralel
olarak, hayal ürünü hikayeler yaratması olarak tanımlanabilmektedir. Bu patolojik durum,
az veya çok istemli ve bilinçli bir nitelik tasımaktadır” (Bloch, 1992, s.490).
Bu durum, Dupre tarafından 1905 yılında tanımlanmıstır.
553
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
1 Phorkys ile Keton’un kızları olan Gorgolar, yeraltı dünyasının disi canavarları olarak kabul edilmektedirler.
Saçları yılanlarla örülü olan ve alınlarından yabandomuzu disleri fıskıran Gorgo Kardesler; tunçtan ellere ve
altın kanatlara sahiptir. Ancak Gorgo Kardesler’in en önemli özelligi insanların yüregine korku salmaları ve
kendilerine bakanları tasa dönüstürmeleridir.
Mitomani terimi; toplumun hayal gücü etkisiyle biçim degistiren, ve hayalî bir niteligi
olan hikaye anlamına gelen ‘myth’ ile kisinin normal halinden farklı ve abartılı davranıslar
sergileme dürtüsü anlamına gelen ‘mania’ kelimelerinin bilesiminden olusmaktadır. Bu
baglamda yalan, durumsal bir nitelige sahipken ve istemli bir sekilde ortaya çıkarken; içinde
bulundugu ruh hali nedeniyle mitomanın söyledigi yalanlar, onun fantastik yaratımının
bir eseri olup istemsiz ve patalojik bir nitelik tasımaktadır. Mitoman, nedensiz söyledigi
yalanlarla karsısındaki kisileri kolaylıkla inandırabilmektedir. Öyle ki mitoman kisi, herhangi
bir olayı yasamıs ya da birebir tanık olmus gibi anlatmakta, her iki durumda da kendisini
haklı durumda gösterebilmektedir (http://psychiatrinfirmiere.free.fr/definition/
mythomanie/mythomanie-theorie.htm, 21.05.2005).
Bununla birlikte mitomani, alelade bir yalancılık degildir ve yalancılıkla karıstırılmamalıdır.
Yalancı, gerçekle yalan arasındaki farkın bilincindedir; oysa mitoman karsısındaki kisiyi
kandırmak için yalan söylememekte, aksine söyledigi yalana kendisi de inanmaktadır.
Dolayısıyla yalanıyla yüzyüze gelmesi, yasama nedeninin ortadan kaybolması anlamına
gelmektedir. Mitoman, kendisine tahammül edemedigi için yalanlar uydurmakta ve narsisizme
benzer bir ruh haliyle hayali bir kisi yaratarak, ona bir tür hayranlık beslemekte ve
çevresindekilerin de bu hayranlıgı paylasmalarını istemektedir. Mitomaniyi tanımlayan bir
diger davranıs da, kisinin tüm istediklerini gerçeklestirebilecegini düsünmesidir (Romand,
21.05.2005).
• Mnemosyne: Mnemosyne, Gök Tanrı Uranos ile Yer Tanrıçası Gaia’nın kızıdır.
Bas Tanrı Zeus ile Pieria Dagları’nda dokuz gün boyunca birlikte olmus ve bu birliktelikten
esin perileri olan Musalar -Museler-2 dogmustur. Musalar’ın dogumu, Zeus’un yeryüzüne
düzen getirmesinin ardından, kendi egemenligini kurabilmek için yaratıcı ve üretici
güçleri aktif kılması anlamına gelmektedir.
Mnemosyne, ‘bellek’ anlamına gelmektedir. Bu baglamda psikoloji, psikiyatri ve nöroloji
alanlarında temel kavramlarından biri olan bellek -mneme-, Hafıza Tanrıçası olarak da bilinen
Titan Tanrıça Mnemosyne’a dayanmaktadır. Yasananları ve ögrenilenleri, bunların geçmisle
olan iliskilerini zihinde bilinçli olarak saklama gücü olarak tanımlanabilen bellek -
memory-, insanın en hayati fonksiyonlarnıdan birisidir.
• Narkissos: Narsisizm ya da bensevi, Yunan mitolojisinde suda hayalini görerek
kendine asık olan ve kendine ulasmak için canına kıyan Narkissos’dan kaynaklanmaktadır.
Latin sair Ovidius tarafından nakledilen öyküye göre Irmak Tanrısı Kephissos’un yakısıklılıgıyla
nam salan oglu Narkissos, kendisine asık olan ve kendisini Zeus’tan kıskanan Hera
tarafından konusamamakla, kim konusursa onun son kelimesini tekrarlamakla cezalandırılan
dag nympelerinden Echo’yu hor gördügü ve askına karsılık vermedigi için tanrıların
gazabına ugramıstır. Baskalarını sevmedigi için kendini sevmekle cezalandırılan Narkissos,
bir gün kırda dolasırken su içmek için bir pınara egildiginde durgun suda kendini yüzünü
görmüs ve kendisini ölüme götürecek bir aska düsmüstür. Narkissos’un eriyip bittigi
ırmak kıyısında açan çiçege nergis adı verilmistir. Rivayete göre Narkissos tarafından
reddedildiginden itibaren daglara kaçan ve orada tek basına bir yasam süren Echo ise, hala
oradadır ve kim yüksek sesle bir sey söylerse son kelimeyi tekrar etmektedir (Hamilton,
200, s. 60 - 62).
554
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
2 Tanrısal varlıklar olan ve yaratıcı güçleriyle mitologyada önemli bir yere sahip olan dokuz Musa’nın yetki
alanları çaglara göre degismekle birlikte Calliope epik siir, Clio tarih, Polhymnia pandomim, Euterpe flüt,
Terpsicore dans, Erato lirik siir, Melpomene tradegya, Thalia komedya, Urania gökbilimi alanlarında
yetkindir.
Narsisizm; psikoloji literatüründe ilk kez 1910 yılında Freud tarafından homoseksüellerin
seks objesi seçimiyle ilgili bir terim olarak kullanılmıstır. Freud, homoseksüellerin kendilerini
seks objesi olarak gördüklerini; narsistik özellikler tasıdıklarını ve partner olarak
kendilerini annelerinin sevdigi gibi sevecek, kendilerine benzeyen genç kisiler aradıklarını
ifade etmistir (Laplanche ve Pontalis, 1992, s.261).
Narsisizm -narcissism-, kisinin imajına yükledigi ask olarak tanımlanabilmektedir. Bu
baglamda narsist ya da narsisistik kisilik bozuklugu olan kisiler; kendilerine asık, hep en
gözde olmak isteyen, baskalarının düsünce ya da isteklerine gereken ilgiyi gösteremeyen
kisilerdir. Bu hedeflerine ulasamadıklarında ya da gereken ilgiyi göremediklerinde tıpkı
Narkissos gibi çökmektedirler.
• Nympha: Kelime anlamı olarak ‘bası örtülü’, diger bir deyisle ‘gelin’ anlamına
gelen Nympha -Nymphe-; kırlarda, sularda ve ormanlarda yasayan dogal ve tanrısal varlıkları
tanımlamaktadır. Homeros’a göre Zeus’un kızları olan Nymphalar, dogayı simgeleyen
erkek cinler olan Satrylerin disil versiyonları olarak düsünülebilmektedirler. Ikincil
derecede önemli tanrıçalardan sayılan Nymphalar, mitologyada ‘yüce’ ve ‘ulu’ gibi sıfatlarla
anılmaktadır.
Dogurganlık ve zariflik simgesi olan Nympha’lar ölümsüz degillerdir, ancak hep güzel ve
genç kalarak son derece uzun bir yasam sürmektedirler. Bunun nedeni Tanrılar gibi ambroisa
ile beslenmeleridir. Gaip haber vermeyi seven ve hasta sagaltma yetenegine sahip
olan Nympha’lar, yasadıkları cografyaya -dogadaki konumlarına- göre isimlendirilmektedirler
(Estin ve Laporte, 2003, s.108). Genellikle ölümlü erkeklere asık olan bu genç kadınların,
Zeus basta olmak üzere büyük ve önemli Tanrılarla iliskiye girdikleri bilinmektedir
(Cotterell, 1989, s.228). Bu nedenle psikoloji literatüründe Nymphalar, kadınlarda
görülen cinsel taskınlık durumuna iliskin bir sembol olarak kabul görmektedirler.
Bu baglamda nymphomanie -nemfomani-; kadınlarda gözlenen hiperseksüel davranıslar,
diger bir ifadeyle kadınlarda ortaya çıkan erkeklerle cinsel iliskiye girme saplantısı olarak
tanımlanabilmektedir (Statt, 1990, s.90). Roma Imparatoru Clasius’un esi Messalina’da da
mevcut olduguna iliskin rivayetler nedeniyle, ‘Messalina Kompleksi’ olarak da adlandırılan
bu durum; bir ruh bozuklugundan kaynaklanabilecegi gibi kalıtım, organik beyin hastalıkları,
iç salgı bezleri düzensizlikleri gibi nedenlere baglı olarak da ortaya çıkabilmektedir.
• Oidipus Kompleksi: Thebai kralı Laios ile Iokaste'nin oglu olan Oidipus -Oedipus-,
Yunan mitolojisinin belki de en trajik kahramanıdır. Iokaste henüz hamile iken bir
düs görmüs ve bu düsün kraliçenin karnında tasıdıgı çocugun babasını öldürecegi seklinde
yorumlanması üzerine dogar dogmaz daga bırakılmıstır.Ayak bilekleri delindigi ve içinden
bir sis geçirildigi için bebege ‘sis ayaklı’ anlamına gelen Oidipus3 ismi verilmistir.
Korint Kralı Polybos ve esi tarafından büyütülen Odipus delikanlılık çagına geldiginde anne
ve babasının gerçek anne ve babası olmadıgına iliskin bir dedikodu duymus ve gerçegi
Tanrı Apollon’dan ögrenmek üzere Delphoi tapınagına dogru yola koyulmustur. Kahinden
babasını öldürüp annesini ile evlenecegini ögrenen Oidipus, dönüs yolunda karsılastıgı bir
adamla tartısarak onu öldürmüstür. Bu olaydan sonra Thebai’ye ulasan Oidipus, Sphinks
555
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
3 Oedipus isminin kökeninde yer alan ‘oedima’ kelimesi, sislik; ‘pus’ kelimesi ise, ayak anlamına gelmektedir.
isimli canavarın sehirde korku saldıgını ve sordugu bilmecelere cevap vermeyenleri parçalayıp
yedigini görmüstür. Canavarın sordugu sorulara dogru yanıt veren ve canavarı öldüren
Oidipus, halk tarafından Laios’dan bosalan taçla ve dul kraliçe Iokaste ile ödüllendirilmistir.
Thebai’ye kral olan ve bilmeden özannesi ile evlenen Oidipus, yıllar sonra sehrin
basına bela olan veba salgının nedenini ögrenmek istediginde kahinden, kral Laios’un
katilinden bulunması ve sehirden sürülmesi gerektigi yanıtını almıstır. Bilmeden babasını
öldürdügünü ve özannesi ile evlendigini anlayan Oidipus igneyle gözlerini kör ederken,
kraliçe Iokaste de kendini öldürmüstür.
Psikoloji literatüründe önemli bir kavram olan Oidipus Kompleksi -Oedipus Complex-; erkek
çocugun annesine karsı duydugu bilinçsiz yakınlık nedeniyle babasını kıskanmasını ve
bununla ilgili ruhsal bozuklukları nitelemek için kullanılmaktadır. Freud’a göre 3-4 yas
arası fallik dönemde, erkek çocuklarda babayı kendine rakip görme ve annenin gözdesi olma
seklinde bir davranıs tarzı ortaya çıkmaktadır. Kısaca, küçük çocuk annesine tümüyle
sahip olmak, babasını ise öldürme istegi duymaktadır - tıpkı Oidipus gibi- (Gleitman 1995,
s.678). Tüm bunlara ek olarak Oedipus’un gözlerini kör etmis olması nedeniyle psikiyatri
literatüründe kisinin kendi gözlerini tahrip etmesi durumu Oidipism olarak adlandırılmaktadır.
• Orestes Sendromu: Agamemnon ile Klytaimestra’nın oglu; Elektra, Iphigenia
ve Khrysothemis’in kardesi olan Orestes, birçok trajediye konu olmus mitolojik bir kahramandır.
Orestes’in trajik yasam hikayesini, Tanrılar tarafından lanetlenmis bir aile olan
Atreusogulları’na mensup olmasına baglamak mümkündür. Homeros’un aktardıgına göre,
Truva Savası’ndan dönen Agamemnon, esi Klytaimestra ve sevgilisi Aegisthus tarafından
öldürülmüstür. Kardesi Elektra tarafından babasının intikamını almak için yetistirilen Orestes,
öz annesi ile asıgını öldürmüstür (http://encyclopedia.thefreedictionary.com/Orestes,
20.06.2005). Bununla birlikte döktügü kan Orestes’e huzur vermemis, pesine takılan öç
perileri Erinysler’den kurtulmak için diyar diyar gezmis ve ancak yıllar sonra suçunu kabul
ederek arınmayı ve ailesinin kusaklar boyu süren lanetini kaldırmayı basarabilmistir.
Psikoloji literatürüne Orestes Sendromu olarak geçen bu vak’a, erkek çocugun bilinçdısı
olarak öz annesini öldürme istegini ifade etmektedir (http://arts.ucsc.edu/faculty/bierman,
20.06.2005). Ünlü Ingiliz yazar Shakespeare’nin önemli trajedileri arasında yer alan Hamlet,
Orestes Kompleksi’nin edebiyatta kullanımına iliskin bir örnek teskil etmektedir. Bu
baglamda modern insana iliskin bir trajedi olan eser, Danimarka Prensi Hamlet’in babasını
öldüren ve annesi ile evlenen amcası Claudius’a yönelik intikam arayısını konu almaktadır
(Shakespeare, 1996).
• Pan: Dogal hayatın, kırların, küçükbas hayvanların ve çobanların Tanrısı olan
Pan; keçi ayaklı, keçi kuyruklu, keçi sakallı ve keçi boynuzludur. Tanrı Hermes’in oglu
olan Pan; yarı keçi, yarı insandır. Pan kelimesi, Yunanca ‘birlik ve bütünlük’ anlamına gelen
bir ön ektir. Kelimenin etiomolojik kökeni ile Tanrı Pan’ın doganın ve evrenin evrensel
bütünlügünü simgelemesi arasında paralellik kurmak mümkündür. Yeryüzünün ikinci
derecede önemli tanrılardan olan Pan; her daim asık olmakta, ancak çirkinligi nedeniyle
sürekli reddedilmektedir.
Neseli ve gürültücü bir tanrıdır. Öyle ki günlerini çalılıklarda, ormanlarda, daglarda gezinerek;
syrinks ya da bilinen ismiyle pan flüt çalarak ve Nymphe’lerle dans ederek geçirmektedir.
Kendisine ihtiyaç duyanlara yardım eden iyi niyetli bir tanrı olmasına ragmen,
zaman zaman saka yapmak ugruna insanların korkutacak hareketler yapabilmektedir. Za-
556
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
manla bu hareketlere alısan insanlar aniden düsen bir tas, kayaların arasında beliren bir
gölge, otlar ve çalılar arasındaki bir hısırtı gibi belirtileri Pan’ın varlıgı olarak algılamaya
ve ‘panik korkular’ yasamaya baslamıslardır. Bu baglamda kelime anlamı olarak
panik -panique-, ‘Pan ile ilgili’ anlamına gelmektedir.
Psikoloji literatüründe yaygın bir sendrom olan panik bozuklugu -panic disorder-, köken
olarak Tanrı Pan’a dayanmaktadır. Özel durumlarda ortaya çıkan ve belirli zamanlarda ortaya
çıkan bu bozukluk; nöbet seklinde kisilere birden gelen ve korku, konusamama, zihinsel
karısıklık, çarpıntı, yüz kızarması/solması, terleme/üsüme, tüylerin diken diken olması,
gögüste sıkısma, soluk alamama, bas dönmesi, bulantı, ellerde ayaklarda uyusma, sık
idrara çıkma, kan basıncının yükselmesi, sıcak/soguk basmaları, baygınlık duygusu seklinde
on-onbes dakikadan birkaç saate kadar çıkabilecek sekilde ortaya çıkan bir semptomdur
(Öztürk, 1995, s.266).
• Pandora’nın Kutusu: Heseidos’un ‘Thegonia’ ile ‘Isler ve Günler’ eserlerinde
bahsi geçen Pandora Efsanesi; ilk kadının yaratılısına iliskin bir mittir. Ortadogu ve Sami
kaynaklı olması muhtemeldir, çünkü ‘Adem-Havva Efsanesi’ni andırmaktadır ve kadını
tüm kötülüklerin temeli kabul etmek Yunan kültürüne özgü bir düsünce tarzı degildir. Efsaneye
göre çok uzun bir süre, özellikle Altın Çag boyunca ölümlüler ve ölümsüzlerin bir
arada yasadıkları dönemde, yeryüzünde yalnızca erkekler bulunmaktadır. Prometheus’un
Tanrıları aldatarak atesi çalmasına kızan Tanrılar Tanrısı Zeus; onu cezalandırmak için Tanrı
Hephaistos’a bir parça toprak alarak suyla karıstırması ve bu karısıma insan sesi ve insan
gücü ekleyerek, yüzü ölümsüz Tanrıçalara, bedeni ise genç kızlara benzeyen bir varlık
yapmasını buyurmusur.
Tüm Tanrıların güzellikler, hediyeler, çiçekler vererek altın bir taçla donattıkları bu varlıga
‘herkesin armaganı’ anlamına gelen Pandora adı verilmistir. Erkeklerin en büyük düsmanı
olması tasarlanan Pandora’ya Athena el islerini ve renk renk kumaslar dokumasını ögretmis;
Afrodit onu büyüleriyle kusatarak, gönlünü istek ve arzularla tutusturmus; Hermeias
ise gögsüne bir köpek yüregi ve tilki ruhu yerlestirerek, içini yalan ve dolanla doldurmustur.
Tanrılar yeryüzüne indirmeden önce Pandora’ya bir kutu vererek, asla açmamasını
söylemisler ve onu Prometheus’un kardesi Epimetheus’a sunmuslardır. Ancak merakına
yenilen Pandora, günlerden bir gün kutuyu açmıstır. Pandora kutunun kapagını hemen
kapasa da olan olmus ve kutunun içinden çıkan hastalıklar, acılar, kederler, kötülükler
tüm dünyaya yayılmıstır. Kutunun içinde bir tek umut kalmıs, bu nedenle de o günden
bu yana insanlar kötülüklere karsı koyma cesaretini ve gücünü kendilerinde bulmuslardır.
Pandora’nın Kutusu -Pandora’s Box-; gizli, örtülü kalan konuları açıga çıkarma anlamına
gelen bir metafor olarak psikoloji literatüründe de kendisine bir yer bulmustur. Öyle ki
‘Pandora’nın kutusunu açma’ bir deyim olarak iletisim alanında, denetlenmesi imkânsız
denge bozucu hareketler yapma ya da ‘kötülükleri ortaya çıkacak’ ifsalarda bulunma gibi
durumlarda kullanılmakta; bazen de örgütlerde önleyici, koruyucu girisimler yerine, onarıcı,
düzeltici müdahalelerde bulunmaya isaret etmek üzere ‘Pandora’nın kutusu açıldıktan
sonra’ seklinde kullanılmaktadır (Bilgin, 2003, s.288).
• Persephone Kompleksi: Tanrılar Tanrısı Zeus ile Toprak ve Bereket Tanrıçası
Demeter’in kızı olan Persephone -ki ‘genç kız’ anlamına gelen Kore ya da Kora ismiyle de
bilinmektedir-; bir gün arkadaslarıyla çiçek toplarken, birden yer yarılmıs, Tanrı Hades
arabasıyla çıkagelmis ve genç kızı kaçırmıstır. Ümitsizce kızını dört bir yanda arayan Demeter,
tüm dünyayı talan etmistir. Nihayet herseyi gören ve bilen Günes Tanrı Helios, Ko-
557
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
re’nin bulundugu yeri Tanrıça’ya söylemistir. Bunun üzerine Demeter, Olympos’tan yeryüzüne
inmis ve inzivaya çekilmistir. Demeter’in küsmesiyle topragın bereketi kalmamıs,
kıtlık ve kuraklık bas göstermistir. Bu duruma müdahale etme geregi duyan Zeus, Hades’i
Persephone’yi serbest bırakması için ikna etmeye çalıssa da basarılı olamamıs ve sevgi büyüsüyle
Hades’e baglanmıs olan Persephone’yi geri döndürememistir. Bunun üzerine Zeus,
Persephone’nin yılın üçte ikisini, diger bir ifadeyle çiçek açma ve meyve zamanını annesiyle;
geri kalan üçte birini, diger bir ifadeyle kıs dönemini de kocası Hades’in yanında
geçirmesine karar vermistir. Böylelikle topraga yeniden bereket gelmistir.
Alelade bir genç kızken, Ölüler Ülkesi Tanrıçalıgına terfi eden Persephone, psikoloji literatüründe
de konu edilmektedir. Holtzman ve Kulish bu mitin kadının Oidipal çatısmasıyla
ilgili oldugunu ifade etmekte ve Persephone Kompleksi olarak adlandırdıkları bir duruma
denk düstügünü ileri sürmektedirler. Buna göre; küçük kızın Elektral durumundaki temel
olay, annesinden ayrılmasıdır. Bir tarafta isyan, saldırganlık ve cinsellik; diger tarafta
ise anneyle yasanmıs ve kaybedilmek istenmeyen temel güvenlik duygusu mevcuttur. Diger
bir ifadeyle küçük kız kendisini; hem annesiyle özdeslesmek, hem de ondan uzaklasmak
zorunda hissetmektedir (Erten, 20.10.2005).
• Phaidra Kompleksi: Girit Kralı Minos ile Pasiphane'nin kızı olan ve Theseus ile
evli olan Phaidra, üvey oglu Hippolytos'a asık olmustur. Delikanlının doga dısı bu sevgiyi
reddetmesi ve nefretle karsılaması üzerine; Theseus’a oglunun kendisiyle birlikte olmak istedigi,
fakat kendisinin bunu reddettigini söyleyerek Hippolytos'a iftira etmistir. Phaidra’nın
yalanı, Theseus’un oglunu evden kovmasına ve talihsiz gencin ölümüne neden olmustur.
Hippolytos’un ölümünün ardından vizdan azabı altında ezilen Phaidra, hayatına
son vermistir (Seyffert, 1894, s.475).
‘Phaidra ve Hippolytos Efsanesi’, 17. yüzyıl Fransız tiyatrosunun önde gelen yazarlarından
biri olan ve Klasisizm akımının baslıca temsilcilerinden olan Jean Racine’in ‘Phedre’ isimli
trajedisine de konu olmustur. Psikoloji literatürüne ise, Phaidra Kompleksi olarak yansıyan
bu mit; annenin ogluna karsı bilinçdısı erotik duygular beslemesi durumunu tanımlamak
için kullanılmaktadır.
• Phobos: Savas Tanrısı Ares ile Ask ve Güzellik Tanrıçası Afrodit’in oglu olan
Phobos, erkek bir diamondur. Savas meydanlarında Ares’in yanından hiç ayrılmayan Phobos
kardesi Deimos ile dehset, panik, korku ve onun sonucunda meydana gelen bozgunu
temsil etmektedir.
Phobos’un psikoloji literatürüne yansıması, ‘phobia’ terimiyle olmustur. Bu baglamda
phobia -fobi-, kisinin saçma oldugunu bildigi halde belirli bir duruma veya nesneye karsı
duydugu anlamsız ve karsı konulmaz korku olarak tanımlanabilmektedir. Kisi korku duydugu
nesne ya da olaylardan siddetli bir sekilde kaçınmakta, bu durumlarla karsılastıgında
fizyolojik tepkiler göstermektedir. Dolayısıyla Phobos için, ‘korkunun kisisellestirilmis
hali’ ifadesini kullanmak mümkündür.
• Polycrates Yüzügü: Efsaneye göre Kral Polycrates, istedigi her seye sahip olan
mutlu bir insandır. Kendisine atfettigi deger nedeniyle, herkes gibi olmayı ve dünyada geçerli
olan kurallara uymayı istememektedir. Kendisine bir kayıp, acı ya da ıstırap yasatarak,
kötü kaderini önleyebilecegini düsünen kral, bunun için çok sevdigi ve en kıymetli hazinesi
olarak kabul ettigi kıymetli yüzügünü adak olarak sunmus ve denize atmıstır. Ancak
adak Tanrılar tarafından kabul edilmemis, yüzügü yutan balık bir balıkçı tarafından avlan-
558
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
mıs ve yüzük, balıkçı tarafından krala geri getirilmistir. Polycrates, yüzükten kurtulmak
için pek çok umutsuz girisimde bulunsa da daima basarısız olmus ve sonunda hem servetini
hem de huzurunu kaybetmistir.
Psikoloji literatüründe Polycrates Yüzügü; bilinçsiz bir suçluluk duygusunu, kaygı ve cezalandırılma
beklentisini betimlemek için kullanılan bir metafordur. Modern toplum insanları
göreli bir refah ve bolluk içinde yasamakla birlikte, geçmis kıtlık dönemlerinden miras
kalan duyguları da pesleri sıra sürükleyerek yasamlarına devam etmektedirler (Bilgin,
2003, s.295).
• Priapos: Bogaz kıyılarında bulunan Lampsakos -Lapseki- sehrinin Tanrısı olan
Priapos, Anadolu kökenli bir tanrıdır ve Yunan mitolojisine sonradan dahil olmustur. Bazı
kaynaklara göre Zeus ile Afrodit’in, bazı kaynaklara göre Dionysos ile Afrodit’in, bazı
kaynaklara göre ise ile Adonis ile Afrodit’in ogludur. Bag ve bahçelerin koruyucusu olan
Priapos, ereksiyon halindeki dev bir fallusla sembolize edilmektedir. Bu anlamıyla Priapos
kültü, erkek üretkenligine iliskin bir simgedir.
Bereket Tanrısı Priapos, psikoloji ve tıp literatüründe istemsiz ereksiyon durumunu tanımlamak
için kullanılmaktadır. Bu baglamda Priapizm -Priapism-; cinsel arzu ve uyaran olmaksızın
meydana gelen ve çogunlukla agrıya neden olan ereksiyon anlamına gelmektedir.
• Proteus Sendromu: Proteus Deniz Tanrısı Poseidon ile Phenike'nin ogludur.
Homeros’a göre, Poseidon’un emri altında olan yaslı bir deniz adamıdır. Diledigi görünüme
bürünebilme yetenegine sahip olan bu tanrı, Mısır yakınlarında bulunan Pharos Adası’nda
yasamakta ve fok balıkları ile diger deniz canlılarına bekçilik yapmaktadır. Proteus
hakkındaki ayrıntılara, Menelaus’un Truva Savası’nda yasadıkları aracılıgıyla ulasmak
mümkündür. Buna göre dönüs yolunda ters rüzgârlar tarafından engellenen Menelaus,
hangi tanrı tarafından niçin engellendigi ve yola nasıl koyulabilecegini ögrenmek için Proteus’a
basvurmak zorunda kalmıs ve Proteus’u kızı Idothea’nın tavsiyelerine uyarak konusturmanın
yolunu aramıstır. Ancak Proteus sekilden sekile girerek sırrını açıklamamak
için her yolu denemis, ama sonunda Menelaus’a yolu söylemek zorunda kalmıstır (Seyffert,
1894, s.523).
Kolaylıkla kılık degistirebilen ve diledigi forma dönüsebilen Proteus, tıp literatüründe vücuttaki
herhangi bir organ ya da uzvun orantısız bir sekilde asırı büyümesini bir hastalıgını
tanımlamak amacıyla kullanılmaktadır. Fil Adam -Elephant Man- olarak tanınan ve yasam
öyküsü David Lynch tarafından 1980 yılında beyaz perdeye uyarlanan John Merrick’in
de muzdarip oldugu bu hastalık, Proteus Sendromu olarak adlandırılmaktadır. Bu
baglamda ilk kez 1979 yılında Cohen ve Hayden tarafından tanımlanmıs kompleks bir konjenital
hamartomatöz hastalık olan Proteus Sendromu, vücutta nevüsler ve kemiklerde asimetrik
büyümeyi ifade etmektedir (Ahmetoglu ve Aynacı; 2002, s.573).
Mitologyada deniz ihtiyarı olarak da tanınan Proteus, psikoloji literatüründe Proteus Testi
olarak bilinen bir yöntemin de isim babalıgını yapmaktadır. Menelaus’un Proteus’a eve
dönüs yolunu sezdirmeden söyletmeye çalısması gibi, psikolojik testlerin de kisinin özelliklerini
kisiye sezdirmeksizin ölçmeye çalısması nedeniyle psikodiagnostik ve psikolojik
testlerle ugrasan psikologlar tarafından sıklıkla kullanılan bu test, Proteus Testi olarak adlandırılmaktadır
(Dinçmen, 1997, s.86).
559
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
• Psyche Figürü: Psyche, Latin yazar Apuleius’un Dönüsümler isimli eserinde
konu edilen ‘Eros ile Psyche’ masalının kahramanıdır. Miletos kralının en küçük kızı olan
Psyche, güzelligi nedeniyle Ask ve Güzellik Tanrıçası Aphrodite’in hısmına ugramıstır. Aphrodite,
oglu Eros’tan prensesi bir daga bırakmasını ve bir ejder ile evlendirmesini istemistir.
Ancak Psyche’yi görür görmez asık olan Eros, onu bir saraya yerlestirerek geceleri gizlice
ziyaret etmis, sevgilisine de kendisini görmek için hiçbir girisimde bulunmamasını
ögütlemistir. Ancak sevgilisini görme arzusunu daha fazla bastıramayan Psyche, bir gece
yag kandilini yakarak sevgilisinin yüzüne bakmıstır. Yakısıklıgından etkilenerek onu öpmek
üzere egildiginde kandildeki kızgın yagla Eros’un omzunu yakmıs ve akabinde uyanan
Eros kanatlanarak oradan uzaklasmıstır. Uzun süren ayrılıgın ardından merhamete gelen
Aphrodite, iki sevgilinin kavusması için Psyche’nin bir dizi zorlugun üstesinden gelmesini
sart kosmus ve uzun süren çabaların ardından güzel prenses Eros’a kavusmayı basarmıstır.
Gösterdigi sebat ve cesaret nedeniyle Psyche, Tanrılar tarafından ölümsüzlükle
ödüllendirilmistir (Hamilton, 2002, s.64 –69).
Psikoloji literatüründe Psyche; tüm canlıları harekete geçiren yasam ve tinsellik ilkesini,
diger bir ifadeyle ruhu simgelemektedir. Bu nedenle psikoloji, uzun yıllar boyunca
‘Pysche’nin bilimi’ olarak nitelenmistir. Psike kavramını, kisiligin bütünü olarak niteleyen
Jung’a göre psike, bilinçli ya da bilinçdısı tüm duygu ve davranısları içermektedir (Yanbastı,
1996, s.54).
• Pygmalion Etkisi: Kyproslu bir heykeltas olan ve yasadıgı kötü deneyimler nedeniyle
kadınlardan nefret eden Pygmalion, ölünceye kadar evlenmemeye yemin etmistir.
Ancak günün birinde yaptıgı ve uyuyan ask anlamına gelen Galatea adını verdigi kadın
heykeline asık olur. Ask Tanrıçası Venüs’ten heykeline can vermesini dileyen Pygmalion,
heykelin canlandıgını görür. Latin sair Ovidius tarafından anlatılan bu öykü, pek çok roman,
tiyatro ve sinema eserine konu olmustur.
George Bernard Shaw'un 1913 yılında yazdıgı bir oyun olan Pygmalion’da ve söz konusu
oyundan uyarlanan ‘My Fair Lady’ müzikalinde, bu mitin izlerini görmek mümkündür. Bu
baglamda tüm kadınların kusurlu oldugunu düsünerek, örnek ve kusursuz bir kadın heykeli
yontan, sonra da ona asık olan heykeltras Pygmalion, Profesör Henry Higgins karakterinde
yasam bulmustur. Gösteri dünyasının en çok ilgi çeken müzikallerinden biri olan
‘My Fair Lady’, beyazperdeye de uyarlanmıs ve 1965 yılında en iyi film, en iyi yönetmen,
en iyi görüntü, en iyi müzik, en iyi kostüm dizaynı, en iyi sanat yönetmeni, en iyi ses ve
en iyi erkek oyuncu olmak üzere sekiz dalda Oscar Ödülü’ne sahip olmustur. Yönetmenligini
George Cukor’un yaptıgı, George Bernard Shaw ile Alan Jay Lerner tarafından senaryolastırılan
1964 yapımı filmde Henry Higgins’i Rex Harrison, çiçekçi kız Eliza Doolittle’ı
ise Audrey Hepburn canlandırmıstır.
Filmin Pygmalion ismini tasıyan 1938 tarihli bir versiyonu daha bulunmaktadır. Anthony
Asquith ve Leslie Howard’ın yönetmenligini üstlendigi, filmin senaryosunu Bernard
Shaw’ın yazmıs ve Leslie Howard ile Wendy Hiller basrolleri paylasmıstır. Bunun yanı sıra
yönetmenligini Garry Marshall’ın yaptıgı, senaryosunu J.F. Lawton’un yazdıgı, Julia Roberts
ve Richard Gere’in rol aldıkları 1990 yapımı Pretty Woman -Özel Bir Kadın- filmi de,
modern Pygmalion olarak degerlendirilebilmektedir.
Cemil Meriç, Pygmalion’u fanilerin en bahtiyarı olarak nitelemektedir. Yaptıgı heykelin eti
kemigi balçıktan mıydı, mermerden mi bilmenin imkanı yoktur; ancak damarlarında
Pygmalion’un kanı dolasmaktadır. Pygmalion’da sevgilisini, kaburga kemiginden yarat-
560
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
mıstır (Meriç, 2002, s.131). Insanların gerçeklesmesini arzu ettikleri veya gerçek olarak
algıladıkları bir seyin, er veya geç gerçeklesecegini ifade eden bir mitos olan Pygmalion;
sosyal psikoloji literatüründe Merton’un kendi kendini gerçeklestiren kehanet kavramına
denk düsmektedir. Bu baglamda Pygmalion etkisi -Pygmalion effect-, insanların kendileri
ve dünya hakkındaki temsillerinin veya imajlarının önemini vurgulamak için kullanılmaktadır.
Bu imaj ve temsiller gerçek olmasalar da, sonuçları bakımından gerçektirler (Bilgin,
1996, s.92).
Pygmalion Etkisi, yaptıgı arastırmalarla kavramın gelisimine katkılarda bulunan Robert
Rosenthal’den hareketle, ‘Rosenthal Etkisi’ olarak da bilinmektedir. Bu baglamda Rosenthal
tarafından yürütülen arastırmada bir grup ögretmene, sınıflarındaki bazı çocukların
yüksek IQ’lu oldukları ve bu çocukların, derslerinde çok basarılı olacakları söylenmistir.
Arastırmanın ilerleyen safhalarında, bu çocukların ortalama IQ derecesine sahip olmalarına
ragmen, basarılı oldukları görülmüstür. Bunun nedeniyse, ögretmenin bu çocuklara
yüksek IQ’luymusçasına davranmasıdır (Statt, 1990, s.113).
Pygmalion mitinin psikoloji literatürüne bir diger yansıması, fetisizm olgusu ile baglantılıdır.
“Cansız kadın heykelleri ve kadın organları seklindeki objelere cinsel istek duymak
ve onlarla cinsel doyuma ulasma hastalıgını ifade eden ‘Pygmalionismus’ terimi, Pygmalion
mitosundan kaynaklanmaktadır” (Dinçmen, 1997, s.88).
• Pytho: Apollon Tapınagı’nın bulundugu Delphoi’nin eski ismi olan Pytho -Pitia-,
ismini Tanrı Apollon’un Parnassos Dagı’nın etegindeki Tanrıça Themis’e adanmıs olan
bir sunak basında bulup öldürdügü yılan Python’dan almaktadır. Efsaneye göre Apollon,
tüm ejderler gibi Toprak Ana Gaia’dan dogmus olan Python’u öldürdügü yere kehanet
merkezini kurmus ve merkez bu nedenle Pytho olarak adlandırılmıstır. Delphoi
Tapınagı’nın en önemli özelligi, dünyanın göbegi -Omphalos- kabul edilen bir çukuru
içermesi ve bilici kadın Pythia’nın bu çukurun üzerinde oturarak kehanetlerde bulunmasıdır.
Antik çaglardan günümüze gelen bu efsane, psikoloji literatürüne de sızmıs ve yakın bir
tarihe kadar histeri terimini ifade etmek için kullanılmıstır. Bu baglamda ‘pythiatisme’ diger
bir deyisle ‘histeri’; altta yatan organik bir neden bulunmaksızın ortaya çıkan, bayılma,
felç olma ve duyu kaybı gibi nörolojik belirtilerdir. Anglo-Amerikan Ekolü tarafından
‘konversiyon bozuklugu’ olarak adlandırılan bu hastalıktan muzdarip hastalar, sorunlarının
ruhsal oldugunun farkında degildir ve bu belirtiler biliçli olarak ortaya çıkmadıgı için, belirtileri
kontrol edememekte ve istemli davranamamaktadırlar. Babinski’nin ‘histeri, bozuklukları
telkin ile ortaya çıkan ve telkin ile ortadan kalkan bir hastalıktır’ tanımından hareketle,
kehanetleri telkin yoluyla ilgili kisilere aktaran Pytho Tapınagı ile pythiatisme terimi
arasında bag kurmak mümkündür (Dinçmen, 1997, s.90).
• Satyr: Kadınlara iliskin ‘nymphomania’ teriminin erkek versiyonu olan satyriasis
teriminin mitolojik kökeni, Satyr olarak adlandırılan ve dogayı simgeleyen cinlere dayanmaktadır.
Dionysos alayında yer alan Satyrler bazen belden üstleri insan, belden asagıları
at; bazen de belden üstleri insan, belden asagıları teke formunda gövdeleriyle tasvir
edilmislerdir. Uzun ve tüylü bir kuyruga, at tırnagı seklinde ayaklara sahip olan Satyrler,
cinsellige asırı düskünlükleri ile bilinmekte ve sürekli kırlarda dolasarak cinsel iliski amacıyla
Nympheleri kovalamaktadırlar. Satyrlar mitologyada dans ederek etrafta gezinmeleriyle,
Dionysos ile içki içmeleriyle ve Maenads ile Nymphlerin peslerine düsmeleriyle
tasvir edilmektedirler (Grimal, 1986, s.412).
561
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
Erkek hiperseksüaltesini tanımlayan satyriasis terimi, literatürde Don Juan Kompleksi ya
da Don Juanism olarak da geçmektedir. Bu kompleksten muzdarip kisiler cinsel ugrasıları
yasamlarının odagına yerlestirmekle birlikte; aslında temelde yatan asagılık duygularını
yenmeye ve maskelemeye çalısmakta, sık sık ve farklı kadınlarla iliskiye girerek homoseksüel
olmaklarını kanıtlamaya çalısmaktadırlar.
• Siren: Persephone’nin habercisi olan Sirenler -Seirenler-, kus baslı ve kadın bedenli
figürler olarak betimlenmektedir. Farklı mitolojilerin ve kültürlerin etkisiyle, Sirenlerin
görünüslerine iliskin tasvirlerin de farklılastıgı gözlenebilmektedir. Siren Kardesler’in
en önemli özelligi, karsı konulmaz sesleriyle sarkılar söyleyerek denizcileri büyülemeleri
ve adalarına dogru çekerek gemilerinin hırçın sulara karsı koyamayıp parçalanmalarına
neden olmaktadırlar (Sanasi, 21.04.2005).
Dogayı sembolize eden cinlerden olan Sirenler, simgesel bazda ele alındıgında dogadan gelen
bir çagrıya dayanamayıp kendini ölüme atan maceraperest erkek motifine denk düsmektedir.
Psikoloji literatüründe ise Siren miti, mazosizme karsılık gelmektedir. “Mazosizm
ya da mazokizm, kendine acı vererek cinsel doyum saglama tutkusudur” (Öztürk,
1995, s.328). Tıpkı Sirenlere karsı koyamayan ve türlü engellere maruz kalan denizciler gibi,
insanlar da bile bile haz yasamak için bazı acılara karsı karsı konulmaz bir arzu duymaktadırlar.
• Sisyphos Miti: Efsaneye göre zekâsı ve kurnazlıgı ile tanınan Korinthos Kralı
Sisyphos, kendisine danısmaya ve yardım istemeye gelen kisilere, çözüm önerileri sunmaktadır.
Günlerden bir gün isledigi bir suç nedeniyle Tanrılar Tanrısı Zeus’un emriyle,
Ölüm Tanrısı Thanatos Sisyphos’u yakalayarak Hades’e -ölüler alemine- götürmek istemistir.
Ancak olay beklendigi gibi gerçeklesmemis ve Sisyphos Thanatos’u tutsak etmistir.
Ölüm Tanrısı’nın ortadan kaybolması insanların ölmemesini beraberinde getirmis ve
Zeus duruma el koyarak Thanatos’u kurtarmıstır. Eski düzeni yeniden kuran Zeus, Thanatos’a
Sisyphos’u ilk kurban olarak almasını buyurmustur. Ancak Sisyphos tüm kurnazlıgıyla
iki kez daha kandırmıstır Thanatos’u. Bunun üzerine öldügü zaman tekrar kaçmasını önlemek
isteyen tanrılar tarafından korkunç bir cezaya çarptırılmıstır. Buna göre sonsuza dek
ölüler ülkesinde kalacak ve bir kayayı yokus yukarı çıkaracaktır. Kaya parçasını binbir zorlukla
tepeye ulastırdıgında ise kaya yeniden asagıya yuvarlanacak ve tüm agırlıyla bir kez
daha Sisyphos’un omuzlarına ve sırtına yerlesecektir. Bu iskence sonsuza dek tekrarlanacaktır.
Mitolojinin efsanevi karakterlerinden biri olan Sisyphos, çagcıl yazar ve düsünürlerin ilgi
alanına giren önemli figürlerden biridir. Tanrıların egemenligindeki ve güdümündeki bir
dünyada, insan aklını ve bilincini temsil etmektedir. Sisyphos miti, varolusçu psikiyatride
saçma -absürd- kavramının bir simgesi olarak kullanılmaktadır. Bu dogrultuda Albert Camus,
Sisifos Söyleni -Le Mythe de Sisyphe- isimli denemesinde Sisyphos’u anlamsızlıgın
bir simgesi olarak tanımlamaktadır. Bireyin bir yasam anlamsızlıgına, her türlü günlük çalısma
ve acının içinde köklestirdigi uyumsuzluk duygusuna karsı direnmek zorunda olduguna
dikkat çekmekte ve Sisyphos’u, anlamsızlıgı akıl ve bilinç gücüyle yenen bir insan
kahraman olarak nitelemektedir (Camus, 1997).
Batı dillerinde kullanılan ‘Sisyphos gibi çalısmak’ -‘working like Sisyphos’- deyimi, insanların
hiçbir zaman tamamlamayacaklarını bildikleri tekdüze, yorucu, zahmetli bir isi her
gün umutsuzca sürdürme çabalarını anlatmaktadır. Rekabet yogun günümüz is ortamında
yasamı bir ceza olarak niteleyen ve yasamın agır yükü altında ezilen, güne amaçsız, beklentisiz
ve umutsuz baslayan, kronik yorgunluk ve yogun stres altında günlerini geçiren in-
562
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
sanların yasamlarını Sisifos gibi sürdürdüklerini gözlemek mümkündür (Köknel, 1998,
s.16).
• Thanatos: Yunan mitolojisine göre Ölüm Tanrısı olan Thanatos, yeryüzü karanlıgını
simgeleyen Nyks’in oglu ve Uyku Tanrısı Hypnos’unsa ikizidir. Roma mitolojisinde,
‘Mors’ olarak isimlendirilmektedir. Efsanelerde, birbirinden ayrılmayan Hypnos ile
Thanatos’un yeraltında Tartaros’un derinliklerinde yasadıkları rivayet edilmektedir.
Thanatos, psikoloji literatürüne kisiligin en ilkel, en katıksız ve aslında en insanca kısmını
olusturan id’in iki temel bileseninden biri olarak geçmistir. Buna göre id, iki temel itkiden
olusmaktadır: yapıcılıgı simgeleyen Eros ve yıkıcılıgı simgeleyen Thanatos. Bu baglamda
Thanatos, Freud’un yıkıcı ve salgırgan enerji kavramını tanımlamaktadır. Bu, kisinin
kendi kendini yok edici güçleri ya da ölüm arzuları içe dogru döndürerek kendi kendini
cezalandırması, mazosizm ya da intiharla sonuçlanabilecegi gibi, dısa döndürülerek saldırganlıkla
da sonuçlanabilmektedir (Freedman vd., 2003, s.672).
• Truva Atı: Truva atı, gerçekten yasandıgına dair kuskulara ragmen tarihin en
ünlü savaslarından biri olan Truva Savası’na ait bir mittir. Truva Savası’nı anlatan Ilyada
(Homeros, 1996) ve Truva Savası sonrasında yasananları anlatan Odysseia (Homeros,
1997) ile Aeneis (Vergilleus, 1999) gibi önemli destanlarda, bu mitin izlerine rastlamak
mümkündür. Truva, ilkçag dünyasının en ünlü ve en zengin kentlerinden biridir. Efsaneye
göre Menelaus ile evli olan ve güzelligiyle tanınan Helene’in, Truva Kralı Priamos’un oglu
Paris tarafından kaçırılması, Akha ordularının asılması zor surlarla çevrili olan bu kente
savas açmalarına neden olmustur.
Bir onur savası olarak karakterize edilen bu savas, on yıl sürmüs ve zorlu mücadelerle geçen
bu süre zarfında Truva fethedilememistir. Bunun üzerine Yunanlılar tahtadan bir at
yapmıs, içine komutanlarını gizlemis ve sehrin kapısına bırakmıslardır. Yunanlıların Tanrıça
Athena’ya bir sunu bırakarak ülkelerine döndüklerini düsünen Truvalılar, aslında bir tuzak
olan bu armaganı sehirlerine kabul etmisler ve içlerine gizlice sinen düsman orduları
tarafından bozguna ugratılmıslardır.
Truva; elde edilmesi güç bir kent olmasına ragmen, dostça ve sinsice yaklasan düsman tarafından
düsürülmüstür. Bu baglamda Truva atı -Trojan horse-; zararsız gibi görünen, ancak
yıkıcı etkiye sahip olan düsmanca hareket, kisi ve gruplara iliskin bir sembol olarak
kullanılmaktadır (http://www.answers.com, 30.10.2005). Truva atı, gündelik yasamda sık
kullanılan bir metafor olmasının yanı sıra zamanla anlam genislemesine ugramıs ve bilgisayar
terminolojisine de girmistir. Bu çerçevede sistem açıklarından yararlanarak, kullanıcının
bilgisi ve istegi dısında herhangi bir bilgisayarda islem yapma olanagı veren program
ya da virüsler Truva atı ya da kısaca Trojan olarak adlandırılmaktadır.
Tıp literatüründe ise kanser basta olmak üzere bazı hastalıklarla mücadele amacıyla gelistirilmeye
çalısılan ve henüz deneysel asamada olan bazı yöntemlerin, Truva atı taktigini
hastalıklı hücrelerin tedavisine uyarlamaya çalıstıkları bilinmektedir. Bunun yanı sıra alzheimer
hastalıgının tedavisinde kullanılan ve beyin hücrelerini nörotoksik amiloid proteinini
azaltarak, hastalıgın olusma hızını kesmeye yarayan bir ilaç da ismini bu mitten almaktadır.
(http://www.medicalnewstoday.com/medicalnews.php?newsid, 30.10.2005).
• Ulysses Metaforu: Irade zayıflıgını vurgulayan bu metafor, deniz yolculugu sırasında
deniz kızlarının -sirenlerin- çagrısına kapılmamak için, kendisini gemi diregine
baglatan mitolojik kahraman Ulyxes’den kaynaklanmaktadır. Laertes ile Antikleia’ın oglu
olan Ulyxes, Truva Savası’nda üstlendigi stratejik rol ile tanınmaktadır. Öyle ki Ulyxes,
563
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
Homeros’un ünlü destanı Odysseia’ya güçlü kisiligi ve maceraları ile konu olmus ve uluslararası
bir üne kavusmustur (Homeros, 1997).
Insanlıgın en ölümsüz eserleri arasında sayılan Homeros destanlarına konu olan Ulyxes,
edebiyat tarihinin önemli eserlerinden biri sayılan ve 21. yüzyılın en iyi kitaplarından birine
daha ismini vermistir (Joyce, 2004). James Joyce tarafından 1913–1921 yılları arasında
kaleme alınan Ulysseus, teknigi ve anlatım biçimiyle T. S. Elliot basta olmak üzere birçok
elestirmen tarafından 19. yüzyılı kapatan eser olarak nitelenmekte ve edebiyatta modernizm
akımının baslatmasını saglayan bir kilometre tası olarak kabul edilmektedir (Pinching,
http://www.bibliomania.com/0/8/45/1997/26562/1/ frameset.html, 13.04.2005).
Mitolojik bir karakter olarak Ulyxes, çagdas yazında önemli bir yere sahip olan macera romanlarının
temelinde yer alan figür olarak degerlendirilebilmektedir. Modern insanda aranan
erdem ve nitelikleri kisiliginde barındırması nedeniyle tarihe bir prototip olarak geçmis
ve insanlıgın asılması güç engel ve zorluklara karsı direnisinin sembolü olarak kabul
görmüstür. Dolayısıyla bir kahraman olarak Ulyxes, uygarlıgın gelisiminde etkili bir rol
üstlenen ve arastırıcı, kesfedici ve yaratıcı niteliklere sahip insan zekasını temsil etmektedir.
Bu baglamda Ulysses metaforu, irade zayıflıgı konusunu temel almakta ve irade zayıflıgına
önlem alma tutumu olarak degerlendirilebilmektedir. Buna göre kisiler, yerine getirebileceklerinden
emin olamadıkları ve süphe duydukları bir vaat konusunda, kisisel zayıflıklarını
öngörerek kendi kendilerini dizginleme egilimindedirler. Bu durum sorumluluk ahlâkına
uygun olmakla birlikte genellikle, kisinin arzularının üzerinde olan dıs kosullar ve
eylemin sonucunun verecegi hazzın ortak etkisi kadar güçlü bir etkiye sahip degildir (Bilgin,
2003, s.408).
• Uranos Miti: Kozmik bir varlık olan Gök, mitolojide baba-tanrı olarak simgelestirilmekte
ve Uranos olarak adlandırılmaktadır. Efsaneye göre Gök Tanrı Uranos; Yer
Tanrıçası Gaia ile evliliginden olan çocuklarını bir gün egemenligine son verecekleri endisesiyle,
dogar dogmaz Gaia’nın karnına geri sokmaktadır. Bu durum, son dogan oglu Kronos
tarafından testisleri kesilene ve Ikinci Kusak Tanrıların egemenligi ele geçirene dek
sürmüstür.
Uranos, psikoloji literatürüne ‘uranismus’ olarak geçmistir. Ilk kez 1862 yılında Karl Heinrich
Ulrich tarafından kullanılan terim, erkek homoseksüalitesinin özel bir türünü tanımlamaktadır.
Bu baglamda uranismus, iki homoseksüel erkek arasında duygusal temellere
dayanan ve cinsel bir birliktelik söz konusu olmaksızın yasanan bir iliskiyi tanımlamaktadır.
• Yafes ve Sam Kompleksi: Efsaneye göre dogru ve kusursuz bir insan olan
Nuh’un, Yafes, Sam ve Ham adında üç oglu bulunmaktadır. Tevrat’ta ve Incil’de konu edildigi
üzere, çiftçilik yapan ve diktigi bagdan elde ettigi sarabı içerek sarhos olan Nuh, çadırının
içine çırılçıplak uzanmıs ve babasını bu durumda gören Ham dısarı çıkıp gördüklerini
iki kardesine anlatmıstır. Yafes ve Sam, bir giysiyle babalarının üzerini örtmeye çalısmıs
ve bunu yaparken ona bakmamıslardır. Ayıldıgında küçük oglu Ham’ın kendisine yaptıklarını
hatırlayan Nuh, onu lanetlerken Yafes ve Sam için güzel dualar etmistir (Tevrat, 1958,
s.10; http://www.hristiyan.net/kutsalkitap2/tr-gen5.html, 18.05.2005).
564
Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
Yafes ve Sam Kompleksi; gazetecilerin gerçekligi tüm çıplaklıgıyla yazıp yazmamaları gerektigine
iliskin tartısmalarda oto-sansürü, diger bir ifadeyle göz kapatma tavırlarını tanımlamaktadır.
Bu baglamda Yafes ve Sam Kompleksi, olaylara dısarıdan bakma ve onlardan
söz etme güçlügü ya da bu kapasiteden yoksun olmak anlamına gelmektedir. 1968 yılında
Vietnam’da gelisen My Lai katliamının ardından Amerika’da açılan davalarda olayın
tanıklarının aylarca suskun kalmaları, Yafes ve Sam Kompleksi’nin en önemli ve çagdas
örneklerindendir (Bilgin, 2003, s.412).
SONUÇ
Insanın dogaya ve evrene anlam kazandırma çabasının bir ürünü olan mitoloji, belirli bir
toplum ya da halka özgü mitler bütünü olarak tanımlanabilmektedir. Insana özgü bir karakteristige
sahip olmasının ve hayal gücünden yakıtını almasının yanı sıra zaman ve mekân
sınırlarını asan bir nitelige sahiptir. Evrensel bir olgu olarak mitoloji, kolektif yapıda
varolan bir bilinçaltı mekanizması aracılıgıyla nesilden nesile aktarılmaktadır. Dolayısıyla
köklerini bilinçaltından almakta ve insanda mevcut olan içtepiler aracılıgıyla geçmisten
bugüne yolculuk etmektedir. Tüm insanlıgın ortak mirası olarak nitelenebilen mitoloji,
kültürün ve bilimin ortaya çıkısında ve gelisiminde de önemli bir rol üstlenmistir. Mitoloji
ile bilim arasındaki semantik ortaklıktan hareketle, bilimsel terminolojinin de mitsel
göndermelerle dolu olduguna dikkat çekmek ve bilimsel terminolojiye tam anlamıyla hakim
olmanın söz konusu simgesel dili çözümlemekle mümkün oldugunu ileri sürmek
mümkündür.
Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)